'Etrafımızda 'bilmiyorum' diyemeyen insanlar var'

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu olan ve çeşitli alanlarda yazarlık yapan İbrahim Altay, keyifli bir röportaj verdi.

'Etrafımızda 'bilmiyorum' diyemeyen insanlar var'
'Etrafımızda 'bilmiyorum' diyemeyen insanlar var'
GİRİŞ 05.11.2017 16:18 GÜNCELLEME 05.11.2017 16:18

İşte İbrahim Altay'ın Sabah gazetesinden Olkan Özyurt'a konuşan verdiği o keyifli röportaj;

Daha mesleki yazılar yazmaya başladı. Hakkaniyetliydi ve nesneldi bu mesleki yazılarında. İşin doğası gereği, muhabbetinde alışık olduğumuz o ironik ve mizahi yaklaşımı bu yazılarına pek sirayet etmiyordu.

İşte o bahsettiğim yaklaşımı Turkuvaz Kitap'tan çıkan Kontemporari İbrahim Efendi'nin Rüyaları kitabında buldum. Kontemporari İbrahim Efendi zaman ve mekân mefhumlarını aşmış nevi şahsına münhasır bir şahsiyet.

Gılgamış'ın dostu, Zeus'un arkadaşı, Marco Polo'nun kankası, Konfüçyüs'ün hasmıdır. Sokrates'in ona horoz borcu vardır, Platon mağara teorisini ondan çalmıştır. Büyük İskender'in gözlerini o açmıştır.

Yaratılış, Türeyiş, Ergenekon, Nibelungen gibi bütün destanlar onun zamanında yaşanmıştır. Homeros'a o el vermiştir. Kore'nin kuruluşunda da, Roma'nın yıkılışında da rol almıştır. Hindistan'daki yedi nehir efsanesini o yaymıştır. 

Türklerin Müslüman olmasıyla birlikte o da Müslüman olmuştur. Bir hikâyede Muhyiddin İbn Arabi'nin öğrencisi olarak çıkar karşımıza. Bir başka hikâyede Hacı Bektaş-ı Veli'den pirim diyerek söz eder.

Haçlı seferlerini, Endülüs tarihini, Osmanlı tarihini kendi zaviyesinden anlatır. Gerektiğinde bir danışman, gerektiğinde bir hafiye ve gerektiğinde bir komutandır. Osman Gazi'nin kılıç yoldaşıdır fakat Yıldırım Bayezid'le Timur'un savaşında Timur'un yanında yer almıştır.

İbrahim Efendi gerçek üstü bir karakterdir. Sanatın, siyasetin ve hayatın bütün dallarında uzmanlaşmıştır. Satrancı o keşfetmiştir. Dünya tarihinin ilk algoritmasını o yerle bir etmiştir. 

Böylesi bir insanın maceralarını bir solukta okunacak bir üslupla anlatan İbrahim Altay aslında büyüklere masallar anlatıyor. Tarihin koridorlarında dolaşsa da günümüz insanına sesleniyor.

Altay ile karşılıklı oturduk ve Kontemporari İbrahim Efendi'nin nasıl ortaya çıktığından başlayarak kitabını ve günümüz insanının haletiruhiyesini konuştuk. 

Kontemporari İbrahim Efendi isminde bir hınzırlık ve ironi seziyorum. Haklı mıyım?

Haksız değilsin. Fakat tabii bir gelişimi oldu bu ismin.

Nasıl yani?

Geleneksel çevrelerde büyüdüm ve yetiştim. Fakat öteden beri çağdaş sanatlara da ilgi duyarım. Bu yüzden bazı dostlarımız bana Contemporary İbrahim lakabını takmışlardı.

Efendi nereden geliyor?

Çok efendi bir insan olmamdan. (Gülüyor). Şaka, şaka. O da kadim edebiyat ve sanatımıza olan bağlılığımı vurguluyor. İngilizce bir kelime olan Contemporary'yi okunduğu gibi yazarak da bunu gösteriyorum zaten. (Yine gülüyor).

Çağdaş ve geleneksel tanımlamalarının indirgemeci bir şekilde kullanıldığı günümüzde bir çelişki gibi duruyor?

Bir yönüyle evet, diğer yönüyle hayır... Rahmetli Hilmi Oflaz'ın ifadesiyle hem öyle, hem böyle; ne öyle, ne böyle... Hikâyelerin kahramanı İbrahim Efendi'nin zamansız ve mekânsız bir karakter olduğunu fark etmişsindir. Bu ona aynı zamanda farklı zaman ve mekânlar arasında geçiş yapabilme hakkı veriyor. Mitolojik dönemden tarihi döneme geliyor; doğudan batıya, kuzeyden güneye pek çok farklı ülkede yaşıyor. Hem yatay hem de dikey bir yolculuk söz konusu. Bu da onu her çağın çağdaşı yapıyor. Dikkat edin 'her devrin adamı' demiyorum; İbrahim Efendi biraz rahatsız bir tip çünkü. 

Kitabın kahramanı senden ne kadar izler taşıyor?

Fiziksel olarak bir benzerliğimiz olmayabilir. İyi at binemem, okçuluk denemelerim fiyaskoyla sonuçlandı, okyanusu yüzerek geçecek kadar da güçlü değilim fakat olmakla görünmek arasındaki ayrıma da inanmıyorum. Neticede İbrahim Efendi'nin hikâyelerini ben yazdım. İsimlerimiz de aynı.

BİZDE 'UZMANLIK' ÖĞRENİLMİŞ BİR ÇARESİZLİKTİR

"İnsan başkasının bilgisiyle bilgili görünebilir fakat ancak kendi aklıyla akıllı olabilir" diyor İbrahim Efendi. Kopyala yapıştır yapa yapa aklımızı kullanmayı unuttuk mu sence?

Burada yazar kendisi de bir intihal yaparak intihal sorunumuza dikkat çekmiş olabilir. (Gülüyor). Şaka bir yana, intihal sadece akademide ya da medyada mı var? Hayatlarımız da kimi zaman bir intihal. Neyi, neden yaptığımızı bilmiyoruz, sorgulamıyoruz ya da unutuyoruz çoğu zaman. Bir altın makas gibiyiz. Kesip kesip yapıştırıyoruz. Kaynakla bağımız kopuyor. Nedensellik zinciri dağılıyor ve anlam kayboluyor. Büyük kopyacılara dönüşüyoruz.

Bir başka yerde 'Maharet bildiğin bilmediğin her konuda ahkam kesebilmekte' diyor İbrahim Efendi. Bir serzeniş mi bu?

Bir tespit de denebilir. Çevrene bak! Akşamları televizyon kanallarında şöyle bir dolaş. 'Bilmiyorum' diyemeyen, kendisini her konuda yorum yapmak mecburiyetinde hisseden biçare insanlar göreceksin.

Neden 'biçare'?

Biçare diyorum, çünkü bu öğrenilmiş bir çaresizliktir. Bir insan bütün hayatını vakfetse bile kaç konuda tam anlamıyla uzman olabilir Allah aşkına! Bütün kehanetleri ve öngörüleri yanlış çıkan bir insan başka türlü nasıl toplum önüne çıkıp kehanet ve öngörülerde bulunmaya devam edebilir. 

'KİTABINI OKUDUK, ÇOK GÜLDÜK' DİYORLAR, MUTLU OLUYORUM

Pek çok yerde tarihi olgularla, şahsiyetlerle, sanat akımlarıyla vesaire ince ince dalga geçiyorsun. Kitapta genel olarak hayatımızdan çekilen humor ve mizah var.

Böyle düşünmene sevindim. Kitabı okuyan bazı dostlarımız çok güldüklerini söylüyorlar. Mutlu oluyorum.

'Kitabını okuduk, çok güldük' filan diyorlar; beni kafaya almadıklarından emin olamasam da teşekkür ediyorum.

Neden?

Çünkü kitabın bir tür kara mizah örneği olarak görülmesi, yazma amaçlarımdan biriydi. İbrahim Efendi gayriciddi bir karakter. En ciddi mevzularda bile mizahi bir yön bulmaya çalışıyor. Olaya o zaviyeden bakıyor.

Bu aynı zamanda bir toplumsal eleştiri mi? Sanki her şeyi çok ciddiye alıyoruz. Toplum olarak mizaha, ironiye daha fazla ihtiyacımız olduğunu mu düşünüyorsun?

Toplumun neye ihtiyacı olduğuna tek başıma ben karar veremem. Fakat gülmenin, gülümsemenin hayatı güzelleştirdiği de bir gerçek. Eskiler 'Latife latif gerek' demişler. Üstelik ciddiyet ve mizah birbiriyle zorunlu olarak çelişen şeyler değildir. Aşırıya kaçmamak, incitici olmayı amaçlamamak kaydıyla... Kaldı ki aşırılaştığında ve şekilcileştiğinde ciddiyet ahmaklığın maskelerinden birine dönüşebilir.

ÜLKÜCÜLER TEPKİ GÖSTERMEZ

Kitapta 12 Eylül sonrasında yurtdışında yaşayan ülkücülerin Kosta Rika'da darbe yapıp vatan edinme hikâyesi var. Kitabın genel atmosferinde bir mizah gibi duruyor ama az bilinen bir gerçekliği de var bu hikâyenin galiba?

Almanya'da evet. Bir mecliste arkadaşlardan duymuş not almıştım. Araştırınca bütünüyle hayal mahsulü olmadığını anladım. Tempo dergisinde Sabri Canbeyli imzalı bir haber çıkmıştı konu hakkında. Araştırmamı derinleştirdim. Dönemin tanıklarından olayın kahramanları hakkında anekdotlar dinledim. Hepsini birleştirip hikâyeye İbrahim Efendi'yi ekledim. Huyu kurusun, onun da olayları biraz değiştirmek gibi bir özelliği var. Mavracı, makaracı bir tip. 

Ülkücüler tepki gösterir mi bu hikâyeye?

Sanmıyorum. Bir rüya kitabı bu, bir kurmaca... O bölümü edebi bakımdan değerlendirmelerini ve alınganlık göstermemelerini istirham ediyorum. Zaten kötüleyen bir hikâye değil bu. Kitabın adında olduğu gibi bir rüya... Cihangirane bir düşünce, romantizm ve idealizm...

EVLİYA ÇELEBİ HAYRANIYIM

Hikaye diyorsun. Baktığımızda büyük çoğunluğu birbirini takip eden, birbirine atıf yapan bir hikayeler dizisi bu. Neden roman formuna dönüştürmedin?

Yazım süreci biraz parçalı oldu. Ayrıca doğu klasiklerinde karşımıza çıkan bir anlatım tarzından yararlanmak istedim. Gece Hikâyeleri'nde, Binbir Gece Masalları'nda, Tuti-name'de hatta yakın zamanlarda Amak-ı Hayal'de olduğu gibi.

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
Gazze'de toplu mezar dehşeti! Canlı canlı gömmüşler
Yazar Dursun Ali Taşçı hayatını kaybetti