Mutlu olmanın yolu ruh beden bütünlüğü

Dr. Ayşe Duman kadın sağlığı ile ilgili önemli bilgiler paylaştı.

Mutlu olmanın yolu ruh beden bütünlüğü
Mutlu olmanın yolu ruh beden bütünlüğü
GİRİŞ 30.08.2014 14:17 GÜNCELLEME 30.08.2014 15:17

Son yıllarda 'Kadın Sağlığına Holistik Yaklaşım' farkındalığı ile kadınlara verdiği hizmet alanını genişleten,  Ruh-beden-zihin bütünlüğü içinde gerçek sağlığın oluşabileceği bilgisiyle zihinsel iyileşme tekniklerini (EFT, hipnoz, imajinasyon, dua vb.) kadın sağlığı, doğum, kadın cinsel işlev bozukluklarında etkin ve güvenli bir şekilde kullanmaya devam etmekte olan Dr. Ayşe Duman’la Seyyide dergisinden Fatma Toksoy konuştu.

İşte O söyleyişinin tamamı;

Holistik (Bütüncül ) Kadın Sağlığı konusunda yaptığı çalışmalarla adından sıklıkla söz ettiren bir Kitabınız var. Ruh-beden-zihin bütünlüğünü anlatmışsınız. Kitabınızın adı da enteresan: “Kadınlığın Keşfi”. Neden bahsediyorsunuz bu kitabınızda?

Ben kadın-doğum uzmanıyım ve modern tıp eğitimi aldım. Bu modern tıp eğitiminde daha çok fizik beden üzerinden gidiyoruz. Son beş yılda yaptığım eğitim ve araştırmalarda şunu fark ettim ki insan bir bütün. Sağlıklı huzurlu mutlu olmak istiyorsak ruh-beden bütünlüğü içinde kalmalıyız. Ve onun için ruh beden bütünlüğünde kadınlığımızı yaşarsak o zaman bu hayattaki tüm rollerimizi daha dengeli yaşarız ve kadın sağlığına yönelik sıkıntılarımız da olmaz. Ne gibi mesela? İşte daha rahat doğum yaparız. Daha rahat ve kolay gebe kalırız. Lohusalıkta sorun yaşamayız. Yani aslında ruh-zihin- beden bütünlüğü derken ben ancak kulluk şuurunda insan bu hayatta kendini daha iyi hissedebilir demeye geliyorum aslında.

Mesele kulluk şuurunda olmak,  yani öyle mi?

Yani o bütünlük oraya götürüyor insanı. Çünkü ruh, Cenâb-ı Hakk diyor ki size ruhumdan üfledim. İşte bizim oradan beslenmemiz lazım. Biz oradan beslenirsek zaten idrakimiz ve şuurumuz kulluğa ulaşıyor diye düşünüyorum. Yaradan’ın  “size ruhumdan üfledim” dediği ruhumuzun beden makinesi denkleminde ne kadar önemli olduğunu fark edebilmek, fiziksel ve zihinsel sağlığımızı geliştirmek istediğimizde bu denklemin içine ruhumuzu yerleştirebilmek. Bunu yapabildiğimizde daha anne karnında mini minnacık bir ceninken yüklenmeye başladığımız kodlarımızı fark ederek biz kadınlığımızı keşfeder, kadınlığımızla barışır, “of bu kadınlık ne zor!” serzenişinden “kadınlığıma şükrediyorum bilincine ulaşırız. Kadınlığımızı keşfedip kadın olduğumuza şükür etme bilincine ulaşamazsak ne sağlık oluyor ne hastalıklar son buluyor, ne rahat doğum oluyor.

Her türlü kadın sağlığı sorununa “Holistik: Bütüncül” yaklaşımla hizmet veriyoruz diyorsunuz. Ne demek holistik yaklaşım? Neyi kastediyorsunuz? Biraz evvel söylediklerinizi mi kastediyorsunuz?

Aynen öyle. Ruh-zihin beden bütünlüğünde holistik yaklaşım.  Bir de bunun içine sağlıklı beslenmeyi de koymamız gerek. Hem de yaradılış programına uygun hareket etmek gerek. Mesela bir hareket yaradılış programına olmazsa olmaz. Günümüz şartlarında teknolojinin artmasıyla hareketlerimiz çok kısıtlandı. Yanlış bilgilerle zihnimiz çok kirlendi. Bunlar aslında bize bütün bu doğru datalarla doğru bilgilerle ve ilahi kaynaktan gelen bilgilerle biz ancak sağlıkta da kalabiliriz. Çünkü bizim birçok çoğu beşeri kaynaktan gelen bilgi kirli bilgimiz fizik bedenimizi de bozuyor. Bu bozulma Şartlanmalarla koşullanmalarla oluşuyor.

Gıdalarla gelenler de vardır belki

Tabii gıdalarla da gelen var. Gıdalar hem sağlıksız hem de helal olmayan. Sağlıksız ve helal olmayan gıdalar da bedende ciddi bir kirlilik oluşturuyor. Ve kirlilik sağlığı bozuyor. Biz işte sağlığı hedefliyorsak ki ben hekim olarak sadece fiziksel bir şikâyeti olup da bana gelen insanlara özellikle sağlık noktasında yardımcı olurken o şikâyetin oluşmasına sebep olan şeyleri de araştırıyorum.   Yani fiziksel şikâyeti çözmek için sadece fizik bedenle ilgilenmek sadece ilaç vermek yetmiyor. Onu bozan sistemi de tamir etmek lazım. Onu bozan sistem bir gıdaysa veya ne bileyim kendi ile ilgili bir algıysa, dünyaya bakışıysa işte bunların hepsini düzeltmek gerekiyor.

Bu bağlamda ilaçlar hakkında ne düşünüyorsunuz. Bildiğiniz gibi ilaç bağımlılığı artmakta. Artık su içer yemek yer gibi günde üç öğün beş vakit ilaç almaktayız. Doğru mudur her hastalığa ilaç almak? Üstelik ilaçların da yan etkileri bu kadar çokken? Ticari bir kaygıyla üretilen ilaçlar o anki rahatsızlığımızı bertaraf ederken yan etkisinden dolayı başka bir organımızda başka başka hastalıklara yol açmakta.

İlaçla gerçek şifa bulunacağına inanmıyorum. Çünkü bizler güçsüz kimyasal makinalar olmadığımız gibi kendimizi her kötü hissedişimizde ağzımıza aldığımız bir ilaç da sorunlarımızın çözümü olamaz. Vücuttaki belirtileri yok etmek için tavsiye edilen ilaçlar bu belirtilerin ortaya çıkmasındaki inanç kalıplarımızı kişisel varlığımızı göz ardı etmemize neden olur. Bana göre, hastalık orijinal tasarımdan ayrılmayla ortaya çıkıyor. Hastalık aslında orijinal tasarımın bozulması. Orijinal tasarımı bozulmasına yol açan her neyse onu düzeltmek lazım.

Orijinal tasarım derken Allah’ın verdiği yani yaradılışımız mı?

Yaradılış, yaradılış programı. Yaradılış  programında biz bir kere kadınsak kadınlığımızı sevmeliyiz. Biz kadınlığımızı sevmeden sağlıklı kadın olamayız. Mümkün değil. Gene Facebook’da kitabımdan alınmış bir caps var, o caps benim de çok hoşuma gitmekte. “Kadın ne zaman kendisini sever, o zaman kendisine dayatılanların karşısında da durabilir.” .Kendimizi sevmekten kastım ne? Anlatayım.  İnsanlar kendini sevmeyi yanlış anlayabiliyorlar. Kendini sevmek egodan farklı bir şey. Zaten ego, nefs,  benlik bizim en büyük düşmanımız. Egoyu savunursak bunun altından kalkamayız ve ciddi sıkıntılarımız olur.

“Kadın ne zaman kendisin sever, o zaman kendisine dayatılanların karşısında da durabilir.” Derken kadına dayatılanlardan kastınız ne?

Yani bizim koşullanmalarla kendi varoluş gayemizden de uzaklaşmalarımız var.

Ne gibi koşullanmalar mesela?

Mesela, Erkek gibi kadın olmak. 

Kadın bu sözle Erkeğe koşullanıyor öylemi?

Evet, Erkeğe koşullanıyor. Çünkü erkek sanki değerli bir varlık. Kadın aşağı bir varlık. Değer bulmak adına erkek gibi kadın olmak gayretleri var. Bu gayret de kendimi sevmiyorum demek aslında. Böyle bir koşullanmanın karşısında duramıyoruz kendimizi sevmediğimiz zaman. Kendimizi sevmek bizde işlenen sanatları ve işleyen sanatkârı sevmektir.

Rabbü'l- Âlemini sevmek yani

Ya aslında kendimizi sevmek o. Bizi mükemmel bir kadın olarak yaratan Rabbimizi sevmek. Bu anlamda baktığımızda biz kendimizi değersiz hissedemeyiz.  Biz çok değerliyiz. O zaman da ona buna şuna meyledip değer bulmaya çalışmayız. İşte marka derdine düşmeyiz. Mesela ne bileyim estetik ameliyatların peşine düşmeyiz. Çünkü biz bunların peşine düştüğümüzde orijinal tasarımdan, Yaratılış programından ayrıldıkça beden çatışmaya giriyor. Zihin çatışmaya giriyor. Ve bu çatışma bizi hastalıklı hale getiriyor. Çatışma demek rahat değiliz güvende değiliz demek. Bedende ona göre hormonlar salgılanıyor. Mesela Stres hormonları salgılanıyor. Ve stres hormonları da bedenin iyileşme programını bozuyor. O zaman da ne oluyor biz ilaçlara bağımlı insanlar oluyoruz. Bu anlamda aslında ilaç aldığımızda biraz kendimizi fark etme sorumluluğundan da kaçıyoruz. İşte şunu demeye çalışıyorum bizim aslında her bir yerimizde bir sıkıntı olduğunda ağzımıza bir ilaç atıp şifa bulmak niyetiyle sizin de dediğiniz gibi bir ton yan etkiye maruz kalıyoruz. Aslında biz bir yerimizde bir şey olduğunda nerde bir hata var, bu hastalık bize ne demek istiyor, orijinal tasarım neden bozuldu veya neden bedenim iyileşmiyor sorusunu sormak lazım. İlaçlar aslında bizim bu soruyu sormamızı da engelliyor. Modern tıp bu soruyu sormamızı da engelliyor. Kesiyoruz biçiyoruz ortaya koyuyoruz. Ama bu ciddi bir sıkıntı. Mesela benim bir hastam vardı. Bir gün geldi düzensiz kanamaları vardı. Ha bire kanıyor. Bakıyorum fizik bedende hiçbir şey yok bu kanamayı yapacak… Eşiyle de gelmişti. Dedim ona senin bir sıkıntın var. Bu kanamaların rahmin gözyaşları. Kanlı gözyaşları rahmin. Kendini oradan kanama yoluyla ifade etmeye çalışıyor. Ancak kişi kendini gerçekten ifade ettiğinde rahmin artık bunu kullanmaya ihtiyacı kalmayacak. Nitekim eşiyle de konuştuk. Bir takım sıkıntıları varmış. Eşi farklı bir noktaya geldi. Kendi farklı bir noktaya geldi. Bir ay sonra geldiklerinde bana, “Allah razı olsun benim kanamalarım kesildi. Ve şimdi de gerçekten çok iyiyim.”  diye anlatarak sevincini ifade etti. Şimdi gerçekten bir farkındalık oldu. Yani demek istiyorum ki bedende bir arıza varsa bu arızanın nedenini bulmak lazım.  Durduk yerde beden arıza vermez. Cenâb-ı Hakk bizi dünyaya sürekli bir arıza veren arızalı bir bedenle yollamadı. O kadar muhteşem şeylerle bizi dünyaya yolluyor ki her şey birbirinin iyilik haline yardım ediyor ve bizim de sağlıklı olmamızı  sağlıyor. Ama biz bunu fark edersek diye düşünüyorum. Düşünün, zihniniz çok rahat içerde çatışma yok. 3 D sistemiyle çalışıyoruz düşünce- duygu davranış. Bütün davranışlarının altında düşünce ve duygular var. Düşünce ve duygu olmadan davranış üretmez beden. Organ fonksiyonları da bunlarla ilintili. Onun için düşünce ve duygu çok önemli. Düşünce ve duyguyu beslememiz lazım. Nereden? İlahi kaynaktan, bitti.  İlahi kaynaktan düşünce ve duygu beslenmediği sürece bedenin sağlıkta,  huzurda kalma şansı yok.

İlahi kaynaktan beslenmediği zaman orada bir sıkıntı ve hastalıklar peş peşe geliyor öyle mi?

Tabi tabi, böyle bir sıkıntı olduğu zaman hemencecik hastalıklar başlıyor. Zaten birçok hastalığın kaynağı o.  Stres deniyor. Stres de nasıl çözeceğiz. Stres deyip geçiyoruz.

Peki, Osmanlı nasıl çözüyormuş?

Osmanlı sağlıkta bütüncül yaklaşımı çok önemsemişler. Ne varmış mesela müzikle terapiler varmış. Yardım derneklerinde su ile terapiler varmış. Ruh sağlığının beden sağlığında ne kadar etkili olduğunu Osmanlı fark etmiş, aslında bütüncül yaklaşım budur. Nitekim Peygamber Efendimiz  (s.a.v.) kolay kolay hastalanmayan Medine ahalisi için “Buranın sakinleri karınları acıkmadıkça yemek yemezler. Yedikleri kadar yiyecekken doymadan sofradan kalkarlar. Bu yüzden de hasta olmazlar.” buyurmuştur. Sağlık böyle bir şey.  Yine Efendimiz (s.a.v.),  “İnsanoğlu midesinden daha zararlı bir kap doldurmamıştır. İnsanoğluna belini doğrultacak birkaç lokma kâfidir. Mutlaka yemesi gerekiyorsa üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de nefes alıp vermeğe bırakmalıdır.” Diye bizleri ikaz etmiştir. 

Ama şimdiye bakınca midemizi tıka basa dolduruyoruz değil mi?

Evet,  tıka basa dolduruyoruz. Ondan sonra reflü oluyoruz,  gidiyoruz anti asit alıyoruz.  Reflü tedavisinde şimdi birçok doktor diyor ki bol su iç ama yemekten sonra iki saat su içme… Ayakta su içmeyin diyor Peygamberimiz  mesela. Yine, Peygamberimiz (s.a.v.),  “Devenin içişi gibi tek bir içişle su içme­yin; lâkin dinlenerek ikişer-üçer içişle için. İçtiğinizde besmele çekin, içmeyi bitirdiğiniz­de ise Allah'a hamd edin!” buyurmuştur.  Muhakkak bu uyarılarda yaradılışımızla ilgili hikmetler vardır.  Çörek otu yine Peygamberimiz döneminde çok tavsiye ediliyor. Çörek otu ölümün dışında her şeye şifadır deniyor. Bakıyorsunuz bitkilerle tedaviye, çörekotunun bin bir faydası var. Yani bütüncül sağlık dediğimizde aslında her noktamız ilahi kaynaktan beslense o sağlığı yakalayacağız. Bediüzzaman ne diyor: “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.” Yani iyi olmak sağlıklı olmak ve hayattan lezzet almak için zihni ön plana çıkartıyor.

Zihin rahat olunca,  rahat bir vücut ve hastalıksız bir beden oluyor yani!

Evet, rahat bir beden oluyor ama düşünceniz iyiyse yine. Bakıyoruz Osmanlı’ya birçok vakıflar varmış. Hanımlar vakıflarla ilgilenmiş. Yardım cemaatleri kurmuş. Yani kuşlar için bile vakıf oluşturulmuş.  Her çeşmenin yanında kuşların, hayvanların su içecekleri kaplar oluşturulmuş. Yine Müslüman mezarlıklarında - bilincinde olan insanlar-  kuşlar için mermerden su kapları yaptırırlar mezarlara. İşte bunlar insanın duygularını besleyen etkinlikler. Şimdi bakıyorsunuz hanımlar AVM'lerde toplanıyor,  kahve partilerinde toplanıyor, günlerde, evlerde toplanıyor,  dedikodu,  gıybet, gösteriş, kibir bu toplantılara damgasını basıyor. Okey, poker oynuyorlar. Hem geriliyorlar hem de lüzumsuz yere yoruluyorlar. Sonra da bunalımlı bir kadın kitlesi ortaya çıkıyor.

Oysa Vakıflar eve kapanan hanımları işlevsel olarak hem faal duruma getiriyor, hem de belki ruhlarını da besliyor değil mi?

Elbette… Çünkü ruhu beslemenin en önemli kaynaklarından biri yardımdır hayır hayrattır. Yani hanımlar hem hayır işlediklerinden dolayı hem de bir işe yaradıklarını düşünüp daha da mutlu oluyorlar.

Ama bu gün hanımlar kahve köşelerinde evlerde partilerde günlerde toplanan hanımlar dedikodu yapa yapa daha çok geriliyorlar. Böyle bir vakıfta veya kuruluşta çalışsalar işte bu gün şunları doyurdum şu çocuğu veya yaşlıyı güldürdüm şu insana şöyle bir faydam dokundu diye sevinir mutlu olurlar. O zaman o beden de rahatlıyor doğru söylüyorsunuz bakın bu açıdan hiç bakmamıştım ben…

Kesinlikle… Bu doğru.

Osmanlıda kadınlar da vakıflarla hayat buluyordu demek ki…

Elbette. Pek çok vakıf okulu, vakıf üniversitesi var. Birçok camiyi kadınlar yaptırmıştır. Hiçbir şey veremiyorsak Peygamber efendimiz (s.a.v.);  “gülümsemen bile sadakadır.” Buyurduğu gibi gülümseyelim insanlara, hayata…

Elişleri yaparak satıp yardım derneğine veren, bağışlayan, kermesler düzenleyen hanımlarımız var; cemaatleri yararına, Suriye, Gazze, Afrika’daki Müslüman kardeşleri yararına,  Kur’an Kursları, cami, benzeri hizmetler yararına çalışan… Şimdi bu kadınların hastalanması mümkün mü? Ya da olumsuz düşünmesi, zihnini kalbini ruhunu lüzumsuz şeylerle meşgul etmesi… Tabii ki de mümkün değil. Allah rızası için yapıyorlar ve bundan hem sevap kazanıyorlar hem beden ve ruh sağlıklarını… Bunu anlatıyorsunuz bize değil mi?

Elbette ben bana hasta gelen hanımları böyle de yönlendiriyorum. Bakıyorum biraz konuştuktan sonra muhakkak haftada iki veya üç gün bir vakıfta bir yardım kuruluşunca çalışacaksın diye yönlendiriyorum.  Nerde çalıştığı önemli değil. Şimdi kurumsal çok büyük ve iyi yerler de var. Ocu bucu diye bir cemaate gitmiyorsan git belediyeye, belediyelerin de yardım kurumları var, git orada çalış!

Peki, size ve kitabınıza göre kadına verilen en büyük hediye ne?

Annelik. Ve şefkat duygusu. Çünkü şefkat duygusu kadında daha yoğun tecelli ediyor.

Peki, gelelim yine doğum konusuna. Ağrısız doğum var mıdır?

Doğum zaten ağrısızdır.

Yani doğumda hiç ağrı olmaz mı demek istiyorsunuz?

Tabi tabi, kadın şartlanıyor. Doğum ağrısızdır. Bunu hep iddia ediyorum. Doğum ağrısızdır bu tip negatif telkinlerden dolayı ağrı çekilmektedir. Kasılma var. Kasılma olacak ama kasılma ağrı demek değildir. Bu kasılmadır. Ağrıyı oluşturan bir mekanizma varsa veya kasılmayı ağrı olarak algılıyorsak ağrı oluyor. Her şey yolundaysa kasılan rahim ağrı oluşturmaz. Kalp gibi… Tüm ömrümüz boyunca kalbimiz çalışırken ağrı hissetmediğimiz, bağırıp çağırmadığımıza göre, doğumdaki kasılmalarla da ağrı hissetmeyiz. Bir anti parantez olarak şunu ekleyeyim;  eğer tıbbi başka bir problem yoksa…

Hamilelik kampları düzenliyormuşsunuz, nasıl bir kamp bu, herkes gidebiliyor mu?

Gebelere yönelik yapıyoruz.  Veya daha önce sorunlu gebeliği olmuş tekrar gebe kalmaya korkan insanlar da katılabiliyorlar bu kampımıza. Çünkü burada zihinsel iyileşme tekniklerini kullanarak zihinsel yazılımlarımızı setaplıyoruz. Değiştiriyoruz ve normal formata getiriyoruz. Öyle olduğunda beden doğumda daha rahat hareket ediyor. Korkularından nasıl arınacağını öğreniyor. Bir takım teknikle çalışıyoruz orda. Doğumu anlatıyoruz. Doğumda kadın kendisini nasıl yönetebilir bunu anlatıyoruz. Çünkü çoğu kadın diyor ki ben geleyim sen beni doğurt. Böyle bir şey yok ki… Doğumu sen yapacaksın. Ama nasıl yapacağını nasıl yöneteceğini bilirsen bedeninde ne var ne yok bunu hissedebilirsen sen zaten doğumu en güzel yönetebilirsin. Bunları anlatıyoruz.

Her şeyi kodlamış mıyız, şartlandırmış mıyız kendimizi yani

Aynen öyle Ondan sonra bunu da yaşıyoruz. Hamileyim hastayım oluyor.

Peki, ne olmalı hastahane mi şifahane mi?

Şifahane olmalı. Şifa bulmaya gidiyoruz çünkü. Gidiyoruz hastahane. Hastaların evi. Sonra? Sonraki aşama ne? Yok. Hastaların evine geldik. Osmanlı’da şifahane deniliyordu. Şifa bulunuyordu hem bedenen hem ruhen…

Peki, Osmanlı tıp anlayışıyla şimdiki modern tıp anlayışını karşılaştırın desem ne söylersiniz?

Modern tıbbın yaklaşımı kimyasallarla fizik beden üzerinde bir şey yapmak. Veya ameliyatlarla beden üzerinde çalışmak. Yani insanın ruhunun zihninin beden üzerindeki etkilerini fark etmeden iyileştirme çabaları. Bu mümkün değil. Osmanlı’da bunun tam tersi, ruh-zihin-beden bütünlüğü içinde tedavi ediliyordu hastalar.

Hipnoza girmek istemedim ama merak da ediyorum ne diyorsunuz hipnoz hususunda?

Hep hipnozdayız ki. Hipnozu yanlış algılıyoruz. Televizyonu açıyoruz hipnoz, konunun komşunun sözler,  dedikleri hipnoz, çocuk yaştan itibaren çocuklara bir şeyler yüklüyoruz bu da hipnoz. Benim hipnozdan kastım negatif hipnozları fark edip silmek. Zaten o zaman sen doğrusunu öğreniyorsun

Sizin yaptığınız hipnoz reiki ile bağlantılı mı?

Değil. Reiki ile bağlantılı değil. Benim yaptığım çalışmalar negatif hipnozları silmek,  ne gibi, mesela doğum ağrılıdır bir hipnoz. Bu yanlış hipnozu silmek.  Regresyon terapisi yapıp travma oluşturan hadisenin etkisini silmeye çalışan hipnozlar da yapıyorum. Telkin hipnozları da yapıyorum ama asıl çalışmam asıl kastettiğim ve hedeflediğim anlamı olan negatif hipnozlarımızdan kurtulmak. Negatif hipnozları silip doğru bilgiyi hayatımıza geçirmek. Doğru bilgi ne? İlahi kaynak… Peki,  negatif hipnoz nerden oluyor? Beşeri koşullanmaktan. Filmler, konu komşu, onun bunun dedikleri. Negatif hipnozdur. Doğum ağrıları mesela;  filmlere bakıyorsun kadın ciyak ciyak bağırıyor. Mümkün değil o kadar kısa sürede o kadar bağırarak doğum olma şansı yok. Fizik bedende bu yaşanmıyor. Ama ne oluyor onu gören kadın, gencecik kız, küçücük çocuk bunu seyredip şartlanıyor ve doğumu hep ağrılı olarak algılıyor. Zihne bu yerleşti mi beden bunu yaşıyor. Bunu silmek zorundayız.

Yani zihnimize yerleşeni bedenimiz yaşıyor öyle mi?

Tabii. Aynen öyle. Hipnoz bu işte. Ben diyorum ki bilinçli akılla tercih ettiğimiz noktada bir değişim hedefliyorsak öncelikle negatif hipnozu silmeliyiz.

Peki, hanımlara da bazı önerileriniz var. Mesela pantolon giymemelerini tavsiye ediyorsunuz neden?

Evet. Daha küçük yaşlardan 'pantolon rahat olur' diye etek giymeden büyüyoruz. Oysa etek giymek psikolojik olarak bile 'kadın' gibi hissettirir. Birçok kişi 'kadın olma' kodlarımla nasıl barışacağım, nereden başlayacağım diye soruyor. Cevabım basit; etek giyin... Ve bir de her kadının gardırobunda 'misafir' için değil, eşi için kullandığı etekler, elbiseler olmalıdır...

Son olarak ne söyleyeceksiniz bize, okurlarımıza?

Şükretmelerini istiyorum. Kişi uyandığı her sabah, sayısız nimete bir kez daha gözlerini açabildiği ve değişim için bir şans daha bulabildiği için şükretmelidir. Şükretmek farkında olmaktır. Farkında olan kişi mutlu olur, hayattan lezzet alır.

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
Süleyman Soylu sessizliği bozdu! 3 isme tepki gösterdi
Onlar işaret edildi! Erdoğan-Biden zirvesini engellemeye çalışıyorlar