Pamuk'u Nobel'e götüren 7 roman

Nobel Ödülü ile birlikte çıkan tartışmalar gösterdi ki Orhak Pamuk'un siyasi misyonu edebiyatından çok önemsenmiş. Peki bir edebiyatçı olarak Pamuk neler yazmıştı?

Pamuk'u Nobel'e götüren 7 roman
Pamuk'u Nobel'e götüren 7 roman
GİRİŞ 10.11.2006 07:18 GÜNCELLEME 10.11.2006 07:18

Mustafa Yürekli, Kanal 7’de yayınlanan, o zamanlar Ahmet Hakan Coşkun’un sunduğu İskele Sancak programının yapımcılığını yürütürken  Orhan Pamuk’u konuk alıyor ve bu yüzden de kalın bir dosya hazırlıyor. Yürekli, tanıdığı Orhan Pamuk’u yazıyor. Bu kalın dosyada yer alan Pamuk’un hayat hikayesine, kitaplarına dair tuttuğu notları okuyucusuyla paylaşıyor ve  ona Nobel Ödülü’nü getiren yedi romanını anlatıyor.


ORHAN PAMUK İSKENKELE SANCAK'TA


Aslında birkaç yıldır süren bir ilişkiydi bu: Önce Süleyman Çobanoğlu’nun sunduğu ve yapımcılığını yaptığım Bu Ülke programı için aramıştım Pamuk’u; ne var ki prensiplerde mutabakata varmamıza rağmen çalışmalarının yoğunluğu nedeniyle gerçekleştirememiştik programı.


Zaman zaman çeşitli programlar için görüştük.. Yıllar içinde telefon sohbetleriyle gelişen bir tanışıklık oluşmuştu.


Nihayet ilk ve tek siyasi romanı “Kar” yayınlanınca Orhan Pamuk da İskele Sancak’a davetimize icabet etti.. Konuşulacak çok şey vardı şüphesiz, elimde de büyük bir dosya vardı ve geri sayım başladı. Cuma akşamı (25 Ocak 2002) Ahmet Hakan Coşkun’un önüne hazırladığım uzun bir soru listesini koyduğumu hatırlıyorum.


Gerçekten Ahmet Hakan o gece Orhan Pamuk’la çok oylumlu, çok renkli ve çok sıcak bir söyleşi gerçekleştirdi.. Bu yazıyı kaleme almadan önce oturup Orhan Pamuk’un konuk olduğu İskele Sancak’ı baştan sona dikkatlice izledim, notlar aldım. Zaten Orhan Pamuk dosyası kütüphanemde duruyordu.


Bütün bu bilgileri ve düşünceleri, niçin okuyucularımla paylaşmıyorum diye düşündüm ister istemez. Türkiye'nin en çok okunan, tanınan yazarı Orhan Pamuk, 2006 Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibi olmuştu çünkü. Böylece birkaç yıldır süren heyecanlı bekleyiş, tahminleri haklı çıkaran mutlu bir sona ulaşmıştı. Peki ama Nobel getiren bu romanlarda Orhan Pamuk ne anlatmıştı? Her bir romanı için bile pek çok şey söylenebilirdi oysa..


ORHAN PAMUK’UN ÇOCUKLUĞU VE GENÇLİĞİ


1952'de İstanbul’un tanınmış burjuva ailelerinden birinin son çocuğu olarak Nişantaşı'nda doğdu. Babası IBM firmasının Türkiye bölümünde genel müdürlük yapmış olan Gündüz Pamuk, annesi 1700'lü yıllarda Girit valiliği yapmış olan İbrahim Paşa'nın soyundan Şeküre Hanımdı.


İskele Sancak’ta çocukluğuyla ilgili olarak bütün söylediği “Tembel, şımarık, sulu bir öğrenci'  olduğuydu. Fakat çocukluk ve gençlik yıllarına ilişkin ilginç detaylar vermekten de çekinmedi: İlkokula, amca ve babasının da okulu olan Işık Lisesi’nde başlayan küçük Orhan, iki sene sonra babası IBM Genel Müdürü olup Ankara’ya gidince, başkentteki Mimar Kemal İlkokulu’na devam etmiş. Tekrar İstanbul’a döndüklerinde ise Işık Lisesi bu sefer Orhan’ı almamış. O da bu yüzden Şişli Terakki’den almış diplomasını. Ardından hemen Robert Kolej’e kaydını yaptırmış.


1970 yılında Robert Kolej’inden mezun olmuş. O yıllarda Orhan Pamuk’un bugünkünün aksine bir imajı varmış: “Tembel, başarısız, şımarık, durmadan şaka yapan ama okulda ressam olarak” bilinen falan. 6–7 yaşlarında resme başlayan Pamuk, 22 yaşına kadar devam etmiş resme. Orhan Pamuk, Cevdet Bey ve Oğulları (1982) kitabındaki gibi bir ev ve ailede, İstanbul'un Nişantaşı semtinde büyüdü. Uzun yıllar ressam olma hayali kurarak Robert Kolej'de okudu.


Robert Kolej'in ardından dedesi ve babası gibi önce İstanbul Teknik Üniversitesi’nde mühendis olmak için okumaya başlayan (1970) Pamuk, üçüncü yılın sonunda mimar ya da ressam olamayacağına karar verdiği için buradan ayrıldı.


Devam zorunluluğu olmadığı için yazıya daha çok vakit ayırabileceğini düşünerek İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü'ne girdi . Burayı 1977'de bitirdi. Bu mesleği Kar romanı dışında hiç yapmadı.


Yine askere gitmemek için mastere bile başladı. (Pamuk, 12 Eylül’den sonra çıkan kısa dönem askerlik imkanıyla Tuzla’da 4 ay yapacaktır askerliğini.)

'AİLEM MANEVİYATIMI BOZARDI'


Orhan Pamuk, 22 yaşında romancı olmaya karar verince, resmi bırakmıştı. İlk romanı ‘Cevdet Bey ve Oğulları’nı yazmaya başlamıştı.


1985-1988 yılları arasında Iowa Üniversitesi tarafından verilen 'International Writing Program' (IWP) kursuna katıldı. Amacı dünyanın değişik bölgelerinden gelen ve gelecek vaat eden yazarların Amerikan hayatını tanımaları ve kitaplarını yazabilecek güzel bir ortama kavuşmaları olan kurs sonrasında kendi deyimiyle 'hayatı değişti


Pamuk bu dönemde, hatta biraz daha önce 18 yaşlarında iken kolejdeki burjuva arkadaşlarından birdenbire kopmuş ve kendi iç dünyasına çekildi. Bunda aile içindeki tartışmalı ortamın da etkisi vardı:


“Kabaca kavgalı bir ailede yetişmek... Bütün bunlar bende iz bırakmıştır, ama Türkiye’de ailelerin belki yüzde 70–80’i böyledir. Annemle babam kavga ettiklerinde beni alır Şevket Radoların evine, ağabeyimi de başka bir yere bırakırlardı.'


Annesi ile babası 1972'lerde evleri ayırırlar, 1978'de resmen boşanırlar. (Gündüz Pamuk, ikinci evliliğini ise, 1989–93 yılları arasında da SHP Merkez Disiplin Kurulu üyeliği yapmış Fatma Feyza (Geç) Hanım’la gerçekleştirir ve 1980'de de Hümeyra adlı bir kızı olur).


Bu dönem Şevket Amerika'da olduğu için annesiyle Teşvikiye'de yalnız oturan Pamuk'un hayatındaki en zor dönemdir: “O süre içerisinde annem bana anlayış göstermedi. Siz roman yazıyorsunuz ve roman yazmanızın bir sonuç vermeyeceğini kafanıza kakıyor. Türkçe söyleyeyim, maneviyatımı bozardı. Saçmalıklarla uğraştığımı düşünürdü. Ama çok önemli değil. Bu dönemde babam birazcık daha hoşgörülü idi.”

'BİR BALTAYA SAP OLAMADIN...'


Peki Orhan Pamuk nasıl ve niye yazma ihtiyacı hissetmiştir? Bu sorunun cevabı, biraz da olsa Pamuk’un ikili ilişkilerdeki başarısızlığında yatmaktadır: “Ben bu konularda çok başarısızdım. İstediğim gibi kız arkadaşım olmazdı. Karizma da yoktu.”


Böyle olması mı onu yazı yazmaya itti acaba? “Bu beni yazarlığa kesinlikle itmiştir, ‘Ben size göstereyim, bakın ben ne kadar parlağım deme isteği.”  diyor Pamuk. Bu döneminde bir tek kişi hariç, herkes ve herşey Pamuk’un karşısındadır. Önce anne ve babasının eleştirilerine göğüs germek durumunda kalır. Sonra yakın çevresinin: “Mesela yakın aile çevremizde bir düğüne/davete gitmeye utanırdım. Çünkü orada, aile çevresinden olan bütün insanlar, –yaşım gelmiş 28–30’a, bilen utandığı için sormaz, ama bilmeyenler– ‘Aaa sen Gündüz’ün oğlu musun? Ne yapıyorsun şimdi?’ diye sorarlardı. (Çok kısık bir sesle) ‘Hiç bi–şey, ev–de–ro–man ya–zı–yo–rum.’ Çok zor bir durum. Sonra ‘Hiç bir baltaya sap olamama’ lafı benim için büyükler tarafından çok kullanılmıştır ve onları öldürmek isterdim.


Belki buydu kamçılayan onu.. Annesi ve babası daha sonra da ‘Demek ki seni iyi yetiştirmiştik de böyle yapmışsın. Niye şikayet ediyorsun?’ diyor. Pamuk, serzenişte bulunuyor: “Bu mantığa karşı hiç birşey söylenemez. Halbuki bu konuda çok acılarım var ama anlatmam herhalde.”

TRENİN SON VAGONU


Pamuk, bu uzun dönemde böyle dini olmayan bir içsel hayat yaşamaktadır:

Kendimi sol olarak görüyordum ama bir parti ya da siyasi gruba girip faaliyet gösterecek biri değildim. Bu iç dünyamı dostça bir şekilde emecek, beni içine alacak toplumsal kurumlar da eksikti. Bu süreçte ben korkunç derecede kitap okudum.


Orhan Pamuk, yazar olmakla olmamak arasındaki gidip geldiği bu dönemde trenin son vagonuna attı kendini:


“Ben de ‘Ne yapalım artık’ı oynadım hayatta. Çünkü para vermek istemiyorlardı. Annem ‘Baltaya sap ol, git bir yerde para kazan’ diyordu. Ben de gideyim bir reklamcı mı olayım gibi, oralara yaklaşıyor olabilirdim. Ama olmazdım, biliyordum, olmazdım.”  


Kendini o trene atamasaydı ne olurdu acaba... “30 yaşına kadar hiç iyi oynayamadım, durum kötüydü ama inanmaya devam ederdim.”


Pamuk'un ilk romanı Cevdet Bey ve Oğulları 1982'de basılır. Kitap 1979 Milliyet gazetesi’nin açtığı bir yarışmada 1983’te de Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazanmıştır.  


İlk kitabından itibaren yurtiçinde ve yurtdışında ödüller aldı. Kitapları hem çok sattı hem de edebi açıdan olumlu tepkiler aldı. Orhan Pamuk, insan hakları, düşünce özgürlüğü, demokrasi ve benzeri konulardaki düşüncelerini makaleler ve söyleşiler yoluyla aktarmaktadır. Yazar, Kürt sorunu ve Sözde Ermeni soykırımı ile ilgili bazı sözleri nedeniyle yargılandı.  


Orhan Pamuk, Kar kitabını, Türkiye'nin etnik ve politik meseleleri üzerine kurulu bir politik roman olarak tanımlamaktadır.


Romanlarının dışında, yazılarından ve söyleşilerinden seçmelerin ve bir hikâyesinin yer aldığı Öteki Renkler ve Ömer Kavur'un yönettiği Gizli Yüz adlı filmin senaryosu vardır. Bu senaryo, Kara Kitap romanındaki bir bölümden yola çıkılarak yazılmıştır. Benim Adım Kırmızı 34 dile çevrilmiş, Kar adlı kitabı Amerika'da 2004 yılında 'yılın en iyi 10 kitabından biri' olarak gösterilmiştir.


CEVDET BEY VE OĞULLARI (1982)


Nobel Ödülü kazanan en genç yazarlardan birisi olan Orhan Pamuk'un yazarlık kariyeri, 1982'de 'Cevdet Bey ve Oğulları'nın yayımlanmasıyla başladı. 1979 yılında Milliyet Roman yarışmasında birincilik ödülü kazanmasına rağmen ancak 1982'de kitaplaşan bu romanını klasik bir anlatım tarzıyla yazmıştı Pamuk.


Edebiyat dünyasının ilgisini ise 1983'te Orhan Kemal Roman Ödülü'nü kazanınca çekti. Fethi Naci şöyle yazmıştı: 'Türkiye'de Roman ve Toplumsal Değişme'yi yazdığım yıllarda yayımlansaydı Cevdet Bey ve Oğulları'nı en beğendiğim yirmi Türk romanı arasına alırdım.'


Orhan Pamuk, her ne kadar 'eleştirel gerçekçi' özellikler taşıdığı vurgulansa da bir ‘burjuva aile’nin hikâyesini anlatarak uzun süredir görülmedik bir çıkış yapmıştı. Orhan Pamuk'un sonraki kitaplarında da gideceği, çocukluğunun geçtiği Nişantaşı'nı mekân edinen bu roman okuyucunun fazla ilgisini çekmemekle birlikte dönemin eleştirmenleri tarafından beğenilmişti. Orhan Pamuk'un klasik roman anlatımı içinde kaldığı bu kitabı, bir çağ romanı olarak da nitelenir.


Bir yandan ayakta kalmaya çalışan ailenin ve erkeklerinin, bir yandan da yıkılan Osmanlı'nın, genç Cumhuriyet'in, kaybedenlerin ve kazananların romanı 'Cevdet Bey ve Oğulları'.Daha doğrusu bir ailenin Osmanlı'nın son yıllarından 1970'e kadar gelen 'üç kuşaklık' hikâyesinin anlatıldığı bir roman. Bir başka ifadeyle Türkiye’nin batılılaşma hikayesi.


Kitap yayınevi tarafından nasıl tanıtıldıysa, aslında bugüne kadar hep o şekilde yorumlana geldi: Nişantaşlı bir ailenin üç kuşak boyunca serüvenlerini anlatan bu kitap ev içlerinin renklerini, zamanın akışını, günlük sıradan konuşmaları akılda yer eden kahramanlar aracılığıyla saptarken okura geleneksel romandan alınacak hazları bütünüyle veriyor.


Yüzyıl başında İstanbul'da Abdülhamit'in son yıllarında küçük dükkan sahibi, ilk Müslüman tüccarlardan Cevdet Bey'in tutkusu hem işlerini büyütmek, zenginleştirmektir; hem de 'Batılı anlamda' çağdaş, modern bir aile kurmak. Kökü taşraya uzanan kendi geleneksel ailesini bir yana bırakarak bu isteklerini gerçekleştirmeye girişen yalnız ve tüccar Cevdet Bey'in ve oğullarının günümüze uzanan hikayesi bir anlamda Türkiye Cumhuriyeti'nin özel hayatının da hikayesidir.


Ev içlerini, yeni apartman hayatının, Batılılaşan büyük ailelerin, Beyoğlu'na çıkıp alışveriş etmelerin, radyo dinlenen pazar öğleden sonrlarının dikkat ve sevgiyle anlatıldığı bu panaromik roman Orhan Pamuk'a hak ettiği ünü getiren olgun bir ilk kitaptır.”


Orhan Pamuk bence Türkiye’de Avrupa hayalinin kuşaktan kuşağa yüz değiştirişini anlatıyor. “Cevdet Bey ve Oğulları” ile daha ilk adımda genelde Doğu dünyasında, özelde de Türkiye'de, Batı konusunda imrenme ile iğrenme arasında gidip gelen ikircikli ruh halini yakaladı. Kitaplarını okuyanlar iyi bilirler ki Pamuk, ne o eski düş ülkesinin hayalcisi ne de bugünkü Batı garezinin destekçisi olmuştur. Avrupa'nın sınır boylarında, Doğu ile Batı arasındaki tampon bölgede yaşayan bir toplumun bir uçtan diğerine savruluşunu keskin bir gözlemcilik, yarı hiciv, yarı keder taşıyan bir ustalıkla romanına nakşetti Pamuk.


Her eşyanın 'Avrupa'sı'nı arayan, biri yere tükürse 'Avrupa'ya rezil oluyoruz' diye sızlanan, Avrupa istedi diye yasalarından barbarlığı ayıklayan bir hayranlığın, ilk bocalamada yerini 'Onlar kendilerine baksın' refleksine bırakması ve Avrupa menşeli eşyaları hedef alması bir romancı için eşsiz malzemedir.


O, bu medcezir içinde, vaatkâr bir rüyanın ümitsiz bir kâbusa dönüşmesini betimleyerek tam da batı karşısında insanımızın ruh halini anlatmayı başardığı için ödüllendirilmiştir.


SESSİZ EV (1983)


Cevdet Bey ve Oğulları'nın yayımlanması uzun sürmüştü ama Orhan Pamuk geçen bu sürede boş durmadı. Romancı olmayı kafaya koyduğu belli oluyordu: Orhan Kemal Ödülü'nü almasından beş ay sonra ikinci romanı “Sessiz Ev” çıktı.


Yine bir ailenin hikâyesi, ülke sorunlarına paralel biçimde aktarılıyordu ama bu kez daha şenlikli bir roman yazmıştı Pamuk. Yine otobiyografik özellikleri vardı tabii; bu kez yazarın gençliğinde yazlarını geçirdiği Tuzla, Bayramoğlu, Gebze çevresinde geçiyordu roman.


Kahramanları üniversite ve lise çağındaki gençler olan roman bir yandan kuşak çatışması meselesine değinir ama özellikle Orhan Pamuk'un gözde izleği olan 'Doğu-Batı' meselesine odaklanır.


Biri tarihçi, biri devrimci, biri de zengin olmayı aklına koymuş olan üç torun babaannelerini ziyaret ederek, dedelerinin tam yetmiş yıl önce sürgün edildiğinde yaptırdığı evde bir hafta boyunca kalırlar. Babaannenin anıları yavaş yavaş aralanırken dedenin Doğu'yla Batı arasındaki uçurumu kapatacağını sandığı ansiklopediyi yazışı hatırlanır.


İkinci romanı 'Sessiz Ev'de anlatım tekniğini değiştirmiş, bilinç akışı ve iç monologlara, psikolojik tasvirlere ağırlık vererek modernist bir biçimi denemişti.


İlk roman kadar çok ses getirmese de 'Sessiz Ev', Pamuk'un yabancı bir dile çevrilen ilk kitabı oldu. Fransa'da basıldı ve 1991'de Prix de la Decouverte Europeene Ödülü'nü aldı. Bu iki romanında kimlik sorunları göze çarpmaktadır.


BEYAZ KALE (1985)


Venedikli bir köle ile bir Osmanlı alimi arasındaki 17. yüzyıl İstanbul’unda geçen gerilimi ve dostluğu anlatan Beyaz Kale Orhan Pamuk'un izleklerinin belirginleştiği bir roman olduğu kadar, ona ilk uluslararası ününü de kazandırdı. Engin Kılıç'a göre Orhan Pamuk'un bu romandaki önemli buluşu edebiyatın bilinen 'ikizler' izleğini Türkiye’nin ezeli Doğu-Batı ikilemi üzerine oturtmasıdır.


1990'dan sonra pek çok dile çevrilen kitap aslında 90'larda etkisini iyice hissettirecek 'post modern' yönelimlerin de ilk örneklerinden biri.


Tarihsel bir anlatı olmanın çok ötesine geçerek çok katmanlı bir metine dönüşen bu kitap bu yanıyla eleştirmenlerin ve edebiyat araştırmacılarının epey ilgisini çekmiştir. İşin hoş yanı, kitabın ilginç bir serüven olarak da rahatlıkla okunabilmesidir.


KARA KİTAP (1990)


Orhan Pamuk'un ABD'de geçen üç yılının ürünü olan kitap, büyük tartışmalar yarattı, yazarın en önemli ve 'tipik' yapıtı olarak akıllarda kaldı. Kara Kitap, Orhan Pamuk'un kendine has dil yapısının iyice belirginleştiği bir kitap. 'İstanbul'un sahne olduğu İslamcılık-Batıcılık, yerellik-evrensellik, modernlik-tarihin yükü çatışmalarını ortaya koyan, aynı zamanda bir turist rehberi gibi de okunabilen bir kitap...


Kimilerine göre okunması pek kolay ve keyifli olsa da kimilerinin dilini, içeriğini kıyasıya eleştirdikleri kitap zamanında büyük gürültü kopartmıştı. Gerek bu tartışmaların etkisi gerekse o zamana kadar Türkiye'nin hiç görmediği bir anlatıma sahip olması kitabın büyük satış rakamlarına ulaşmasını sağladı. Bu tartışmaları daha da körükledi. Kitabın Fransızcası ona ünlü Prix France Culture Ödülü'nü kazandırdı.


Kitapta çocukluk aşkı, arkadaşı, amcasının kızı, sevgilisi ve kayıp karısı Rüya'yı karlı bir kış günü İstanbul'da aramaya başlayan Galip'in hikâyesi anlatılırken araya köşe yazarı Celal'in tuhaf hikâyeleri girer...


YENİ HAYAT (1994)


'Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.' cümlesiyle başlayan ve bu cümleyle tanınan, ünü bir anafor gibi yükselerek o yıllarda Türk edebiyatının en çok satan kitabı olma ünvanını kazanan bir roman.


Okuduğu kitaptan fışkıran ışığa bütün hayatını veren, kitabın vaat ettiği 'yeni hayat'ın peşinden koşan kahraman hayat, çocukluk, ölüm, yazı, bayi toplantıları, taşra kentleri, yollar, otobüsler arasında savrulur durur.


Yeni Hayat, tuhaf biçimde Pamuk'un hem en çok satan hem de 'en zor' olarak tanınan kitabıdır.


Bu kitapla Pamuk'un Can Yayınları'ndan İletişim Yayınları'na geçişi, aldığı telif ücreti de çok konuşulmuştu.


BENİM ADIM KIRMIZI (1998)


Orhan Pamuk'un ilk aşkı resime selam gönderdiği altıncı romanı. Orhan Pamuk'un 'en renkli ve en iyimser romanım' dediği “Benim Adım Kırmızı”, 1591 yılında İstanbul'da karlı dokuz kış gününde geçiyor.


Şeküre, oğulları Orhan ve Şevket'le birlikte (yazarın, ağabeyinin ve annesinin isimleri) dört yıldır savaştan dönmeyen kocasının yerine kendine yeni bir koca arar. O sırada babası tek tek eve çağırdığı saray nakkaşlarına Osmanlı Padişahı'nın gizlice yaptırttığı bir kitap için Frenk etkisi taşıyan resimler sipariş etmektedir, ama aralarından biri öldürülür...


Orhan Pamuk'un 'minyatür sanatına ağıt' diye de nitelenen bu kitabı çok açık biçimde yine Doğu-Batı çatışmasına eğilir.


Nilüfer Kuyaş'a göre yazarın romanda kendi kültürüyle iddia sahibi olmanın tadını çıkarttığı bu yapıtı Türkiye'de olduğu gibi dünyada da çok beğenildi, çok okundu.


Orhan Pamuk bu kitabıyla Fransa'da Prix Du Meilleur Livre Etranger, 2002'de İtalya'da Grinzane Cavour ve 2003'te İrlanda'da International Impac-Dublin ödüllerinin sahibi oldu.


KAR (2002)


Yazarın 'İlk ve son siyasi romanım' dediği kitap, Barış Ödülü'nü aldığı Frankfurt ile Kars kenti arasında geçen bir siyasi taşlama. Orhan Pamuk'un içine sürüklendiği siyasi tartışmaların ardından aralarındaki akrabalığı vurguladığı ünlü kahramanı Ka'nın romanı.


Türkiye'nin küçük bir modelini kurduğu bu kitap ile Orhan Pamuk, Cumhuriyet'in neredeyse tüm temel çatışmalarını şiirsel bir dille tek kitapta topladı. The New York Times Book Rewiev tarafından 2004'ün en iyi 10 kitabından biri seçildi.


Pamuk'un Türkiye'de 'billboard'lara çıktığı, sinema reklamları ile tanıtılan kitap reklam kampanyası ile de dikkat çekmişti...


On iki yıldır Almanya'da sürgün olan şair Ka'nın yolu bir röportaj için Kars'a düşer.


Ağır ağır ama durmaksızın yağan karın altında sokak sokak bu hüzünlü şehri ve insanlarını tanımaya çalışır. İşsizlerle dolu çayhaneler, kardan mahsur kalmış gezici bir tiyatro kumpanyası, türban direnişi yapan kızlar veya intihar eden kızlar, çeşitli siyasal gruplar ve Ka için bir aşk ve mutluluk vaadi vardır.


ÖTEKİ RENKLER (1999)


Sadece Türkçe gazete ve dergilerde değil, yurtdışında yayımlanan edebi ve kültürel makalelerini bir kitapta toplamış Orhan Pamuk.


“Öteki Renkler” adını verdiği bu kitapta kendi özel not defterlerinden yaptığı geniş bir seçmeyi de okurlarıyla paylaşıyor.


 


HATIRALAR VE ŞEHİR (2003)


Orhan Pamuk'un en yeni kitabı. Bir anı kitabı olmakla birlikte yer yer kurgunun sınırlarına girdiği de bilinen kitap, Orhan Pamuk'un İstanbul'un geçmiş zamanlarına yönelik son derece kişisel bir anlatısıdır.


GİZLİ YÜZ (1991)


Ömer Kavur'un yönettiği, Zuhal Olcay, Rutkay Aziz, Sevda Ferdağ ve Fikret Kuşkan'ın başrollerde olduğu filmin Pamuk imzalı senaryosu kitap olarak da yayımlandı. Pamuk bu senaryoyu, Kara Kitap'taki bir hikâyeyi geliştirerek yazmıştı.


 


 


EDEBİYATIMIZIN HAKKI TESLİM EDİLDİ


Nobel Edebiyat Ödülü'nün kendisi sorgulanabilir, ama bu ödülü Pamuk'un almasını tartışmanın yerinde olmadığını düşünüyorum. Orhan  Pamuk'un Nobel Edebiyat Ödülü'nü almasının anlamını sorgulayanlar çıkacaktır elbette, ama aklın insana bir tek yolu göstermediğini bilenler, bu ödülün anlamını da birkaç boyutu birden düşünerek çözebilir.


Edebiyatı toplumsal hayatın bir parçası gibi görenler için Pamuk son dönem edebiyatımızın neredeyse kültleşmiş yazarları arasında akla ilk gelendir. Böyle olduğu için mi Batı'da da en çok tanınan Türk yazarı oldu, yoksa Batı'nın Pamuk'un önce romanlarına, sonra kendisine gösterdiği ilgi mi onun yurtiçindeki yerini sağlamlaştırıp etki alanını genişletti.


Bu ödülün Orhan Pamuk'a değil de Türkiye'ye verildiğini söyleyenler kadar, muhalif kişiliği ve devletle arasındaki gerilim yüzünden Orhan Pamuk'a verildiğini söyleyenler aynı kaba konabilir. İkisi de ayrı ayrı kesimlere anlamlı gelebilir, ama ayakları üstünde durmayan bu yargılar da bu ülkede edebiyatla ilişkinin çarpıklığını gösterir.


Sonunda, Orhan Pamuk ya da Nobel Edebiyat Ödülü çevresinde önceden yapılmış bütün tartışmalar bir yana, bugün ödül Orhan Pamuk'a verilmiştir. Ödülün Orhan Pamuk'un yazar kişiliği göz önünde tutularak romanlarına verildiğinden kuşku duymak için nedenler epeyce zayıftır.


Bu ödül, bir Türkiyeli yazara verildiğine göre, sonunda bizim edebiyatımızın gecikmiş hakkının teslim edilmesi olarak da görülebilir. Dolaylı da olsa, böyle bir sonucu vardır. Belki bu ödülü bugün en çok bu açıdan önemsememiz gerekir. Çünkü bizim edebiyatımız, kimilerinin düşündüğünün tersine, önemli bir edebiyattır ve uluslararası bir dilimiz olmadığı için, anlaşılamamıştır.


(Haber7)


ORHAN PAMUK'UN ESERLERİ


Cevdet Bey ve Oğulları


Sessiz Ev


Yeni Hayat


Beyaz Kale


Gizli Yüz


Benim Adım Kırmızı


Kara Kitap


Kar


İstanbul


Öteki Renkler

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
Batı Çin'den dersini aldı: Türkiye için tarihi fırsat!
Sürpriz gelişme: Hamas silah bırakma şartını açıkladı