'Türkler Rumlarla yaşamak istemiyor'

Akademik Çalışma Grubu'nun aynı zamanda üyesi olan bu haftaki konuğu Araştırmacı Nejat Çoğal'dı. Çoğal, Türk, Rum ve Yunan ilişkilerini ele aldı.

'Türkler Rumlarla yaşamak istemiyor'
'Türkler Rumlarla yaşamak istemiyor'
GİRİŞ 06.05.2009 03:46 GÜNCELLEME 06.05.2009 03:46

Türk Ocakları çatısı altında faaliyet gösteren “Akademik Çalışma Grubu’nun” bu haftaki konuğu, Araştırmacı Nejat Çoğal’dı. Kendisi de “Akademik Çalışma Grubu’nun” üyesi olan Çoğal “Kıbrıs, ülkemizin ve Kıbrıs Türklerinin güvenliği açısından vazgeçilmez öneme sahip, milli bir davadır.” diyerek sözlerine başladı.

Kıbrıs üzerine yaptığı araştırmalarını paylaşan Nejat Çoğal, Kıbrıs Adası’nın Türkiye’ye sadece 65 km mesafede bulunduğunu, Anadolu’nun doğal bir parçası konumunda olduğunu ifade ettikten sonra sözlerini şöyle sürdürdü: Kıbrıs, 1000 km uzaklıktaki Yunanistan’a bırakılamayacak kadar önemli ve değerlidir. Bu nedenle, Megali İdea haritasının ortaya çıktığı 1796 tarihinden itibaren, önce Osmanlı Devletini daha sonra da Türkiye Cumhuriyetini meşgul eden Kıbrıs meselesi, aradan 2 asır geçmesine rağmen hâlâ çözülmeyi bekleyen milli bir mesele olarak karşımızda durmaktadır.

1830 yılında İngiltere, Fransa ve Rusya’nın desteğiyle kurulan Yunanistan, bu devletlerin desteğiyle topraklarını yaklaşık 3 kat artırmıştır. Yunanistan’ın, komşuları aleyhine yürüttüğü bu Helen yayılmacılığı, büyük devletlerin himayesi altında halen devam etmektedir. Bu kapsamda Yunanistan, Ada’da “Enosis”i gerçekleştirmek için, son 50 yılda faaliyetlerini artırmış, Kıbrıs Türklerine yönelik katliamlardan, siyasi manevralara kadar her yolu denemiştir.

TÜRKİYE LİMANLARI RUMLARA AÇMAZSA AB SÜRECİ KESİLEBİLİR

Bu yılsonuna kadar Türkiye’nin Limanlarını Rum gemi ve uçaklarına açmadığı takdirde ise AB aralık zirvesinde, sürecin tamamen kesilmesi söz konusu olabilecektir. Kuşkusuz, limanların açılması, Rum-Yunan tarafı ve dolayısıyla AB için yeterli olmayacak, bir sonraki adım, Kıbrıs’ın tümüyle Rum egemenliği altına alınmak suretiyle AB toprağı haline getirilmesi olacaktır.

Karamanlis ve Hristofyas’ın geçtiğimiz günlerde yaptığı “Türkiye’yi Aralık zirvesinde veto etmeyeceğiz” şeklindeki ortak açıklamalarının ise esasen, yeni bir Rum-Yunan stratejisinin parçası olduğu konusunda hiç şüphe yoktur.

ANNAN PLANI NASIL BİR ÇÖZÜM ÖNGÖRÜYORDU?

Bildiğiniz gibi, birleşik bir Kıbrıs oluşturma gayesiyle, AB ve İngiltere’nin desteğiyle ve BMGS Kofi Annan’ın öncülüğünde yaklaşık 5 yıl süren zorlu görüşmelerin ardından hazırlanıp, tarafların mutabakatı alındıktan sonra, 24 Nisan 2004 tarihinde eş zamanlı olarak referanduma sunulan Annan Planı, Kıbrıslı Türklerin %65 “evet” oyuna karşın Kıbrıslı Rumların %76 “hayır” oyu ile uygulamaya girememiş ve Rumlar 1 Mayıs 2004 itibariyle tek taraflı olarak AB üyesi yapılmıştır. Peki, Rumların büyük çoğunluğunun hayır dediği Annan Planı nasıl bir çözüm öngörmekte idi? Rumlar neye hayır demişlerdi? Şimdi bu planın çözüm parametrelerine kısaca bir göz atalım Arkadaşlar. Plana göre;

 - Eşit statüye sahip Kurucu Kıbrıs Türk Devleti ve Kurucu Kıbrıs Rum Devleti’nden oluşacak Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Federal bir hükümeti olacaktı.

- 1960 Garanti ve İttifak anlaşmaları yürürlükte kalacak fakat yeni duruma uyarlanacaktı.

- Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti, 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’nin tam üyesi olacaktı. 

- Federal Yasama Organı olan Senato’nun 48 üyesinin 24’ü, Temsilciler Meclisi’nin 48 üyesinden en az 12’si Türk Kurucu Devleti’nden olacaktı.

- Devlet Başkanlığı görevi “Başkanlık Konseyi”ne veriliyordu. Konsey’in oy hakkına sahip 6 üyesinden en az 2’si Kıbrıs Türk devleti’nden olacaktı. Her üye bir bakanlığın başında bulunacaktı.

- Kıbrıs Yüksek mahkemesi, her bir Kurucu devletten eşit sayıda yargıçtan oluşacaktı. 9 yıllığına.

- Tek bir Kıbrıs vatandaşlığı ve ayrıca kurucu devlet iç vatandaşlığı olacaktı.

- BKC’nin resmi dilleri Türkçe ve Rumca olacaktı.

İşte, bu temelde oluşturulacak Birleşik Kıbrıs çözümüne Rumlar kuvvetle hayır diyerek, Türklerle eşit şartlarda bir arada yaşamak istemediklerini bir kez daha ortaya koymuşlardır. Kuşkusuz, Rumlar AB üyeliğini zaten garantilemiş oldukları için rahatlıkla plana hayır diyebilmişlerdir. Nitekim, AB’nin Genişlemeden Sorumlu Üyesi Günter Verheugen, Haziran 2003’te “siyasi çözüm olsa da olmasa da Rum tarafı 1 Mayıs 2004 tarihinde kesin olarak AB üyesidir…” demiştir. İşte bu mesajı alan Rumlar hem Plan’a hayır demişler ve hem de AB üyesi olmuşlardır. Buna karşın, Plan’a evet diyen Kıbrıslı Türkler cezalandırılmış ve AB dışında bırakılmışlardır.

TÜRKLER RUMLARLA YAŞAMAK İSTEMİYORLAR

Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu II.Hrisostomos “…müzakerelerden olumlu bir sonuç çıkmayacağından emin olduğunu” açıklayarak, Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türklerle birlikte yaşayamayacağına dair inancını ortaya koymuştur. Esasen, geçmişte Rum mezalimi altında çok zor dönemler geçiren, evinden, köyünden sürgün edilen Kıbrıs Türk halkı artık Rumlarla birlikte yaşamak istememektedir. 1974 Barış Harekâtıyla birlikte barış ve huzur ortamına kavuşan Kıbrıs Türkleri, kesinlikle o acı dolu günlere geri dönmek istememektedirler. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Talat’ın, 35 yıldır Ada’da barış ve huzurun güvencesi olan Türkiye’nin hassasiyetleri çerçevesinde ve Ada’daki gerçekler temelinde, millî bir politika takip etmesi son derece önemlidir. Talat’ın ayrıca, Türkiye’siz bir AB’ye dâhil olmanın, Kıbrıs Türklerine yarar mı yoksa zarar mı getireceği konusunu iyi hesaplaması gerekmektedir.

Zira Rum tarafı, uluslar arası toplumun baskısıyla varılacak bir çözüm çerçevesinde, Kıbrıs Türk tarafının kazanılmış haklarını, (iki toplumluluk, iki kesimlilik, Türkiye’nin garantörlüğü gibi) Türkiye’nin üye olmadığı bir AB içinde kolaylıkla aşındırabileceğini düşünmektedir. Türkiye’nin ise, Rum-Yunan şantajlarına boyun eğmeden dik duruşunu devam ettirmesi, uluslar arası anlaşmalardan kaynaklanan hak ve yetkilerinden asla taviz vermemesi büyük önem arz etmektedir.

AB VE ULUSLAR ARASI TOPLUM KIBRIS TÜRK HALKINI ALDATMIŞTIR

AB ve uluslar arası toplum Kıbrıs Türk Halkını aldatmıştır. Şimdi ise, Annan Planı ile kaçırıldığı düşünülen tarihi fırsatın, Talat-Hristofyas ile yakalanabileceği umutları yeşermiş gibi görünmektedir. Ne var ki bu defa Kıbrıs Türkleri daha tecrübelidir.  “Sütten dili yanan, yoğurdu üfleyerek yer” misali, Kıbrıs Türkleri, Rum-Yunan tarafının ve AB’nin yeni bir oyununa gelmemek için hesabını iyi yapmalıdır. Talat ve Hristofyas nasıl bir uzlaşmaya varırsa varsın, son sözü Kıbrıs Türk Halkı söyleyecektir. Kıbrıs Türklerinin de, kendi egemenlikleri altında onurlu ve saygın bir yaşam sürmelerine engel olacak hiçbir çözüme evet demeleri mümkün görünmemektedir.

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Kılıç, ABD'li heyeti kabul etti
ABD'li devden bomba altın tahmini! Rekor serisi sürüyor