Halil Ergün'den Tarık Akan'a: Densiz

Halil Ergün geçmişini ve bugününü bütün içtenliği ile İzzet Çapa'ya anlattı. 12 Mart ve 12 Eylül'de demir parmaklıklar arkasında işkenceden nasibini alan Ergün, AK Parti'ye oy verdiği için kendisini aforoz eden Tarık Akan'a "densiz" dedi.

Halil Ergün'den Tarık Akan'a: Densiz
Halil Ergün'den Tarık Akan'a: Densiz
GİRİŞ 04.08.2013 12:19 GÜNCELLEME 04.08.2013 12:19
Bu Habere 8 Yorum Yapılmış

Röportaj: İzzet Çapa 

Halil Ergün'ün İznik'te surlar içinde başlayan yaşamı, o günden bu yana politik duruşu ve oyunculuk kariyeri ile baş başa gitmiş.

Deniz Gezmiş'ler, Yılmaz Güney'ler, Mahir Çayan'larla omuz omuza geçirdiği gençlik günleri, onlarla yaptığı kader birliği, Dev Genç, THKP-C ve kaçınılmaz sonuç olarak 12 Mart ve 12 Eylül'de demir parmaklıklar arkasında işkenceden nasibini aldığı yıllar var Ergün'ün hatıratında...

Böylesine bir geçmişten sonra kendisinin “AK Parti açılımı”, mahallesindeki yoldaşları ile arasında soğuk rüzgarlar estiriyor artık... Satır aralarını dikkatle okursanız, “bir solcunun kişisel tekamülü” de diyebilirsiniz bu öyküye...

Son bir not; Halil Ergün geçmişini ve bugününü bütün içtenliği ile anlattı, ben sadece bunları size aktaran bir aracı rolü üstlendim. Yerli yersiz “kılıç kalkana” bürünmeden önce subjektifliğinizi dolaba kaldırmak suretiyle muhabbetimize katılmanız en büyük temennim...

* Yıl 1946. Yer İznik. Zaman ve mekanı verdim, haydi bakalım sahne sizin.
- (Gülüyor) 46 senesinde surlarla çevrili İznik'te dünyaya geldim. Bizans'tan kalma 4 kapıdan geçerek girebilirdin ancak bizim kasabaya.

* Nasıldı surların içindeki Ergün Ailesi'nin yaşamı?
- Toprağa bağlı eski bir Osmanlı ailesiydik. Büyücek topraklarda oynayarak ve koşarak geçirdim çocukluğumu. Annem, “Ispanağa, maydonoza insanlar neden para verirler anlamam” diyen tam bir Osmanlı kadınıydı.

* Varlıklı bir aile miydiniz?
- Bugün bile o topraklar üzerinde kalanlarla eşelenip duruyoruz. Anlayacağın biraz mirasyediyiz diyebilirim.

* Nasıl bir çocuktu Halil Ergün?
- Aynen bugün de olduğu gibi sıradanlığı hiçbir zaman benimseyemen bir çocuktum. Annemin bahçesinden sebzeleri meyveleri araklar, ayrı bir yerde tel çekerek kurduğum kendi bahçeme ekerdim.

* Sizin ruhunuz anarşist... Peki ya ailenizin politik görüşü neydi?

- Dedem Halil İbrahim, İttihat ve Terakki mensubuymuş, Erzurum Kongresi sonrasında meclisin ilk üyesi olmuş. Bizimkiler Halk Partili'ydi ama dini değerlere son derece saygılılardı.

Hatim indirilip, topluca teravih namazlarına gidilirdi. Yine de 27 Mayıs'tan bir süre sonra CHP'li babamın Demokrat Parti'ye oy verdiğini öğrenince çok şaşırdım.

* 60 İhtilali'nde siz 14 yaşındaydınız.

- Orta ikinci sınıftaydım zannedersem. İnsanların kazanan karşısındaki tavrına ilk kez o gün şahit oldum, çünkü bizim kasaba Demokrat Parti'ye oy verilen bir yerdi.

O gün kasaba halkı kamyonlara bindiler, sokaklarda sevinç gösterileri yaptılar. Toplanıp şiirler okunuyor, “Kahrolsun diktatörler” diye sloganlar atılıyordu. “Bu dünya size kalır mı?”, “Kardeş kardeşi vurur mu?” diye marşlar öğrettiler bizlere. Ben de onların arasındaydım ama çocuğuz tabii, kime karşı bağırıyoruz, niye bayrak sallıyoruz bilmiyorduk bile.

* Ve Menderes asıldı.
- Menderes'in asılması bende çok derin bir iz bıraktı. Ailece çok üzüldük, çocuk kalbim bir başbakanın idam edilmesini sindirememişti. İşte o zaman babamın “Ben bu başbakana oy verdim” dediğini hatırlıyorum. “Neden?” diye sormuştum.

* Nedenmiş?
- Babam bana “Oğlum bak, eskiden Bursa'ya eşek sırtında 2 günde anca giderdik. Cebinde paran bile olsa bir işe yaramazdı. DP yolları yaptı, ilçemiz dışarıya açıldı. Lastik de olsa, insanların ayakları ucuz ayakkabı gördü” dedi.

* Şimdi bu hikayeyi aleyhinize kullanıp “soyu bozuk” demesinler?
- Yoo babam doğru tahlil yapmış. Kim ne düşünürse düşünsün. Bence babam oy verirken tutucu olmamış ve doğru yaklaşmış. Şimdi birileri buna döneklik diyebilir.

Babam olsa sakince gülerdi, ben de gülerim. Ben her zaman darbelere, sıkı yönetim mahkemelerine, idamlara, tarihsel yalanlara ve getirdikleri sonuçlara karşı oldum. Dostlarımın terk edeceğini, tek başıma kalacağımı bilsem de yine doğrum neyse onu savunurum.

HALKI KURTURMAK ROMANTİK BİR ZORBALIK

* Askeri müdahaleye karşı tavrınız baştan beri mi böyleydi?
- Teorik olarak evet. Ama insan yaşadıkça, öğrendikçe ve geliştikçe olaylara daha doğru bakmayı da öğreniyor. Şimdi dönüp bakıyorum da bizim solculuğumuzun, devrimciliğimizin mayasında belki Kurtuluş Savaşı kaynaklı, belki kurtarıcılık ülküsüyle büyüdüğümüz için militer bir ruh vardı.

Mesela ben 12 Mart hapishanelerinde çok sayıda genç teğmenle birlikte yattım. Ama uzun zamandır halkı kurtarmanın romantik bir zorbalık olduğunu düşünüyorum.

* Yani artık solcu değil misiniz?
- Etiketlerle konuşmak hoş değil. Tabii ki sol görüşlüyüm. Ama tekamül diye bir şey var.

Değişim hayatın ta kendisi değil mi zaten? Fakat ben yıllarca ortak bakışta olduğumuzu sandığım kimi solcularla kadınlar, Kürtler, eşçinseller, Ermeniler, askeri darbeler ve daha birçok konuda meseleye aynı bakmadığımızı fark ettim. Kısaca onların faşizan ve gerici olduklarını gördüm.

TARIK AKAN BANA DENSİZLİK ETTİ KIZDIM, GÖRÜŞMEME KARARI ALDIM

* Teraziniz hangi tarafa çekiyor bugünlerde?
- Şiddete, zorbalığa, eşitsizliğe ve her türlü faşizan davranışa karşı tepkim devam ediyor. Bugünkü hükümete katiyen faşist demesem de, muktedir olanın her zaman şiddeti yedekte tuttuğu gerçeğini unutmamak lazım. Otoriter tavırlar hissettiğim zaman onlara da eleştiri getiriyorum.

* “Eşit imkanlı muhalefet” mi?
- (Gülüyor) Dedim ya dünyanın her yerinde iktidarlar, düzeni korumak için şiddeti ve baskıyı yanı başında taşır. Buna izin vermemek de bizlerin görevi. İşte o yüzden ben ezeli muhalifim. Demokratik başkaldırıyı ve sivil itaatsizliği savunuyorum.

* Arkadaşlarınız “Devrimciydik, yoldaştık, parayı buldun dostlarına sırtını çevirdin” diye suçlamıyorlar mı?
- Cehaletin vicdanı yok ki. Bunu söyleyenler cahil, cahil adam da vicdansızdır, hem kolay yorum yapar hem de kolay yadsır. Okur yazar olmak cehaleti ortadan kaldırmıyormuş demek ki. Benim faturamı şimdiye kadar kimse ödemedi. Önce borcumu ödesinler, sonra konuşsun densizler.

* Tarık Akan'ın sizi “aforoz ettiği” konuşuluyor.
- Artık bilemiyorum ben mi onu yoksa o mu beni aforoz etti. Bana karşı densizlik ettiği için ona çok kızdım ve görüşmeme kararı aldım.

KURDUĞUMUZ TİYATROYU GİZLİ ÖRGÜT SAYDILAR

* Sol düşüncenin tohumları Mülkiye'de mi atıldı?
- Aslına bakarsan sola eğilimim Bursa'da tiyatro yaptığım günlerde başladı. Lise yıllarındayken Türkiye'de sol bir kültür ortaya çıkmaya başlamıştı. Sartre ve Camus okurken, şairlerle sol düşünceyle tanıştım. Mülkiye'ye gittiğimde orada beni bekleyen ağabeylerim vardı. Önce Dev-Genç'liydik, sonra THKP-C'li olduk.

* Sanırım bedelini ağır ödediniz ama.
- Kurduğumuz tiyatroyu bile 12 Mart döneminde gizli örgüt kapsamına aldılar ve 2 yıl hapis yattık.

* Deniz Gezmiş'lerle tanışmanız o döneme mi denk geliyor?
- Deniz'le çok samimi değildik. Ben Ankara'dayken o İstanbul'da okuyordu. Ama Mahir (Çayan) can ciğer arkadaşımdı. Bir ara Fransa'ya gitti, oradan da hep mektuplar yazdı bana. Fakülteye başladığımda ilk buluştuğum insan Fikir Kulübü Başkanı Mahir Çayan'dı. Dostluğumuz yıllarca devam etti.

 

* Hayatınızda bir de Yılmaz Güney gerçeği var.
- Uzun hikaye. Her şey bir silahla başladı.

 

* Cephede mi karşılaştınız?
- Ankara'da Yaşar Yaşamaz'ı oynadığımız günler. Tiyatro dolup taşıyor, haliyle de herkes bizim iyi para kazandığımızı sanıyor. Ama özel tiyatroların hali malum. Devrimci arkadaşlar da dayanışma için haklı olarak gelip para istiyorlar. Dernek istiyor, dergi istiyor, TKP istiyor; istiyor da istiyor.

MAHİR'LE YILMAZ BENİM EVDE TANIŞTI

* Niye hep sizden istiyorlar?
- Ben de öyle söyledim zaten, “İstanbul'da o kadar solcu tiyatro var, onlardan toplayın” dedim ama kabak yine benim başıma patladı. Elime “Dev-Genç adına para toplayabilir” diye resmi bir kağıt verip “Git bundan sonra makbuzla sen para topla” dediler.

* Siz de tahsilat için İstanbul'un yolunu tuttunuz.
- Aynen öyle. Birkaç tiyatroya gittim ama kimse elini cebine sokmuyor. Akşama Ankara'ya dönmek zorundaydım, Beyoğlu'nda Yılmaz'ı tanıyan bir arkadaşla karşılaştım. Makbuzu bıraktım, “Yılmaz Abi'den de bağış al” dedim.

 

* Para geldi mi?
- Para vermedi ama başka bir şey gönderdi.

 

* Neymiş o?
- Tahmin edersin.

 

* Silah?
- Kendince önce bir hediye yollamış, sonrasında bizimle tanışacakmış. Ben hediyeyi alıp Ankara'ya götürdüm. Kaderin cilvesine bakın ki o günlerde Memduh Tağmaç'ın elinden ödül bile aldı Yılmaz.

* Memduh Tağmaç filmciler derneği başkanı mı?
- Saçmalama. O Günlerde Yılmaz “Umutsuzlar”ı çekmiş. Gazeteciler Cemiyeti'nin ödülünü Ankara'da dönemin Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç'ın elinden aldı. Ödül töreninden sonra da Yılmaz'ı Mahir Çayan ile tanıştırmak için alıp bizim eve getirdik. Anlayacağın Mahir'le Yılmaz'ın ilk tanışması benim evde gerçekleşti.

* Yanlış mı duydum, Yılmaz Güney dönemin Genel Kurmay Başkanı'nın elinden ödül mü aldı?
- Aynen öyle oldu. İnsan kendine rağmen neler yaşamıyor ki...

 

ARDA USKAN'IN ÜZERİNE YÜRÜDÜM

 

* Hep Ankara'da mıydınız?
- Bir göç hikayemiz var. Görevli gibi de diyebilirim. Tiyatroyu İstanbul'a taşımaya karar verdik ama kimseyi tanımıyorum. Arkadaşlarla gidip önce Haldun Dormen'le görüştük.

 

* Korkmuştur adam sizi parkalarla karşısında görünce.
- Ne parkası? Galeri Edip'ten çok şık elbiseler almıştık. Benim bir mavi takımım var; İspanyol paça. İki dirhem bir çekirdeğiz.

* Neden parkalar dolaba kalktı peki?
- Devrimcilikten vazgeçtik sansınlar diye. İstanbul'da evler falan tutup geniş alanlara yayılacaktık. Bu arada Klüp 12'ye de gidip gelmeye başladık.

* Yediler mi bu imaj değişikliğini?
- Bana kalırsa kimse farkında değildi de bir gece Klüp 12'de aranan bir arkadaşımızla karşılaşmaz mıyız. “Burada ne işin var” diye başladık çemkirmeye, bir yandan da o bizi eleştiriyor “Siz burada ne arıyorsunuz” diye. Ayrıca öyle keskin devrimciyiz ki o zamanlar, bir gün İstanbul'daki ilk dostlarımdan sevgili Arda'nın (Uskan) üzerine yürüdüm.

* Ne yapmıştı ki?
- Che Guevera posterini tuvalete asmıştı hergele.

GÜNEY FİLM, “YARIŞ”I ALIP DEPOYA KAPATTI

* “Yol” filminin macerasını çok merak ediyorum. Yönetmen olarak Erden Kıral başlamıştı, birkaç hafta sonra Yılmaz Güney hem yönetmeniydi hem de kadroyu tamamen değiştirmişti.

- Şerif'le (Gören) ikimiz 12 Eylül'de hapisten yeni çıkmıştık. O ara İznik'e gidecektim. Gitmeden Güney Film'in Yılmaz'ın senaryosunu yazdığı “Bayram” adlı bir filme başladığını duydum. Bir ay sonra İstanbul'a geldiğimde, Erden Kıral'ın çektiği o filmin Yılmaz Abi tarafından durdurulduğunu ve ekibin geri döndüğünü öğrendim.

 

* Sonra Şerif Gören filmi çekti.
- Evet, bana da oyunculuk teklif edildi. Yılmaz Abi'yle görüşmek istediğimi söyledim. O sırada Isparta Açık Cezaevi'ndeydi. Şerif'le gittik. Bizi kapıda karşıladı, paltosunu giymiş heykel gibi duruyor. Yıllar sonra ilk kez görüşüyoruz.

 

“Erden ile şahsi bir sorunum yok. Bir prodüktör olarak çekilen sahnelere, harcanan paraya baktım, bu işi zamanında bitiremiyeceğimizi anladım. Devam etseydik batacaktık” dedi.

 

* Sadece maddi sebeplerden miymiş?
- Bize söylediği o... Düşünsene adam en büyük filmlerini cezaevindeyken yaptı. Senaryoyu yazıyor ama kendi çekemiyor. Filmi çeken yönetmenle ilişkisi katil ve kurban gibiydi yani. Titizlenmekte hakkı yok mu?

 

* Bunu siz daha iyi bilirsiniz ama bir de Yılmaz Güney'in bir filminizi satın alıp vizyona çıkarmadığına dair iddialar var. Nedir bunun aslı?
- İlk filmim “İzin”i de onun şirketine yapmıştım. “Yılmaz Güney'in yerine oynayan oğlan” diye gazetelerde adım çıkınca teklifler gelmeye başlamıştı. Ben de o arada Yavuz Özkan'ın “Yarış” filmine evet dedim. Nebahat Çehre ile başroldeydik. Ama o film salon yüzü görmedi.

 

* Neden?
- Güney Film satın alıp depoya kapatmış. Ben Yılmaz'ın yerine oynayan çocuğum, Nebahat de onun eski karısı ya. Sansasyon yapmak istediğimizi düşünüp kaldırmış olabilirler.

BENİM EVİMDE İÇKİ BULUNMAZ

* Pat diye soruyorum. Halil Ergün, medyada yansıtıldığı gibi alkolik mi?
- Bu olay benim kalbimi acıtıyor yaa. Ben arkadaşlarımla keyifli olduğum zamanlar sabaha kadar içki içebilirim. Ama evimde içki bulunmaz ve tek bir kadeh bile içmem.

Bir fotoğraf çekiyorlar, iki satır yazı yazıyorlar, yapışıp kalıyor üzerine. Geçen gün gazetenin birinde yine bir yazı: “Ramazanda içkili masada oturuyor...” Kardeşim ne içkisi, Cihangir'de bir kafede oturmuş arkadaşlarla sohbet ediyoruz.

SON EYLEMLERİ PEK BENİMSEYEMEDİM

* Gezi olayları sırasında Başbakan'ı aradığınız söyleniyor. Doğru mu bu?

- Başbakan'a ulaşmaya çalıştım ama Fas'ta olduğu için başaramadım.

Çünkü Çarşı'nın harekete geçtiği gün “Bu akşam kan dökülebilir” diye bir telefon aldım. Sonra Bülent Arınç'ı, Hüseyin Çelik'i aradım, onlardan da ses çıkmadı. Hüseyin Bey ertesi sabah döndü. Ama bir gece önce olan olmuştu.

* “Çapulcuları” destekliyor musunuz?

- Sivil itaatsizliği savunuyorum. Ezeli muhalefetteniz. Başkaldırıyı seven bir adamım, kültürüm de bunun üzerine oturmuş zaten. Oradaki insanları sonuna kadar savundum ve hep polis şiddetini eleştirdim. Tabii polis de görevini yapacak ama vur dediğinde öldür noktasına gelince buna şiddetle karşı çıkarım.

 

* İstediğim cevabı alamadım, biraz daha açar mısınız?
- İtiraf etmeliyim ki son eylemleri pek benimseyemedim. Başkaldırı kültürü kendi hayatını talep eder. Ama bunu tencere tava çalarak, eline bayrakları alarak yapamazsın. Eline bayrak alan kendini haklı sanıyor. Hem sonra kim kime bayrak sallıyor Türkiye'de?

 

* Kim kime?
- Artık her gün yeni şeyler öğreniyoruz. Eskiden yatılı okulda siyah beyaz, soluk bir Atatürk resminin altında öyle şeyler ezberlettiler ki bize. Yemekhanelerde, yatakhanelerde hep bu baskıyla yaşadık.

 

MUSTAFA KEMAL BİR OSMANLI PAŞASIDIR

 

* Tam olarak neye karşı bu yakınma?
- Kimse kusura bakmasın, Mustafa Kemal tabii ki çok değerli bir insandır ama “Kemal'in askerleri” falan gibi ittihatçılıklara karnımız tok artık. Ben bir imparatorluk çocuğuyum, Mustafa Kemal de bir Osmanlı paşasıdır.

 

Onu seviyorum ama neden eleştirmeyeyim? Atatürk yerine de Mustafa Kemal demeyi daha güzel buluyorum. Gazi Mustafa Kemal ne güzel bir isim değil mi?

 

* Bence Atatürk ona verilmiş özel bir isim... Neyse gelelim Mehmet Ali Alabora'nın Gezi olayları sırasındaki tutumuna; nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Mehmet Ali çok temiz, iyi kalpli ve birikimli bir insandır. Gezi olaylarında faturanın Mehmet'e kesilmesini ve Başbakan tarafından şahsileştirilmesini hiç doğru bulmuyorum.

 

Bir sanatçının eğilimlerinin niteliğine karşı olabilirsiniz ama onu linç edemezsiniz. Bir sürü insan, bir sürü yazar asıl amaç hükümeti devirmektir demedi mi? Şimdi bakıyorum herkes ayrı bir telden çalıyor. Yaşananları dehşetle izliyorum doğrusu.

 

* Bir de Fazıl Say meselesi var. Times'da çıkan son bildiride onun da imzası var.
- Fazıl Say dünyada ses getiren ender sanatçılarımızdan biri. İstediği gibi düşünmekte serbest.

 

BEN AK PARTİ'YE DEĞİL TAAHHÜTLERİNE OY VERDİM

 

* Son dönemde biraz AK Parti'ye gönül vermiş gibisiniz.
- Hiç alakası yok. Ben AK Parti'ye oy vermedim, demokrasi adına bana verdiği taahhütlere oy verdim. Yarın ruhumu okşayan başka bir siyasi parti olursa ona veririm oyumu.

 

* Size bu konuda yöneltilen eleştiri oklarına ne diyorsunuz peki?
- Mahalle baskısının en acımasızı bizim solcularda vardır. Nasıl hakaret ettiklerini bilemezsin. Bizim kafamızda hep sağcılara, dincilere oy verilmez fikri var ya. Bununla büyümüşüz. O güne kadar Kürtler'e, bağımsızlara, sol partilere oy verdim. Aslında bahsi geçen seçimde ben ve bazı arkadaşlarım oy vermemeye karar vermiştik.

* Seçim günü gelip çatınca ne değişti?
- Evde otururken düşünmeye başladım “Biz hapishanedeyken bile oy verdik, neden şimdi vermiyoruz” diye. “Versen kime verirdin dedim” kendi kendime; yanıt aniden geldi “AK Parti'ye”...

* Neden?
- Demokratikleşme, yeni anayasa gibi talepleri var her şeyden önce. Sonra az mı iş yapıldı bu ülkede? Çingenelerle ilgili toplantı bile yeter bana. Onların 3. sınıf vatandaş muamelesi görüp nasıl acılar içinde yaşadığını biliyorum. O kurultayı ben ağlayarak izledim inanır mısın? Sonra Başbakan, Tunceli meselesinde Aleviler'den ve Kürtler'den özür diledi. Ben de gittim verdim oyumu. Ayıp değil mi Başbakan'a bu kadar vicdansız davranmak.

* Yakın arkadaşlarınızın tepkisi ne oldu?
- “Ah ah bak göreceksin, bu adamlar bize neler yapacak” dediler. Şimdi ben onlara “Allah aşkına ne yaptı AK Parti size?” diyorum. Zamanında biz halkı kurtarmaya çalışmıştık.

Bu tehlikeli bir iştir; halk size sırtını dönerse, siz de onlara “Bunlar adam olmaz” dersiniz. Halkı göbeğini kaşıyan adam olarak görüp, AK Parti'ye oy verenleri cahil olarak değerlendirirsiniz.

 

TWITTER DENEN O KÜLTÜR KAHPE VE NAMERT

 

* 68'deki ideolojiniz tam olarak nasıldı?
- Biz solcuyuz, tek doğruyu biz söyleriz, solculuk ayrıcalıktır, bizim dışımızdakiler gerici ve faşisttir anlayışındaydık. Böyle bir anlayışın mantıklı ve sağlıklı olduğunu düşünebilir misin?

 

* Tüm bunlardan sonra size “dönek” diye saldırılar başladı.
- Hem de nasıl. Ama umurumda değil. Twitter'dan öyle bir saldırıyorlar ki. Zaten namert ve kahpe buluyorum Twitter denen o kültürü. Sıkıyorsa yüzüme söylesinler orada ettikleri lafları. Neyse benim o işlerle alakam olmadığı için yeğenim Ferhan okuyordu hepsini bana. Tam o günlerde ne oldu biliyor musun? Başbakan aradı.

 

* Bizzat kendisi mi?
- Önce Yalçın Bey aradı, “Sayın Başbakan sizinle konuşmak istiyor” dedi. Bir baktım hattın öbür ucunda Tayyip Bey... Önce kısa bir merhabalaşma faslı oldu; “Bana oy verdiniz diye hakaret ediyorlarmış, olur böyle şeyler, metanetinizi kaybetmeyin. Boşverin üzmeyin kendinizi” dedi. Teşekkür ettim, kapattık.

 

* Başbakan'ın bu telefonunun, Gezi olaylarındaki “çapulculara” karşı olan tavrınızda bir etkisi var mı?
- Olur mu öyle şey? Onların isyanlarını, gösteri yapmalarını saygıyla karşılıyorum. Demokrasinin olmazsa olmazlarındandır bu sivil başkaldırılar. Bugün Başbakan Erdoğan olur, yarın başka birisi.
Artık yeryüzü de, Türkiye de değişiyor. Herkes buna hazır olmalı. Daha çok başkaldırılar olacak. Ama hepsini tadında ve zamanında yapmak lazım.


KAYNAK: HÜRRİYET
YORUMLAR 8
  • Yokki 8 yıl önce Şikayet Et
    Özet olarak döneklik yapmış. Tamam solculukta da kendi içinde bir otorite var. Kırılması güç önyargılar daha doğrusu sabit fikirli önyargılı insanlar var fakat vur deyince öldürme işini kendisi yapmış. Hiçbir otoriteyi tanımamanın karşılığı tayyip erdoğan mıdır yani. Menfaatine öyle gelmiş iktidara yakınlaşmış şimdi laf salatası yapıyor.
    Cevapla
  • kazımm 10 yıl önce Şikayet Et
    insan kendisini karşısında ki insana kapatırsa. o adama birşey anlatmak imkansız olur. Ama aklıselimi devreye sokup bu düşünceyi ne kadar kabul etmesem de bir dinleyeyim dersen o zaman kazanan herkes olur... Ne Bayrak belli bir zümreye ait, ne Atatürk, ne de Osmanlı... Yan komşun muhafazakar karşı komşun laik, alış veriş yapığın market sahibi dindar, dersine girdiğin hoca devrimci... Bizi birbirimizden ayıran şeyler soyut konular, fakat bizi birbirimize bağlayan o kadar çok somut şey var ki... Birçok insanın sağcısından da solcusundan da, dindanrından da devrimcisinden de, Türk'ünden de Kürd'ünden de, Alevisinden de Sünnisinden de, aynı ortamı paylaştığı, aynı masada çay içtiği, aynı muhitte oturduğu- yaşadığı o kadar çok arkadaşı vardır ki... O zaman biz niye hala birbirimize kendimizi anlatamıyoruz? Arkadaşım diğerleri gibi değil diyoruz değil mi...
    Cevapla
  • bekir terzi 10 yıl önce Şikayet Et
    aynı derede çimiyorsunuz. birbirinize çamur atıyorsunuz. önce safınızı belirleyin. tarık akan denen zatın kırdığı cevizin haddi hesabı yoktur. filimleriyle gençliğimizi zehirlemiş. kızlı erkekli sarmaş dolaş filmlerle özendirmede bulunmuştur. oğluda aynı yolun yolcusudur. bunlar yaşadığını zannediyor. ahirete beden bu dünya hayatı hiçtir be hiç...
    Cevapla
  • ALAİ KOC 10 yıl önce Şikayet Et
    HADİ SENDE YAAA.... Üzümcünün şahidi şıracı....Ayni fabrikanın farklı desendeki kumaşları bunlar...En ufak çıkarlarında birleşirler..Tarık akan yıllarca filimlerinde zengin kızları sömüren tipleri oynamadı mı?Şimdi de ezilenler edebiyatı..hah hah haaaaa..yemiyorlar artık bebiş......
    Cevapla
  • serkan demirel 10 yıl önce Şikayet Et
    empati kurmak lazım. İnsanlık birbirine ideolojik bakmaz eğriye doğru demez ise beyfendi gibi herkes birbirini kabullenir. örneğin daha yeni ak partiye amerikancı diyen parti sisinin yaptığı darbenin amerikaya karşı yapıldığını iddaa etti aslında olayın tam tersi olduğu kerry'nin açıklamalarından sonra alenen ortaya çıktı ama halen kendi tabanının gençlerini kandırabilmek için tüm dünyanın gördüğü gerçekleri çarptırmaya devam ediyor. o gençlerin gerçekten milliyetçi olduklarına inanıyorum ama dünya gerçeklerini görmezden gelmelerini anlıyamıyorum, halbuki hepsi üniversite okuyan zeki çocuklar siz sanıyormusunuz ki türk milleti islam olmasa avrupa bizi kabullenir eğer öyle olsaydı ilk başta atillayı bağırlarına basarlardı onu zehirlemezlerdi özellikle gençler olayları değerlendirirken objektif olsunlar abd nin çıkarlarını iyi anlasınlar ona göre saffını belirlesin.
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
DİĞER HABERLER
HDP’li Altan Tan’dan bomba itiraf! Demirtaş ve Zana'ya ayar: Eşini aday yapan...
Turgut Altınok, Mansur Yavaş'ın Londra'da PKK destekçisiyle görüşmesine tepki gösterdi