Müslümanlar icat da yaptı ziraat de

"Müslümanlar tarım toplumudur, icat yapamaz!" sözüne inanıyor ve itiraz etmiyorsanız bu söylenenlere kulak verin; çünkü bunu kabullenmek, icat yapamamaktan daha vahim bir durum.

Müslümanlar icat da yaptı ziraat de
Müslümanlar icat da yaptı ziraat de
GİRİŞ 23.09.2013 17:15 GÜNCELLEME 23.09.2013 17:15
Bu Habere 1 Yorum Yapılmış

Aksiyon dergisinden Erhan Çaçan'ın İstanbul Medeniyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Bilim Tarihçisi Prof. Dr. Salim Aydüz ile müslümanlar, tarih ve bilim üzerine yaptığı röportaj:

“Müslümanlar tarım toplumudur, icat yapamaz!” sözüne inanıyor ve itiraz etmiyorsanız bu dosyayı okumanızı öneriyoruz. Çünkü bunu kabullenmek, icat yapamamaktan daha vahim bir durum.

Müslümanların ve Türklerin bilim tarihindeki yeriyle ilgili tartışmaları millet olarak hep yüzümüz aşağıda yaparız. Oysa yüzümüzü öne eğdirmesi gereken asıl konu bilim tarihimiz değil, tartışmayı bu şekilde yapıyor olmamız. Çünkü neredeyse 100 yıldır unutulmuş veya unutturulmuş olsa da Müslümanların bilim tarihi şeref levhalarıyla dolu. Mevzu yakın zamanda Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın sözleriyle gündeme geldi. “Bu ülke Müslüman bir ülke. Tarihten gelen bir yapısı var. Şimdi Türkiye'nin konumu itibarıyla biz icat yapamıyoruz, buluş yapamıyoruz. Tarım ülkesiyiz biz.” diyen Bakan, her ne kadar sözlerini sonradan düzeltmeye çalışsa da bu toplumsal bilinçaltının dışa yansımasıydı. Zaten bu konudaki bilinç düzeyini eğitim müfredatı ve kitapların içeriği de fazlasıyla veriyor. Çok geçmeden bu tarihî ve zihinsel yanılgının önüne geçilmesi gerekiyor. Bu amaçla konunun uzmanlarından Bilim Tarihçisi Prof. Dr. Salim Aydüz'ün kapısını çaldık. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde görevli Aydüz, söz konusu düşüncelerin geçmişimizi bilmemekten kaynaklandığını söylüyor. Aydüz'ün anlattıkları bu konulara kafa yormuş insanları bile şaşırtacak cinsten…

Kamuoyunda ‘Müslümanlardan bilim adamı, mucit çıkmaz' diye bir inanç var. Bu düşüncenin kaynağı nedir? Tarih bu iddiayı doğruluyor mu?

Avrupa da böyle düşünüyor, kendi medeniyetine hâkim olmayan Doğu da… İslam medeniyeti temel olarak Hint, Çin, Mısır ve Yunan medeniyetlerinden sonra gelmiştir. Bu medeniyetlerde ortaya konan bilimleri ve teknolojik birikimi incelemiş, analiz etmiş, ondan sonra kendi bilimini çıkarmıştır. İslam medeniyeti kendinden önceki medeniyetleri çok iyi analiz ediyor. Önceki medeniyetlerin kitaplarını kısa sürede kendi dillerine tercüme ediyorlar. Bu ağırlıklı olarak Arapça, bazen Farsça, bazen Türkçe. Tercümeyle yetinmiyorlar, bunları analiz edip üzerine yeni bir bilim inşa ediyorlar. Yeri geldiğinde eleştiriyorlar, yeri geldiğinde aynen alıyorlar veya daha ileri götürüyorlar. İslam medeniyetinin buradaki rolünü anlamayan zihniyet, ecdadımızın sadece Batı'yı, Yunan medeniyetini tercüme ettiğini iddia ediyor.

Oysa biz onları bir taraftan taşırken bir taraftan da iyileştirdik, hatalarını düzelttik ve ortaya sayılamayacak kadar çok yeni şeyler koyduk. İslam medeniyetinin bu manada ortaya koyduğu gelişmeleri, katkıları, icatları bilemediğimiz için biz sadece Avrupalıların daha doğrusu oryantalistlerin dediği gibi ‘taşıyıcı' rolüne indirgendik. Böyle bir şey söz konusu değil.

İslam medeniyetine ait birçok eser ve icadın Avrupalılarca intihal edildiği de söyleniyor, somut örnekleri var mı bunun?

Çok sayıda var. En meşhuru Kopernik. Bakıyoruz Kopernik, Ay modellerini, Güneş Sistemi modellerini, Ay'ın bazı hareketleriyle ilgili hususları daha önceki İslam bilim adamları İbn-i Şatır ve Nasiruddin Tusi'den (Meraga'da ilk gerçek rasathaneyi kurdu) aynen kopya etmiş. Ancak kopyalarken ‘Tusi Couple' denen Ay'ın bir hareketiyle ilgili çizdiği şekli aynen kitabına nakletmiş. Fakat ne Nasiruddin Tusi'den bahsetmiş ne de İbni Şatır'dan. Bu tür aktarımlar çok sayıda var. Mesela 15, 16. yüzyıldan sonra ortaya çıkan ve Avrupa felsefesinde kullanılan terminolojinin birden ortaya çıkmadığı görülüyor. İslam medeniyetinde buna ait çok sayıda unsur var. Avrupa'ya aynen geçmiş. Mesela, Arsenal, İngiltere'de bir semt ve futbol takımı adı. Ama aynı zamanda gemi yapım merkezi anlamında bir yer. Kelimeye bakıyoruz, ‘darsenal' kelimesinden geliyor. Onun da bir öncesi Arapça ‘daru-sına-a', sanayi merkezi, evi, manasında. Bu kelime önce darsana, sonra darsanal olmuş. İngilizceye Arsenal diye geçmiş. Şeker kelimesi İngilizceye sugar olarak geçmiş.

Newton'dan önce Avrupa'ya baktığımızda bilim adamı neredeyse yok. Tek tük vardı, onlar da İslam medeniyetinden aldığı birkaç tercümeyle öne çıktı. Dolayısıyla Newton İslam medeniyetinin gelişmelerini, ortaya koyduğu bilimsel değerleri kullanarak bir üst sıçrama yaptı. Kopernik'te de aynı durum mevcut. Leonardo Da Vinci de kendinden önce El- Ceziri, Muradi, Beni Musa Kardeşler tarafından yapılmış çalışmaları tekrarlıyor. Ve bugün yeni yayımlanan bilgiye göre Da Vinci'nin annesinin Arap asıllı bir kadın olduğunu öğreniyoruz. Öte yandan İslam medeniyetinin bu konularla ilgili eserlerinin çoğunun Vatikan'daki yazmalar kütüphanesinde çıkması son derece anlamlıdır.

İslam medeniyetinin ürettiği bilime Avrupa mı sahip çıktı yani?

Bilim açısından İslam medeniyetinin ortaya koyduğu çok muazzam alanlar var. Mesela bütün dünyada okutulan en önemli derslerden cebiri (matematik) ortaya çıkaran El Harizmi'dir. Onun ‘El cebir vel mukabele' isimli kitabı bugünkü ders kitaplarının kaynağıdır. Avrupa'da herkes bunu okuyor. Dolayısıyla biz kendimizin olan ilmi bilmeden gidip Avrupa'dan alıyoruz. Bilimin çok önemli unsurlarından biri laboratuvardır, testtir. Peki, laboratuvar çalışması, geleneği, sistemi nerden geliyor? İslam medeniyetinden.

Mesela Amerika'da ‘İlk gerçek bilim adamı İbn-i Heysem' isimli bir kitap yayımlandı. İbn-i Heysem (1000'li yıllarda yaşayan Mısırlı bilim adamı) fotoğraf makinesinin atası olan karanlık odayı icat eden kişi. Dolayısıyla bugünkü kameralar, laboratuvar sistemleri hep oradan gelişmiştir. Bunları ortaya koyan medeniyet bizimse, bilim tarihindeki yerinin bilinmesi lazım.

Peki, bu bize ne sağlayacak?

Bizde çok büyük aşağılık duygusu, özgüvensizlik var. Bunları ortaya koyduğumuz zaman insanımıza özgüven gelecek. Özgüven sahibi olan insan geçmişe farklı bakar, geleceği farklı inşa eder. Dolayısıyla kendi temellerimize, icatlarımıza, medeniyet tarihimize bakarak gelecek inşa etmeliyiz. Astronomi tarihinde Kopernik'ten, Kepler'den bahsedildiği yerde Ali Kuşçu'dan bahsedilmemesi büyük haksızlık. Newton'dan, Huygens'ten bahsedildiği yerde Ebubekir Razi'den, Cabir'den bahsedilmemesi çok yanlış.

Okullarımızdaki matematik, fizik, kimya kitaplarında hep Avrupalılar geçer. Hâlbuki matematiği matematik yapan Müslümanlar. Öncesinde matematik yoktu. Gubar denilen (gubur) şey vardı. Toz üzerine yazarlardı, parmak hesabı vardı. Roma rakamları matematik işlemlerinin katiliydi adeta. Fibonacci, İslam medeniyetinden aktarım yaparak rakam, sayı, matematik sistemini geliştiriyor ve modern matematiği ortaya koyuyor. Mesela ‘minereloji' biliminin arkasında da El-Biruni vardır. Dünya'nın yuvarlak olduğunu, döndüğünü ilk defa bilimsel olarak ortaya koyan insanlardan biridir.

Bu bilim adamlarımızı yine Batı mı keşfediyor?

Evet. Örneğin Ali Kuşçu bizim medeniyetimizin, özellikle İstanbul'da olması sebebiyle Osmanlı bilim medeniyetinin beyin yapıcılarından biridir. Ay'ın yuvarlak olduğunu, Dünya'nın kendi etrafında döndüğünü fiziki olarak ispat eden bilim adamıdır. Batı, Kuşçu'yu yeni keşfetmeye başladı. Batılıların, ‘Bakın sizin bilim adamınız ne kadar büyük işler yapmış' demesi kadar acı bir şey yoktur. Niye biz bulmuyoruz? Çünkü bizde bilim tarihine karşı bir önyargı var. Zaman zaman medyada yer alan yargılar da bunun açık belirtileri.

Son dönemlere bakarsak, başka isimler saymak mümkün mü?

Son 100 yılda Hulusi Behçet gibi çok sayıda örnek var. ‘Şeyh Mucitler' diye bir makale yazdım. Orada iki şeyhten bahsediyorum. Biri Abdülhamit döneminde yaşamış Özbekler Tekkesi şeyhi Ethem Efendi'dir. Kendisi, tek pistonlu motor ve bazı aletler icat ediyor. Hepsi bugün aynı tekkede muhafaza edilmektedir. Ethem Efendi de Ahmet Ertegün'ün (Müzik ve iş adamı. Amerika'nın en zengin Türklerindendi.) dedesiydi. Tevfik Efendi ise Lineer Cebir konusunda dünyanın en büyük mucitlerinden biridir. 1872'de İngilizce ‘Linear El Cebra' isimli kitabı yayımlanıyor Amerika'da.

Mesela kendi ders kitaplarımızda Ali Kuşçu'ya ne kadar yer veriliyor?

Maalesef pek yer verilmiyor. Hatta pek bilinmiyor da. Millî Eğitim, YÖK, bu konuda üzerine düşeni yapmıyor. Hâlbuki İngiltere'de her tarafta Newton'un, Dalton'un, büyük bilim adamlarının isimleri vardır. Okullara, enstitülere her yere isimleri verilmiştir. Bunları okutur, müze açar ve çok iyi pazarlarlar. Türkiye'de böyle bir şey yok. Pek çok kişi İbn-i Sina'nın ismini bile duymamıştır. ‘En büyük bilim adamımız kimdir?' desem kimse bir isim söyleyemez. Bir matematikten bahsederken mutlaka başında, ortasında ve sonunda Harezmi'nin, Abdülhamit İbn-i Türk'ün adını anmak lazım. El Cebir de önemli isimdir. Çok kişi adını duymamıştır. Matematik tarihçileri, öğretmenler yeri geldiğinde bunlardan bahsedecek. Veyahut kimyadan bahsederken Cabir bin Hayyam'dan haber verecek. Çoğu bir bilimin kurucusudur. Bilim kurmak kolay değil. Mesela coğrafyayı Müslümanlar kurmuştur. Medyanın imkânlarıyla biraz duyulan Piri Reis biliniyor. O da UNESCO sayesinde. Bizim bilim adamımızı bize öğretiyorlar sağ olsunlar! Harita üzerindeki adalar, bazı dağlar, bölgeler harita çizildikten 300 yıl sonra Batılılar tarafından tekrar keşfediliyor. Biz niye bilim adamlarımızı değerlendiremiyoruz?

Bilim tarihimizle ile ilgili ezberleri bozmak mı gerekiyor biraz?

Top yapımında çok önemli ustalarımız var. Bunların da ortaya konması lazım. Doğru düzgün silah ve mimari müzemiz bile yok. Ayrıca mimaride biz neler ortaya koyduk. Sadece tek başına Sinan bile 477 bina ortaya koymuş. Bunun öncesi var, sonrası var. Bursa'da medresesi, cami, köprüsü var. Hâlen ayaktalar. Sultanahmet'e, Süleymaniye'ye bakın. Bir sürü deprem geçirmelerine rağmen hâlen ayaktalar. Bunun hikmeti ne? Selimiye Kışlası'na bakın. Muazzam binalar. Mimari tarihine bakın, bunu göreceksiniz. Optik tarihine bakın, muazzam şeyler var. Dolayısıyla ‘geçmişimizde bir şey yoktur' demek en basit tabiriyle ‘geçmişini bilmemek' demektir. Bu da o bilim adamlarımıza ihanettir.

Peki, icatta neden bu kadar geri kaldık? Tembellikten mi, rejim değişikliğinden mi, yoksa imkânsızlık-tan mı?

Doğrusu tek bir sebebe bağlamak mümkün değil. Bir anda siyasi açıdan toprak kaybediyorsunuz. Onun getirdiği moral bozukluğu var. Daha da önemlisi ekonomik açıdan çok geriliyorsunuz. Batı'da bilimsel gelişmelerin arkasındaki en önemli itici sebep ekonomik refahtır. Bilim adamlarının çoğu ‘Sir (efendi)' denen üst düzey aristokrat asilzadelerdir. Bunlar, yazmaları çok iyi topluyor, hiçbir maddi problemi yok. Evine kapanıyor, günlerce çalışıyor. Öbür taraftan haksız rekabet de diyebileceğimiz inanılmaz sömürgeler sayesinde devletlerinden gelen para var. Para olunca işler biraz hızlanmaya başladı ve icatlar birbirini tetikledi. Osmanlı ve İslam dünyası ise elinde imkân olmasına rağmen keşfettiği yerlerdeki zenginliği haksız şekilde, oranın insanını yok edip ele geçirmedi. Müslüman bilim adamlarının en önemli hassasiyeti tabiata karşı çok saygılı olmaları. Bilim yaparken tabiatı tahrip etmeme, insanı rahatsız etmeme ve saygı duyma çok önemli. Batı'da böyle şeylerden bahsetmek mümkün değil.

Günümüzde imkân noktasında Türkiye'nin bir problemi var mı? Ar-Ge çalışmalarına, bilim adamlarına ayrılan kaynak yeterli mi?

Bir bütün olarak bakıldığında Türkiye'de ayrılan bütçe çok komik. Bilim adamı olarak proje sunduğunuzda verilen bütçe Avrupa'dakilerle kıyaslandığında çok düşük. Basit bir örnek vereyim. Batlamyus'un coğrafyayla ilgili ‘Almagest' adlı temel bir eseri var. Bu eserin ana nüshası kayboldu. Coğrafya, astronomi, uzay bilimi ve kozmolojiyle ilgili en önemli eserdir. İslam bilim adamlarının muazzam istifade ettikleri eserdir. 800'lü yıllarda Arapçaya Rabban Tabari'nin babası Seyh bin Tabari tarafından tercüme ediliyor. Avrupalı bir bilim adamının bu eserin tüm tercüme versiyonlarını ortaya çıkarıp eserin esasını ortaya koymak için aldığı bütçe 5 milyon avro. Bir yazma eserin ortaya çıkarılması için Türkiye'de bir proje sunsalar size 20 bin bilemedin 100 bin lira bütçe verirler.

Türkiye'de araştırılması gereken bu türden eserler var mı?

Yüz binlerce yazma eser var, kütüphanelerde atıl duruyor. Hepsi elmas kıymetinde. Fakat bunlara yaklaşmak mümkün değil. Mesela Topkapı yazma eserlerinin hâlini görüyorsunuz. Son günlerde basına da yansıtıldı. Çürütülüyor. Dünyanın en değerli kütüphanesi oysa. 5 yıldan fazla kapalı kaldı. Şu an girmek için randevu almanız gerekiyor ama öbür yandan birçok engel çıkarılıyor. Dünyanın hiçbir yerinde kütüphane randevu sistemi ile çalışmaz. Yazmalar Kurumu diye bir yer açıldı en son. Burada Topkapı Sarayı'nda bulunan bir eseri aynen yayımlamak için uğraşıyoruz. 9 aydan bu yana eserin kopyasını bize vermeme hususunda direniyorlar. Yine Piri Reis'in haritasının yayın hakkını ücret karşılığı almak için tam 6 ay uğraştım.

Yetkililere bu durumla ilgili şikâyet gitmiyor mu? Bu uygulamaları nasıl yapabiliyorlar?

Defalarca şikâyet edildi. İstediklerini alamadığı için kütüphane kapısında oturup ağlayan profesör biliyorum. Ancak gizli bir el sürekli engel çıkarıyor gibi. Kütüphane ve arşivle ilgili sıkıntılar konusunda en cesur hoca Prof. Kemal Beydilli'dir. Onun yayımladığıbir kitabın (Türk bilim ve matbaacılık tarihinde Mühendishane Matbaası ve Kütüphanesi, 1776-1826) önsözünde bu çalışmanın ne kadar zor olduğunu açıkça görebilirsiniz. Hoca bu kitabı yayımladıktan sonra Saray kütüphanesi ve arşivini kullanamadı bir daha.

Son yüzyılda bazı yazma eserlerin tahrip edildiği, yurtdışına çıkarıldığı söyleniyor. Sizin bilginiz var mı?

Bunların yapıldığı kesin gibi. Hani gidenler gitmiş olsa da elimizdekileri değerlendirmiş olsak yeter. Şu an İsrail'de Osmanlı çalışmaları üzerine bir enstitü kuruldu. Osmanlı'da bilimin olmadığına, seviyesiz, değersiz olduğuna dair çalışmalar başlatıldı. İki kitap yayımladılar biri astronomi, diğeri Osmanlı tıbbı üzerine. Mesela İngilizce olarak yayımlanan tıp kitabı Osmanlı'da tıbbın ne kadar kötü olduğunu ispat etmeye çalışıyor. ‘Osmanlı darüşşifalarına sağ giren ölü çıkardı' deniyor kitapta. Hâlbuki Osmanlı medeniyetinin en iddialı olduğu alanlardan biri tıptır. Bütün darüşşifalar ücretsiz, ilaçlar da öyle. Parası olmayan hastaya para veriliyor. Evlere gidilip bakım yapılıyor. Şu an bile yeni yapıyoruz evde bakım hizmetini. 1557'de Süleymaniye Külliyesi içinde dünyanın ilk tıp medresesi, fakültesi kuruluyor. Tıp medresesi ve hastane yan yana. Teorik ve pratik tıp yan yana. Bunu çok kişi bilmiyor mesela. Gidip tıp medresesini sorsanız Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki görevliler bilmez. Dünyada bunun eşi yok. Doğum evi olarak kullanıldı, sonra boşatıldı kütüphane oldu. Hâlbuki oranın tıp medresesi olarak müzeye çevrilmesi lazımdı. Bu da idarecilerin medeniyetimize verdiği önemi gösteriyor.

200 CERRAHİ ALET, MÜSLÜMAN İCADI

Müfredatta Türk Bilim Tarihi'ni nasıl ele almak lazım?

Özel bir bilim tarihi dersi yerine örnek olarak matematikte Harezmi'den, El Cezire'den bahsederek onların icatları, yaptığı işler hakkında bilgi vermek gerekiyor. Bugün bir tıp öğrencisine sorun ‘İbn-i Sina hakkında ne gördünüz?' Size vereceği cevap bir hiçtir. 1800'lü yıllara kadar İbn-i Sina'nın El Kanun eseri Avrupa tıp fakültelerinde temel kitap olarak okutuldu. El Kanun okunmadan kimse tabip olamazdı. Bu Doğu'da da, Batı'da da böyleydi. Şerafettin Sabuncuoğlu da bilinmez. Fatih Sultan Mehmet dönemindeki bir cerrah. Dünyanın ilk resimli cerrahi kitabını, ameliyat yapma metodunu, ameliyat aletlerinin nasıl kullanıldığını gösteren bir bilim adamıdır. Yine Zehravi, 200'e yakın cerrahi alet icat ediyor ve bunların hemen hepsi günümüze kadar geliyor. En azından bir Müslüman cerrahın elinde tuttuğu aleti kimin icat ettiğini bilmesi lazım. Mesela ameliyatlarda kedi bağırsağını dikiş ipi olarak kullanan ilk kişi Zehravi'dir. Razi koyun bağırsağını kullanıyor ama vücutta erimiyor. Bunun üzerine Zehravi, kedi bağırsağını kullanıyor. Kedi bağırsağı vücutta çözülebilen tek hayvan organı olduğu için tabii.

URBAN SADECE BİR-İKİ TOP YAPTI

Osmanlı medeniyetinin en büyük bilim adamı kimdir sizce?

Hiç tereddüt etmeden Takiyüddin Raşit derim. 1570'lerde İstanbul'da III. Murat döneminde rasathane kuruyor ki İslam medeniyetinin en mükemmel rasathanesidir. Yazdığı kitaplarla bilime çok önemli katkılar yapan bir bilim adamı, mucittir. 6 silindirli su pompası icat ediyor. Şimdiki araçlarda 6 silindir, 4 silindirden konuşuyoruz. Bunu icat edendir. Taksim'de rasathane kurduğundan kimsenin haberi yok. Hatta Galata Kulesi'nden uzun yıllar astronomi gözlemi yapıyor.

İsrailli yazarlar Takiyüddin Raşit hakkında şunları yazıyor, karalamak adına: “O kadar da büyük bilim adamı değil. Mısır'dan İstanbul'a gelirken korsanlar tarafından kaçırıldı, İtalya'ya götürüldü. Orada bilim adamları tarafından 20 sene eğitildi. Sonra İstanbul'a geldi. Koca Davut denen Selanikli bir Yahudi'nin gözetiminde bazı şeyler yaptı. Ama mucitler İtalya'daki bilim adamları ve koca Davut'tur.”

Bunun başka versiyonunu ilkokulda herkes görüyor. İstanbul'un nasıl fethedildiğini sorduğumuzda “Urban'ın yardımıyla” diyoruz. Urban kimdir? Fatih'in top parkındaki 200'e yakın topun sadece bir ikisini döken kişidir. Bir sürü top ustamız var. Muazzam toplar yapılıyor. Osmanlının 1400'lerden sonra, toplarla ateşli silahlarla tanıştıktan sonra inanılmaz büyük çalışmaları var. Yine Fatih döneminden çok önemli bir örnek, 1464 tarihli bir top. Ortadan vidayla birbirine bağlanıyor. Top yakın zamana kadar İngiltere'de ‘Tower of London'da muhafaza ediliyordu. Fakat şimdi Ford Nelson Müzesi'ne götürdüler.

Rumeli Hisarı'nda sahilden giderken hisarın hemen önünde 2 büyük top vardır. İnsanın içine girebileceği büyüklükteki top pislik içinde duruyor. 4 tane kalmış bunlardan. Biri Eyüp meydanında yeşile boyanmış, diğeri ise askerî müzede.

YORUMLAR 1
  • Mehmet Yusuf 10 yıl önce Şikayet Et
    bu neyin ispatı. Müslümanların bilime katkılarından haberi olmayanlar gitsin kendini derin kuyulara atsın.
    Cevapla
DİĞER HABERLER
Sırrı Sakık TBMM bahçesinde PKK terörünü kutsadı! Önder Aksakal'dan efsane yanıt
AK Partili Bölük, AKPM'de parlamenterlerin yüzüne söyledi: Seyirci mi kalacağız?