Lidya Krallığı’ndan günümüze; Karun ve Anarşist

2017’nin ilk günlerinde çıkan kitap, İskender Pala okurlarına ve tarihi roman sevenlere güzel bir yeni yıl hediyesi oldu.

Lidya Krallığı’ndan günümüze; Karun ve Anarşist
Lidya Krallığı’ndan günümüze; Karun ve Anarşist
GİRİŞ 24.02.2017 10:09 GÜNCELLEME 24.02.2017 10:09

M.Ö. 500’lerin ortası. Zengin Lidya Krallığı’nın başkenti Sard şehri, Persler ile savaşa hazırlanıyor. Bir tarafta Aslan Kral lakaplı Lidya Kralı Krezüs, diğer yanda ise Perslerin Keyhüsrev’i. Keyhüsrev’in Med Devleti’ne son vermiş olması, adının uzak diyarlara kadar duyulmasına neden olmuş, şanına şan katmış. O nedenle, Sard şehrine büyük bir gerginlik ve fırtına öncesi sessizlik hakim. Kahinler hummalı bir faaliyet içerisinde, krallığın başına geleceklere dair kehanetlerde bulunmaya çalışıyor. Askerler hazırlanıyor ve Kral Krezüs nasıl bir yol izleyeceklerine dair yanındakiler ile tartışmaya, daha doğrusu onlara emirler yağdırmaya devam ediyor. 

Halludas, Kufu ve Mehte, işte tam da bu sırada, sektör denilen altın ocaklarında çalışan üç genç nakkaş. Kader, farklı yerlerden gelen bu yetenekli gençlerin yollarını burada kesiştirmiş. Duvarlarına resimler çizdikleri altı adıma altı adımlık bir odada beraber kalarak, aynı ekmeği paylaşmışlar, daha da önemlisi birbirlerine sığınak olmuşlar. Ta ki, üçü de aynı kadına sevdalanana kadar; Edusa

12 Eylül öncesinin İstanbul şehri. Her gün yaşanan sokak çatışmaları, birbirine karışan slogan sesleri, soygunlar cinayetler, şehrin üzerine adeta bir karabasan gibi çökmüş. Fikirleri farklı da olsa, resme olan ilgileri nedeniyle dostça anlaşan üç genç; Ufuk, Ethem ve Sadullah. Sadullah’ın tarihe ve özellikle çocukluğundan beri hikayeleri üzerine düşündüğü Lidya dönemine olan merakı, tüm o kasvetli günlerin içerisinde tutunacağı bir dal olmuş adeta. Bu üç gencin arasına daha sonra bir kişi daha katılıyor; Asude.  Ve Ufuk, Ethem, Sadullah ve onlarla birlikte resim dersi alan Asude’nin serüveni, şaşırtıcı biçimde ilerliyor.

İskender Pala’nın romanları şimdiye kadar pek çok ödül aldı. Babil’de Ölüm, İstanbul’da Aşk, Katre-i Matem, Şah Sultan, Od, Efsane ve Mihmandar’ın yüzbinlerce baskısı yapıldı ve geniş kitleler tarafından okundu. İskender Pala, bu romanlarında okuyucusunu, kimi zaman, divan edebiyatı ve tarih serüveni içerisinde bir yolculuğa çıkardı. Kimi zaman Lale Devri’nin o debdebeli atmosferini resmetti. Kimi zaman ise Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail’i ya da Yunus Emre’yi anlattı bizlere.

ROMAN OLMADAN TARİH

Tarihi roman,1870’lerde gelişmeye başlayan Türk romancılığının ilk dönemlerinden itibaren görülen bir tür. İlk zamanlarda, gazetelerde tefrika olarak yayınlanmaya başlayan tarih romanları, lirik anlatımı ile o zamandan bu yana daima ilgi çekmiştir. İlk örneklerini Osmanlı tarihinin en buhranlı dönemlerinden birinde vermeye başlayan Türk tarihi romanının bir işlevi de insanoğlunun bitmek bilmeyen o maziye sığınma arzusudur. O günün mağlubiyetlerinden bunalan ruhların, geçmişin şanlı zaferleri ile teselli bulması. Bir nevi tazelenmeye sebep olur... İşte bu nedenle, bu türün büyük temsilcileri, Namık Kemal ve Ahmet Mithat Efendi, tarihi romanları önemli bir hizmet vesilesi olarak görür. Zira devrin insanına ruh kazandırmak için kullanılabilecek başlıca unsurlarından birisidir tarihi romanlar. Bir de, geçmişin izini sürmek isteyen gelecek nesillere bırakılacak, okuması görece kolay ve keyifli en önemli miraslardan birisidir.

Alev Alatlı, ‘tarihin romansız anlaşılamayacağını düşünüyorum” der. Ve şöyle devam eder;‘Tarih ciddi bir iştir. Geçen yüzyılda Dostoyevski Rusya tarihinde olmasaydı anlayamazdık. Belki de hiç roman olmadığı için Osmanlı’yı anlayamadık. Biz, Düyûn-ı Umûmiyye’nin ne felâket olduğunu anlamadık, çünkü roman yoktu. Biz, harf devrimini anlayamadık, roman yoktu çünkü…”

Ancak Türkiye’de tarihi roman yazmak, diğer edebiyat türlerine göre çok daha fazla risk içerir. Çünkü yazar, yazdıkları kadar yazmadıklarıyla da sert eleştirilerin hedefi olabilir çoğu kez. Özellikle ülkemizde tarih, yeterli yetkinliğe sahip olsun ya da olmasın, birçok insan tarafından üzerine kolaylıkla konuşulabilir bir konu olduğundan, tarihi roman da türlü ideolojik bakış açılarının dikkatlerini üzerine çeker.

İskender Pala’nın 320 sayfalık son romanı Karun ve Anarşist, bir solukta okunan akıcı bir anlatıma sahip. Yazarın, romanlarında yazdığı konular hakkında ciddi bir bilgi birikimine sahip olduğunu biliyoruz. Önceki kitaplarına olduğu gibi, Karun ve Anarşist’e de büyük bir emek verdiği, ortaya çıkan metinden açıkça görülebiliyor. İskender Pala, kitabın yazım sürecinde Sard harabelerinin olduğu bölgeye birçok kereler seyahat ederek, çeşitli arkeologlar ile hasbihal etmiş. Ve Lidya dönemine ait kaynakları da titizlikle incelemiş. Romanın sonuna da geniş bir kaynakça yerleştirilmiş. Kaynakçayı incelemek ayrı bir keyiftir, farklı mecralara sürükler okuyucuyu. Bu nedenle, romanı okuyanların Lidya dönemine olan ilgisinin artması ve kaynakçadaki bazı kitaplara yönelmesi de muhtemel.

HABİL VE KABİL EFSANESİ

Tarih tekerrürden ibarettir, diye çok kullanılan bir söylem var. Karun ve Anarşist’i okuyup bitirdikten sonra, şu duygu ön plana çıkıyor: Yaşadıkları dönem arasında neredeyse 2000 senelik bir zaman farkı olsa da insanoğlu aynı kötülük, hırs ve ulvi duyguları barındırıyor içinde. Bu tarafıyla, Habil ve Kabil efsanesi, bu kez farklı aktörlerle ve başka zaman dilimlerinde tekrar canlandırılmış adeta.

İnsan karakterinin, özellikle buhran dönemlerinde, daha da belirgin hale geldiği söylenir. Romanın başlangıcı olan Lidya-Pers savaşının öncesinde ve 12 Eylül darbesine giden günlerde de ortak bir buhran ve kargaşa havası hakim. Yaklaşan günlerde, çok kan döküleceğinin ve kurban verileceğinin belli olduğu iki zaman dilimi. Devrin insanı için büyük bir imtihan yani.

Halludas, Kufu, Mehte, Ufuk, Ethem ve Sadullah. Bir de romanın iki kadın kahramanı Edusa ve Asude. Siz olsaydınız, kimden taraf olurdunuz? Aşk ideolojilerin üstünde midir? Roman boyunca bu sorular geçiyor zihninizden. Evrenin iki zıt kutbu, kötülük ve iyilik.. İnsanoğlunu kötü olmaya sevk eden hangi nedenlerdir? Aşk mı, zenginlik mi ya da güç mü? Bu soru, insanlık tarihi boyunca en temel problemlerden birisi olmuştur.

Karun ve Anarşist bir yandan bu sorunun cevabını ararken, diğer yandan tarihin iki farklı zaman dilimine ayna tutarak, bizi sorgulamaya sevk ediyor. 

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
Türkiye'de bir ilk! TCG İstanbul göreve bir ay sonra göreve hazır...
Türkiye'nin hamlesi dengeleri değiştirecek! Dünya denklemi açısından yeni bir milat