İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy vefatının 85'inci yılında anılıyor

İstiklal Marşı'mızın yazarı Mehmet Akif Ersoy, vefatının ardından 85 yıl geçti. Ünlü şair Mehmet Akif Ersoy Osmanlı'nın son döneminden Kurtuluş Savaşının bitimine kadar hem cephede hem de sivil hayatta bu millet için mücadele etti.

GİRİŞ 27.12.2021 18:57 GÜNCELLEME 01.01.2022 00:12
Bu Habere 41 Yorum Yapılmış

Mehmet Akif Ersoy, Kurtuluş Savaşı sonrası yazdığı Türkiye Cumhuriyeti'nin Ulusal Marşı olarak 12 Mart 1921 yılında kabul edilen İstiklal Marşı'nın şairi ve güftekarıdır. 20 Aralık 1873 tarihinde dünyaya gelen ve 27 Aralık 1936 senesinde hayata gözlerini yuman Mehmet Akif Ersoy'u, 85. ölüm yıl dönümünde saygıyla anıyoruz.

Türkiye’nin İstiklal mücadelesinin sembol isimlerinden Mehmet Akif Ersoy, Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekili olarak görev yapmıştı. Mehmet Akif Anadolu’nun birçok şehrinde camilerde verdiği hutbelerle halkın milli duygularını coşturmuş ve halkın milli mücadeleye destek vermesinde önemli rol oynamıştı. Kurtuluş Savaşını destanlaştırarak yazdığı İstiklal Marşı’nı da millete armağan etmişti. 

1923 yılında Ankara’dan İstanbul’a dönen Mehmet Akif Abbas Halim Paşanın daveti üzerine kışı geçirmek üzere Mısır’a gitti. 1926 yılına kadar kışları Mısır’da geçiren Mehmet Akif’e 1925 yılında Türkiye’ye döndüğünde Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Kur’an’ın Türkçeye tercümesi teklifi yapıldı.  Uzun süre bu teklifi reddeden Mehmet Akif ısrarlar karşısında kabul etti. 6-7yıl kadar üzerine çalışma yaptı. Ancak 1932 yılı Ramazanında teravih namazından sonra Kur’an yerine Türkçe tercüme okunması kendisinde yapacağı tercümenin Kur’an yerine okutulma endişesini doğurdu.Bu endişe üzerine Diyanet İşleri Başkanlı ile yapmış olduğu sözleşmeyi feshetti. 

1926 kışından itibaren Mısırdan dönmeyen Mehmet Akif Kahir’e yakınlarındaki Hilvan’a yerleşti. Kahire’deki “Câmi-ül Mısriyye" adlı üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı dersleri veren Mehmet Akif maddeten sıkıntılı bir hayat yaşadı. 1936 yılında rahatsızlanan Akif hava değişimi için önce Lübnan’a sonrasında ise Antakya’ya gitti. Ancak hastalığının ilerlemesi üzerine 1936 yılının haziran ayında istanbul’a gelerek tedaviye burada devam etti.  İstanbul’da bulunduğu süre içinde eski dostları, sevenleri tarafından sık sık ziyaret edilen Mehmet Akif, 27 Aralık 1936 tarihinde Beyoğlu’ndaki Mısır apartmanında kaldığı dairede hayatını kaybetti. Gazeteler ertesi günü Akif’in vefat haberini verdiler. 

BEYAZID CAMİİ'NE GENÇLER VE SEVENLERİ AKIN ETTİ

Ertesi günü Beyazıd Camisindeki cenaze namazına onu seven binlerce genç ve dostları katıldı. Akif’in cenaze namazı için herhangi bir resmi bir tören hazırlanmamıştı. Cenazeye resmi kişilerden ve kuruluşlardan katılan hiç kimse olmadı.  Mehmet Akif’in Cenaze namazına bir hukuk fakültesi öğrencisi iken katılan Prof.Dr.Sulhi Dönmezer  5 Ocak 1987 de Tercüman gazetesinde  “ Akif’in Cenaze Töreni” başlıklı yazısında o günü şöyle anlatacaktı :

LOKANTADAKİ BAYRAK ALINDI VE AKİF'İN CENAZESİNE ÖRTÜLDÜ

‘…O zamanların ülkemizde egemen tek partinin otoriter düzeni içinde kimse idare ile çelişkiye düşmek istemediği için basında Mehmet Akif’in yurda dönüşü ve hastalığının seyri hakkında pek fazla haber yayınlanmazdı…. 

Bizler alana geldiğimizde, namaz saatinin yaklaşmış bulunmasına rağmen bir tabuta rastlamadık, hep birlikte bekliyoruz. Birden lokantanın ön kısmını bir cenaze otomobilinin geldiğini gördük, iki kişi üzerine örtü dahi konmamış bir tabutu indirdiler. Yoksul bir fakirin cenazesinin getirildiğini düşünerek bir kısım arkadaşlar yardıma teşebbüs ettiler. Fakat tabutun Mehmet Akife ait bulunduğu anlaşılınca bir anda yüzler genç ağlamaya başladı. …Gençler hemen Emin Efendi Lokantasının bayrağını alarak tabutun üstüne örttüler. Sonra merhumun bir kısım arkadaşları gelmeye başladı ama ne vali,ne belediye reisi ve ne de tek partinin zimamdarlarından hiç kimse ortalarda yoktu.” 

O tarihlerde Milli Türk Talebe Birliğinde görevli bulunan Prof.Dr. Abdülkadir Karahan da cenazeye katılmış ve bir konuşma yapmıştı. ‘Akif’in Ebediyete Uğurlanışı ve Sonrası’ başlıklı bir yazıda hatıralarını anlatan Karahan cenaze töreni sonrasında başına gelenleri şöyle anlatıyordu : 

BU MİLLETİN ÇOCUKLARI ONU OMUZLARINDA TAŞIDI

‘Burada bir olaya daha değinmek isterim. Benim o eşi az bulunur Milli Marşımızın eli öpülecek şairimizin kabir başındaki hitabemi, takdir yerine adeta tekdirle karşılanmak istenmesini ben bugün bile bir muamma gibi çözemediğimi de işaret etmek isterim.Çünkü 3 gün sonra beni Yüksek Öğretmen Okulundan Emniyet Müdürlüğüne istediler. Bir şube müdürü beni sorguya çekti. “ Ne sıfatla resmi makamların törene gerek görmediği bir şairin kabri başında konuşma yaptığımı sormuştu. Cevabım yaklaşık olarak şöyleydi: Ben herhangi bir şairin değil, Türk Bayrağı göndere çekilirken, yazdığı İstiklal Marşı ile göklere seslenen bir zatın kabri başında milletimizin duygusunu, saygısını dile getirdim. Beni buraya çağırmakla hata işlemiş bulunuyorsunuz.”

Dönemin yöneticileri her ne kadar Mehmet Akif'e bir cenaze töreni hazırlamamış olsalar da sevenleri ve binlerce üniversite öğrencisi onu son yolculuğunda el üstünde Edirnekapı mezarlığına kadar taşıdı. 

MİLLET OLARAK BU UTANCI HİÇBİR ZAMAN UNUTAMADIK 

Türk milleti olarak İstiklal Marşı şairine yapılan bu kimsesizliği unutamadık. Şimdiye kadar acı bir hüzün olarak Akif'e yapılan bu haksızlık hala hafızamızdaki izlerini koruyor. 

 

 

İşte Mehmet Akif Ersoy'un hayat hikayesi...

MEHMET AKİF ERSOY KİMDİR?

 

Mehmet Akif Ersoy, 20 Aralık 1873 tarihinde İstanbul'da dünyaya geldi. İlköğrenimine Fatih'te Emir Buhari Mehtebi'nde başlayan Ersoy, ortaöğrenimine Fatih Merkez Rüştiyesi'nde başladı. Bir yandan da Fatih Camii'nde Farsça derslerini takip eden Mehmet Akif Ersoy, dil derslerine büyük ilgi duydu.

Rüştiyedeki eğitimi süresince Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca gibi dil derslerinde her zaman birinci oldu ve okulunda Türkçe öğretmeni Hersekli Hoca Kadri Efendi'den oldukça etkilendi.

Rüştiyedeki eğitiminin ardından annesi medrese eğitimi istese de babasının desteğiyle Mehmet Akif Ersoy 1885'te dönemin popüler okullarındna olan Mülkiye İdaresi'nde eğitim görmeye başladı. 1888'de okulun yüksek kısmında okurken babasını kaybetti ve bir yıl sonra büyük Fatih yangınında evleri yandı. Yaşanan bu 2 olumsuz gelişme, Mehmet Akif Ersoy'un ailesini yoksulluğa sürükledi.

Babasının öğrencisi Mustafa Sıtkı, aynı arsa üzerine bir ev inşa etti ve aile bu evde yaşamaya başladı. Bir meslek sahibi olmak isteyen Mehmet Akif, Mülkiye İdaresi'ni bırakarak Ziraat ve Baytar Mektebi'ne kaydoldu.

1895'TE KUR'AN'A HİTAB ŞİİRİ YAYINLANDI 

Mezuniyetinin ardından Fransızcasını geliştiren Mehmet Akif, 6 ay içerisinde de Kur'an'ı ezberledi ve hafız oldu. Hazine-i Fünun Dergisinde 1893 ve 1894'te birer gazeli, 1895'te ise Mektep Mecmuası'nda "Kur'an'a Hitab", adlı şiiri yayınlandı, memuriyet hayatına başladı.

Okulu bitirdikten sonra Ziraat Bakanlığı'nda memur olarak göreve başlayan Ersoy, 1893 - 1913 yılları arasında memuriyet hayatını sürdürdü. Mehmet Âkif, edebiyata olan ilgisini şiir yazarak ve edebiyat öğretmenliği yaparak sürdürdü. Resimli Gazete'de Servet-i Fünun Dergisi'nde şiirleri ve yazıları yayımlandı. İstanbul'da bulunduğu sırada bakanlıktaki görevinin yanı sıra önce Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi (1906)'nde kompozisyon (kitabet-i resmiye),sonra Çiftçilik Makinist Mektebi'nde (1907) Türkçe dersleri vermek üzere öğretmen olarak atandı.

TEŞKİLAT-I MAHSUSA'DA GÖREV ALDI

Balkan Savaşı'ndan sonra, ilk olarak Umur-i Baytariye görevinden (1913), sonra yayınlarının hükümetle uygun düşmemesi nedeniyle aldığı ikaz üzerine Darülfünun müderrisliği görevinden (1914) ayrıldı. Yalnızca Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi'ndeki görevine devam etti. Harbiye Nezareti'ne bağlı Teşkilat-ı Mahsusa'dan gelen teklif üzerine Almanya'ya Tunuslu Şeyh Salih Şerif ile birlikte gitti.

Lübnan'da yaşayan Mekke Emiri Şerif Ali Haydar Paşa'nın daveti ile 1918'de bu ülkeye giden Âkif, Lübnan'da iken Şeyhülislamlığa bağlı Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye Cemiyeti başkatipliğine atandı.

ZAĞNOS PAŞA CAMİİ'NDEKİ VERDİĞİ HUTBE

Bu dönemde Anadolu toprakları işgale uğramış; Türk halkı Kurtuluş Savaşı 'nı başlatarak direnişe geçmişti. Bu harekete katılmak isteyen Âkif, Balıkesir'e giderek 6 Şubat 1920 günü Zağnos Paşa Camii'nde çok heyecanlı bir hutbe verdi. Halkın beklenmedik ilgisi karşısında daha birçok yerde hutbe verdi, konuşmalar yaptı ve İstanbul'a döndü.

Âkif, Kurtuluş Savaşı'nı desteklemesi nedeniyle 1920'de Dâr ül-Hikmet il-İslâmiye Cemiyeti'ndeki görevlerinden azledildi. İstanbul'da rahat edemeyen Mehmet Akif Ersoy, görevinden azledilmeden önce oğlu Emin'i yanına alarak Anadolu'ya geçti. Mustafa Kemal Paşa'dan Sebil'ür-Reşad'ı Ankara'da çıkarması için gelen davet üzerine TBMM'nin açılışının ertesi günü olan 24 Nisan 1920 günü Ankara'ya vardı.

KURTULUŞ SAVAŞINDA BÜYÜK GÖREVLER YAPTI

Ankara'ya varır varmaz ona verilen ilk görev, Konya Ayaklanması'nı önlemek için halka öğütler vermek üzere Konya'ya gitmekti, büyük gayretine rağmen Konya'da kesin bir sonuca ulaşamadı ve Kastamonu'ya geçti. Halkı düşmana direnişe teşvik için 1920 yılının Kasım ayında Kastamonu'daki Nasrullah Camisi'nde verdiği ateşli vaaz, Diyarbakır'da basıldı ve tüm vilayetlere ve cephelere dağıtıldı.

SAKARYA'DA BİR DİRENİŞ HATTI FİKRİ ONUNDU 

1921'de Ankara'da Taceddin Dergahı'na yerleşen Mehmet Âkif, Burdur milletvekili olarak meclisteki görevine devam etmekteydi. O dönemde Yunanların Ankara'ya ilerleyişi karşısında meclisi Kayseri'ye taşımak için hazırlık vardı. Bunun bir dağılmaya yol açacağını düşünen Mehmet Âkif, Ankara'da kalınmasını, Sakarya'da yeni bir savunma hattı kurulmasını önerdi; teklifi tartışılıp kabul edildi. Taceddin Dergahı'nda kaldığı ev Mehmet Akif Ersoy Müzesi olarak ziyarete açıktır.

İSTİKLAL MARŞI ÖDÜLÜNÜ BAĞIŞLADI

Aynı dönemde Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey'in ricası üzerine arkadaşı Hasan Basri Bey kendisini ulusal marş yarışmasına katılmaya ikna etti. Konulan 500 liralık ödül nedeniyle başlangıçta katılmayı reddettiği bu yarışmaya, o güne kadar gönderilen şiirlerin hiçbiri yeterli bulunmamıştı ve en güzel şiiri Mehmet Âkif'in yazacağı kanısı mecliste hâkimdi. Mehmet Âkif'in yarışmaya katılmayı kabul etmesi üzerine kimi şairler şiirlerini yarışmadan çektiler. Şairin orduya ithaf ettiği İstiklâl Marşı, 17 Şubat günü Sırat-ı Müstakim ve Hâkimiyet-i Milliye'de yayımlandı. Hamdullah Suphi Bey tarafından mecliste okunup ayakta dinlendikten sonra 12 Mart 1921 Cumartesi günü saat 17.45'te ulusal marş olarak kabul edildi. Âkif, ödül olarak verilen 500 lirayı Hilal-i Ahmer bünyesinde, kadın ve çocuklara iş öğreten ve cepheye elbise diken Dar'ül Mesai vakfına bağışladı

 

YORUMLAR 41
  • Cafer 2 yıl önce Şikayet Et
    O zamanki zihniyet hale devleti ve ülkeyi tapulu malı görmeye devam ediyorlar ve iktidar değişse dahi bürokrasiye hakimler,aşağı yukarı devletin tüm organlarında zihniyet olarak etkinlikleri var,kendilerinin dışında ülkeyi idare edenlere,bugüne kadar hiç tahammülleri olmadı.Geçmişte TSK,yargıyı,basını ve sokak olaylarını aktif olarak herzaman kullandılar. Ülkeyi demir yumrukla idare etme hayallerinden hiçbir zaman vazgeçmediler,demokrasinin yerleşmesine ve insan haklarının yaygınlaşmasına tahammülleri yok.
    Cevapla
  • VanLI 2 yıl önce Şikayet Et
    Abdulhamit Hana yaptiklari için gercekten içimde bi kirginlik var mehmet akif ersoya benden çok daha iyi insan ama işte insan ceddine yapilanlari unutamiyor...
    Cevapla
  • sait dbakır 2 yıl önce Şikayet Et
    allah ramet etsin mekanı cennet olsun
    Cevapla
  • Eğrisi doğrusu 2 yıl önce Şikayet Et
    Bizi bu zihniyetle bugüne kadar yaşattılar yaşamaya da devam ediyoruz bu zihniyet yedi düvelden besleniyor oraya neşteri vurmadığın sürece de devam edecek gençlerimizi evlatlarımızı zehirlemeye devam edecek
    Cevapla
  • k.erdem 2 yıl önce Şikayet Et
    Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun ruhları için el fatiha,
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
DİĞER HABERLER
Muhittin Böcek'in tek kozu CHP seçmenini bile irite ediyor
Seçime 3 gün kala CHP'de kaos! Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu kavgası