24 Kasım Öğretmenler Günü: Kitle insanı olmasınlar diye uğraşıyoruz!

24 Kasım Öğretmenler Günü'nde Haber7.com olarak Türkiye'nin dört bir yanından öğretmenler ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Kartal Anadolu İmam-Hatip Lisesi'nde öğretmenlik yapan Celal Fedai, Ümraniye İmam-hatip Lisesi'nde müdür yardımcısı olan Hanımzer Aslan, 30 yıllık öğretmen Yusuf Yüce öğretmenlik tecrübelerini paylaştı.

GİRİŞ 24.11.2019 12:51 GÜNCELLEME 24.11.2019 12:52
Bu Habere 4 Yorum Yapılmış

Öğretmenler gününüz kutlu olsun!

 

 

Haber7.com olarak 24 Kasım Öğretmenler Günü münasebetiyle hayatımıza dokunan öğretmenler ile çok özel röportajlar gerçekleştirdik.

Kartal Anadolu İmam-hatip Lisesi'nde öğretmen olan Celal Fedai, 30 yıllık öğretmenlik tecrübesine sahip Yusuf Yüce ve Ümraniye Anadolu İmam-hatip Lisesi Müdür yardımcısı Hanımzer Aslan, Haber7.com mikrofonuna öğretmenlik mesleğinin acı tatlı yanlarından ve öğrenciler ile kurdukları iletişimden bahsettiler.

 

 

İşte o söyleşilerden kesitler:

Celal FedaiCelal Fedai

-Kendinizi tanıtır mısınız?

Kayseri’de doğdum. Dokuz Eylül Üniversitesi, Türk Edebiyatı bölümünü okudum. 22 yıl İzmir’de öğretmenlik yaptım, 1 yıldır da Kartal Anadolu İmam-hatip Lisesi’nde öğretmenlik yapmaktayım. 23 yıllık eğitim tecrübem içerisinde üniversitede akademik dersler verme imkânım oldu, başka liselerde de çalıştım.

"KİTLE İNSANI OLMASINLAR DİYE UĞRAŞIYORUZ"

Bizim eğitime bakışımızda bir değişim gerekiyor. Biz eğitimi tek boyutlu insan yetiştirme olarak düşünmemeliyiz. Sadece kendi alanını bilen başka alanlara dair fikri olmayan tek boyutlu insan, kolayca manipule edilebilen kitle insana dönüşüyor. Avrupa bu olmasın diye büyük bir çaba sarf ediyor. Bizim Milli Eğitim’imiz ise bunun için çok önemli çaba sarf ediyor. Kartal Anadolu İmam-hatip bunu çok önce fark etmiş. Bu sebeple okulda tek boyutlu insan yetiştirilmiyor. Fevkalade organize olduğu için tercih ediliyor. Çok yetenekli öğrenciler alınıyor, o öğrencileri işleyebilecek öğretmenler oluşuyor. Komplike bir yapı var. Sizin elinize gelen öğrenci zeki, o öğrenciyi işleyebilecek bir yapı da mevcut.

"OKUL ADETA BİR FABRİKA GİBİ"

Bizden mezun olan öğrenciler tek boyutlu öğrenciler değil. Tıp bölümünü kazanır ama okumayı sever, dünyayı çözmeyi sever. Bu sebeple ayırıcı bir özelliği var okulun. Bu da başarılı öğrenciler yetiştirmeyi sağlıyor. Ben okulda uzun zamandır çalışmıyorum ama gelir gelmez gördüğüm şey şu; Okul adeta bir fabrika gibi üç vardiya 24 saat durmaksızın işliyor. Herkesin fevkalade bir iş bölümü var ve rutin bir şekilde takip ediliyor. Öğrencinin görmediği geri planda müthiş bir yapı var. Bu yapı branş branş konuları ayırıyor ve ona göre hazırlık yapıyor, bu öğrencinin niteliğine göre yapılıyor tabi.

O öğrencileri tatmin etmek çok zor. Bir yandan kariyer yapmak istiyorlar, bir yandan iç dünyalarını doldurmak istiyorlar. Kültürel çalışmalar yapmanız lazım, bilimi sevenleri bilime, sanatı severleri sanata yönlendirmeniz bunları da birbirine yönlendirmeniz lazım. Okulun bir havası var. Öğrencilerin kendi arasında oluşturduğu bir şey bu. Umuyorum ki bu kimlik uzun yıllar sürer ve başka okullarımızın da böyle kimlikleri olur. Çünkü okul kimliği çok önemli. Bizim okulumuzda yıllar önce oluşturulmuş bir şey bu.

-Öğrencileriniz ile iletişiminiz nasıl?

Öğrencilerimiz çok meraklı. Eğer donuk ve meraksızsanız onlar ile bağ kurmanız çok zor oluyor. Bu okuldaki öğrenciler kadar hiçbir yerde zorlanmamıştım. Girdiğiniz sınıfta 20 kişi varsa hepsi hemen hemen aynı kavrama düzeyine sahipler ve meraklılar. Onlar ile bağ kurabilmek için o dili bulmanız lazım. 10 cümle ile anlatacağınız bir şeyi 30 cümle ile anlatıyorsanız, kalan 20 cümleyi bizim öğrencimiz dinlemiyor.

"DİK SÜRÜNGEN YETİŞTİRMEK İSTEMİYORUZ"

-Öğrenciler arasında rekabet yaşanıyor mu?

90-95 alan öğrencimiz buna üzülüyor. Geçen haftalarda imtihanımız vardı. Zeka, Allah’ın bir lütfu. O zekadaki öğrenci yerinde duramıyor. Zekası onu bir yere götürmek istiyor. Fakat bu tehlikeli de bir istek. Kariyer takıntısına yakalanmış, Tarık Buğra’nın deyimiyle “dik sürüngen” insan yetiştirmek istemiyoruz biz. Okulda okunan müfredatı MEB’e bağlı olarak okuma programları ile geliştiriyoruz. 1-2 yıl önce yaptığımız bir okuma programını bu yıl yapmıyoruz. Bizim de okumadığımız şeyleri okuyoruz. Onların karşısına o konunun acemisi olarak çıkmıyoruz tabi ama yeni bir şey sunuyoruz. Öbür türlü öğrenci bunu istemiyor. Daha başka şeyler görmek istiyor.

Sizin dünyayı çok iyi takip etmeniz gerekiyor. Ben edebiyat öğretmeniyim ama Türk edebiyatını dünya edebiyatından yeri geldiğinde daha iyi bilmeniz gerekiyor. Öğrenciniz sürekli Türk edebiyatından konuşmak istemiyor. Ben Japon edebiyatında biraz zayıfımdır. Öğrencinin biri Mishima’dan bahsetti. İsmen biliyorum, metnine aşina değilim. O benim bilmediğime taaccüb ediyor. Çünkü bilmem gerekiyor. Ben ondan sonra bu adamın kitaplarını sipariş edip okuyorum. Ertesi gün o öğrencime Mishima ile ilgili yeni bir bilgi vermezsem onunla bağ kuramam. Onun gözünde yerim düşmüş oluyor.

"YENİ NESLİ SİZ MAYALIYORSUNUZ"

-Sizin için öğretmenlik nedir?

Bu sevgisiz olmayacak bir şey. Bunu bir iş olarak gördüğünüz zaman olmuyor. Gerçekten zor tarafları olan bir meslek. Çok farklı yapıya sahip gençlerle karşı karşıya geliyorsunuz, buna göre bir hazırlığınız olması gerekiyor. Bunu bir sorumluluk olarak da görmeniz gerekiyor çünkü gelmekte olan nesli siz mayalıyorsunuz.

Yusuf Yüce

YUSUF YÜCE:

Kendinizi tanıtır mısınız?

Yusuf Yüce 1961 Tokat, Almus, Çiftlik Köyü doğumlu. Babayı hiç görmemiş, baba da kendisini görmemiş bir yetişkin.

2 yıl önce eşimi kaybettim. Çocuk olmadı, 2 defa tüp bebek denedik.

"ÖĞRENCİLERİMLE İLETİŞİMİ HİÇ KOPARMAM"

Öğrencilerinizle iletişiminiz nasıl?

Öğrencilerimle başlarda böyle olduğumu düşünmüyorum. Bir tavır olduğunu düşünüyorum. Fakat son 10-15 yıldır öğrencilerimle de velilerle de kesinlikle iletişimi hiç koparmam. Mutlaka telefonumu onlara veririm. Beni istedikleri zaman arayabilirler. Çocuklar ilgili mesela şunu söylerim: Okullarda veli görüşme saati vardır, 1 ders saati. Bazen 2 ders saati veririz. Velilerime de öğrencilerime de söylerim. Şu an gittiğim okulda sekizi yirmi geçe ders başlıyor. Diyorum ki, “Ben 7 buçuk gibi okuldayım, görüşebiliriz, öğlen yemek arası da görüşebiliriz. Beni uyarırsanız ders çıkışında beklerim, görüşebiliriz.”

Çocuklar görüşme ihtiyacı hissettiklerinde kesinlikle öğretmenler odasında oturmam, onlarla konuşmayı tercih ederim. Çocukları dinlemek isterim. Her konuda ama. Benimle konuşmadıklarında rahatsız olurum esas.

"SURATIMA TOKAT GİBİ YAPIŞTI"

Meslek hayatınızda unutamadığınız bir anınız var mı?

Ben senenin son günlerinde, şubat tatilinden önceki son hafta ve haziranda son hafta kesinlikle ders yapmam. Ama boş da geçirmem. Orada çocuklara bir video izletirim, tahtaya güzel bir söz yazarım, bir hikâye anlatırım, bir anımı anlatırım, onları dinlerim.

Bazen öğretmen eleştirisi yaptırırım. Bazen öğrenci eleştirisi yaptırırım. Bazen veli eleştirisi yaptırırım. Bana bunlar çok şey katar. Bunlardan birisi yaşanmış oldu:

İşte son hafta internetten çeşitli videolar derledim, bunları izleteceğim diye karar verdim ve bir 7. sınıfta, kız erkek karışıktı sınıf, baba videosu izlettim. Bir tane kızım ağlamaya başladı. Allah kalbimden geçeni biliyor, saklamam da belli. Dedim ki kendi kendime, “Yahu ne kadar güzel bir video seçmişim. Çocuğu ağlattım.” Tabii hepsi de pür dikkat izliyor. Ama teneffüse çıktık, kız hala ağlıyor. Dönmeliydim, ama dönmedim.

İkinci derse geldim hala ağlıyor. Ben de bir sorun olduğunu anladım. Kızımızı çağırdım. Söylemek istemedi. Sınıfı görevlendirdim, dışarı çıkardım. Israr ettim. “Hocam, bana büyük bir travma yaşattınız, çünkü ben 3 yıl, 5 de olabilir tam hatırlamıyorum, önce babamı kaybettim. Görüntü güzeldi ama ben hiç onunla ilgilenemedim, babamı hatırladım, çok üzüldüm.” dedi.

Burada öğrenciyi tanımamanın ne demek olduğu, adeta suratıma tokat gibi yapıştırdı kızım. Ama daha kötüsü var. Bu kızımızın annesi benim yemeğimi her gün tabağıma koyan biriydi. Okulun yemekhanesinde çalışıyordu.

"ELİNDEN GELENİ YAP GERİSİ TEFERRUAT"

30 yıllık bir öğretmen olarak meslektaşlarınıza tavsiyeleriniz nedir?

Ben öğrencilerime bazen böyle bunaldıklarında ya da bir şeyi yapamadıklarını düşündüklerinde, “Ne yapayım ne yapmalıyım” sorusu sorulduğunda dilim döndüğünce yol göstermeye çalışırım. Onlara söylediğim bir cümle var: “Ben sana desem ki şu sandalyeyi al aşağı indir, indirirsin. İşte aşağıdaki sandalyeyi yukarı çıkar, çıkarırsın muhtemelen. Ama şu masayı aşağı indir dersem bunu yapamazsın. Yani senden şunu bekliyorum: Elinden geleni yap ve elimden geleni yaptım de, gerisi teferruat.”

Şimdi mesleğe yeni başlayana da mesleğin içinde olana da -tabii kendime de söylüyorum- “Elinden geleni yaptın mı” sorusunu soruyorum. Elimden geleni yaptıysam sonuç ne olursa olsun rahat olmam lazım. Ama eksik bıraktıysam büyük bir sıkıntı.

Hanımzer AslanHANIMZER ASLAN: 

Kendinizi tanıtır mısınız?

Hanımzer Aslan 2002 yılından beri 18 yıllık bir öğretmendir. Son 3 senesini de Ümraniye Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde de müdür yardımcısı olarak çalışan bir tarih öğretmenidir. Tabii mesleğimizin ilk yıllarında çeşitli kolej ve dershanelerde çalıştıktan sonra 2008’de Milli Eğitim Bakanlığı nezdinden öğretmen olarak çalışmaya başladık. İlk görev yerimiz Hakkari idi. 14 aylık bir Hakkari deneyiminden sonra İstanbul Sultanbeyli’ye gelmek suretiyle İstanbul’da kaldığımız yerden devam ettik. Aslen Iğdırlıyım ama yaklaşık 40 yıla yakındır İstanbul’dayım.

"HAYAT BENİ BU NOKTAYA GETİRDİ"

Bu mesleği yapmaya nasıl karar verdiniz?

Aslında kader diyeceğim ama hakikaten öyle çünkü hiç düşünmüyordum. Öğretmenlik asla bana göre değil derken bir anda öğretmen oldum. Tarih bölümünden mezun olduktan sonra bilim adamı olacağım dedim. Hala öğretmen olmayı düşünmüyordum fakat şartlar vs, üniversitede akademisyenliğin de bana göre olmadığına karar verince özel sektörde öğretmenliğe başladım ve öğretmenliğin tam bana göre bir meslek olduğuna karar verince bu alanda yürümeye başladım. İyi ki de öyle olmuş. Hayat beni bu noktaya getirmiş. Öğretmen olmaktan çok mutlu ve memnunum şu an.

Başka bir meslek olsaydı yapar mıydım, herhalde yapmazdım, yapamazdım. Ben aslında öğretmenliğe ilk 2002 yılından önce üniversitede okurken başladım. Eski adıyla Çocuk Esirgeme Kurumu’nda arkadaşlarımızla birlikte, kurumdan izin almak suretiyle gönüllü öğretmenlik yaptık. İngilizce ve sosyal bilgiler öğretmenliği yaptım oradaki çocuklara. Çok iyi aktarabildiğimi görünce, “Aa ben bu işi yapabiliyormuşum” dedim. Öğretmenlik yapabildiğimi ilk orada fark ettim. Hayat da beni ondan sonra o doğrultuda sürükledi. İyi ki de sürüklemiş.

"UÇURUM KENARINDAN GİDİYORDUK"

Sizce doğuda ve batıda öğretmenlik yapmanın farkları nelerdir?

Aslında her ikisinin de farklı avantaj ve dezavantajları var. Doğuda öğretmenlik yaptığınız zaman tabi ki koşullar bakımından şehirdeki okullara göre imkanları çok kısıtlı. Örneğin üniversiteye hazırlık süreci esnasında çocuklarımıza kaynağa ihtiyaç duyduk ama Hakkari’de kaynak bulamadık. Büyük şehirlere üniversiteye hazırlanırken çocuklarımızın yüzüne bakmadığı kaynaklara oradaki çocuklar inanılmaz derecede muhtaç.

Hakkari şehir merkezindeyim ama bir mahalle gibi düşünün. Bir şehir merkezi gibi değil, kırtasiye, kitabevi bulamıyorsunuz. Bir dağın yamacında, kuytuda köşede kalmış bir il merkezi. Çocuklar kaynağa aç zaten. Azimliler, çalışmak istiyorlar ama kaynak yetersizliği var. Ne yapalım... Burada özel okulda çalışan bir arkadaşımdan rica ettim, dedim ki, “Burada çocukların kullanmadığı ve artık işine yaramadığı üniversiteye hazırlık kaynaklarını lütfen toplayın ve bize gönderin.” O kolejde öyle bir ses getirmiş ki bütün öğrencilerden koli koli kaynak aldık. O kaynaklar kargoyla okula geldi. Biz onları öğrencilerimize dağıttık. Oradaki o çocukların sanki hayal ettikleri bir şeye kavuşmuş gibi... Anlatamam, yani şu an anlatırken bile inanamıyorum duruma. Kitapları kucaklayayım, hemen açıp soru çözmeye başladılar. Biz de o kaynakları bol bol dağıttık. İmkânsızlıklar da mevcut tabii. Hem jeopolitik durumundan dolayı ulaşım sıkıntısı. Ulaşabileceğiniz en yakın şehir merkezi 600 km uzaklıkta.

Biz Hakkari merkezden çıkmak için uçurumların kenarından gidiyoruz. Bazen karlı buzlu yollarda inanamayacağınız kadar riskli uçurumlardan yol almak durumunda kalıyorsunuz ve bu da sık sık mümkün olmuyor. Çeşitli imkansızlıklar var ama insanı olarak, insani değerler bakımından oradaki insanların cana yakınlığı çok motive edici, teşvik edici. O yönü güzel. Ama tabii çeşitli dramlara da tanık oluyoruz. Farklı yönlerdense, benzer yön, oradaki da insan, buradaki de. Her iki bölgenin insanlarından farklı dramları siz de tanık oluyorsunuz. Öğretmen her yerde öğretmen. Orada da farklı zorluklarla karşılaşıyorsunuz, burada da farklı.

Öğrencileriniz ile aranızdaki ilişki nasıl?

Tatlı sert, öyle diyeyim. Çok otoriter bir yaklaşımla değil ama çok toleranslı bir yaklaşımla da değil. İkisinin ortasını bulmak suretiyle bu doğaçlama gerçekleşiyor. Bir de ben öğrencilerime verdiğim değeri hissettiriyorum. Hakikaten çok değer veriyorum ve hissettiriyorum. Tarih öğretmenim, Hakkari’de de İstanbul’da da tarih anlattım. Bir kere yararlı olduğu kısmı siz öğrenciye güzel anlatırsanız, empoze ederseniz öğrenci size sınıfta disiplini ve yönetimine dair bir sorun yaşatmıyor. Her öğrenciyi gerçekten yoğun bir dikkatle dinlemek gerekiyor. Sıkıntılarını, sevinçlerini, problemlerini, ihtiyaçlarını göz ardı etmemek gerekiyor sınıf ve okul içerisinde. Bu anlamda öğrenciyle samimi bir diyalog yakaladığınız taktirde saygı da sevgi de peşi sıra geliyor zaten. Çok güzel bir sinerji oluşuyor ortamda. Yani öğrenci sizin onu gerçekten canı gönülden dinlediğinizi ve samimi bir şekilde ona yardım etmeye çalıştığınızı hissederse siz ona yardım edemeseniz de onun için sorun değil artık.

Öğrencilerinize anne şefkati ile mi yaklaşıyorsunuz?

Ben de 2 çocuk annesiyim. Tabii ki çocuklarım olduktan sonra çocuk psikolojisini daha iyi anlamaya başladım. Neye, nasıl tepki verdiğini gençlerin ve ergenlerin anladım. Ben 15 ve 18 yaş aralığındaki ergenlerle çalışıyorum. Daha iyi anlıyorsunuz tabii anne olduğunuzda ama sizin samimiyetinizi öğrenci hissettiği taktirde sizden destek istediği noktada siz ona destek olamasanız bile onun size duyduğu sevgi, saygı ve güvenden hiçbir şey eksilmiyor. Samimiyetinizi anlaması lazım. Bütün dikkatinizi canı gönülden ona verdiğinizi görmesi gerekiyor. Bunu gördüğü zaman zaten hiçbir problem kalmıyor.

"ÇARESİZ KALDIĞIMIZ DURUMLAR OLUYOR"

Meslek hayatınızda en unutamadığınız an hangisi?

Neşelendiğimiz şeyleri unutuyoruz ama üzüldüğümüz şeyleri unutamıyoruz. O içinizde hep kalıyor. Özetle şunu söyleyebilirim: Daha çok ebeveyn kayıpları, evde istismar durumları öğrencilerimizi en derinden yaralayan durumlar oluyor.Buna şahit olduğumuz için bizde çok üzülüyoruz. bazen çaresiz kaldığımız durumlar oluyor.

Doğuda öğretmenlik yapanlara neler söylemek istersiniz?

Öğretmenlik kutsal bir meslek. Çok sıkıntılı, ücra köylerde zor koşullarda öğretmenlik yapan arkadaşlarıma buradan selam olsun. Çok büyük fedakarlıklar yapıyorlar. Büyük şehirlerde de çalışmanın ayrı zorlukları var. Bu dönemde öğrencilerimizi kadar çok uyaranla karşı karşıyalar ki... Bizim için eğitim ayağı ile alakalı görevimizi hakikaten zorlaştırıyor. Doğuda da Batıda da böyle. Dünyanın her yerinde zor bir meslek. Öğretmenlik asla maddi bir kazanç sağlama amacıyla yapılacak bir meslek değil. Yaptıklarınızın karşılığı hiçbir ödeme ile karşılık bulmaz. Bir maaşım olsun mantığı ile gelirlerse bu mesleğe hakikaten çok mutsuz olurlar. Bana göre öğretmenlik doğuştan kazanılan bir yetenektir.

KAYNAK: HABER7
YORUMLAR 4
  • Osman 4 yıl önce Şikayet Et
    Degersizlestirilen öğretmen likte n değerli eğitim öğretim nasıl beklenir..? Sınıflardaki gerçeklerle yüzleşmed en olmaz disiplin ama nasıl? Yaptırım ama sadece öğretmene değil. ..
    Cevapla
  • Alper 4 yıl önce Şikayet Et
    "Kitle insanı olmasınlar diye uğraşıyoruz " Başlık güzel ama ne menem işse günümüzün devlet kadrolarında yer alan bir çok insan, devlete millete ve milletin seçtiği meşru hükümete çok rahatlıkla salvolar savurabilmekteler. Eğitim esnasında millilik duyguları ne yazıkki biraz ötelenmiş. Eğitim sadace a, b, c, olmamalı.
    Cevapla
  • mertt 4 yıl önce Şikayet Et
    genç nesil berbat acil önlem alınması gerek...bazı öğretmenlerin de kendilerine çeki düzen vermesi gerek..durum vahim...
    Cevapla
  • Adem 4 yıl önce Şikayet Et
    Cumhurbaşkanlığı baş komutanlık gibi belki baş öğretmenliğin de temsilcinin en üst temsille cumhurbaşkanlığı özelinde temsili hatta bir eğitim yaveri atamasında düşünülmesi gerekir. Böylece öğretmenler ve eğitimimiz belki özlenen Türk millî eğitim şuurunda hızlı ve ivedi bir adım atılmış olur. Eğitimde de ani ve hızlı mudahele gerektirecek eylemler gerekebiliyor. Bilgilerinize arz ederim
    Cevapla
DİĞER HABERLER
MÜSİAD Başkanı Asmalı'dan İsrail iddialarına sert tepki: 'Manipülasyon yapılıyor'
DEM Parti'den skandal Türk bayrağı kararı!