Utanç kaynağımız Askeri Darbeler;

  • GİRİŞ13.09.2018 07:58
  • GÜNCELLEME14.09.2018 07:57

Dün 12 Eylül’dü. Yakın tarihimiz için kara bir gün. Başta, tiyatro seyrederken CIA ajanlarının kulağına eğilip; “Efendim Türkiye’de bizim çocuklar başardı” denilen ABD Devlet başkanı Jimmy Carter ve onun terör örgütü ve İsrail olmak üzere ülkemizin üzerine bir karabasan gibi çöken yabancı istihbarat güçlerinin yardımı ve teşviki ile hazırlanan 12 Eylül darbesi ülkemizi her alanda senelerce geriye itti. 

Üstelik bu ilk değildi, son da değildi. Cumhuriyet döneminde demokrasinin işleyişi sık sık askerî darbelerle kesildi. Aslında bu eski geleneğimizden dolayı Osmanlı döneminde de asker birçok defa isyan ederek yönetime müdahale etmiştir,

 

 

Osmanlı padişahlarının üçte biri askerin müdahalesi ile değiştirilmiştir.(1) Bu oran öylesine rastgele söylenmiş bir oran değildir. 36 Osmanlı padişahının 12’si askerî darbelerle yani yeniçeri isyanları ile devrildi bir kısmı da canından oldu. 

1826’da darbeyi daima sivil bürokrasi üzerinde korku unsuru olarak bir kılıç gibi sallayan yeniçeri ordusu yıkılmıştır yıkılmasına ama, milletin genlerine kadar işleyen “askerî darbe” geleneği varlığını çeşitli bünyeler içerisinde sürdürmeyi başarmıştır. Nitekim takvimler 31 Mart (13 Nisan) 1909’u gösterdiğinde askeri bünyenin derinlerde bir yerde sakladığı darbe mikrobu tekrar gün yüzüne çıkmış ve başta bulunan padişah Sultan 2. Abdülhâmid Han’a ve yönetime karşı bir kez daha elinde tuttuğu balyozu sallamıştır. 

1923’de devlet sistem değiştirdi. 623 senelik monarşizm gitti, cumhuriyet geldi. Geldi gelmesine ama, bu tarihten sonra ülke, en küçük itirazların bile sert biçimde susturulduğu muhalefetsiz, demokrasisiz, seçimsiz, sandıksız bol yasaklı ve tek partili 27 senelik iktidara karşı darbesiz bir dönem geçirdi.

Ardından 1946’da yapılan açık oy gizli sayım rezaletinden 4 sene sonra halk, seçimle değil atama ile işbaşında gelen mevcut CHP hükümetine karşı bir darbe yaptı ve “Yeter söz Milletindir” parolası ile Temmuz 1950’de CHP’yi indirdi ve Demokrat Parti’yi başa getirdi.

Bu tarihten sonra kısa aralıklarla tüm ülkede çeşitli isimler altında seçimler yapılıyor her defasında başında Adnan Menderes’in bulunduğu Demokrat Parti zaferle seçimlerden çıkıyordu. Bu durum, hiçbir seçimde kazanamayan ve muhalefet kalmayı da içine sindiremeyen malûm güruha tek bir seçenek bırakıyordu 27 Mayıs 1960 askeri darbesi...  

Her on senede bir askeri darbe balyozunu başına yemiş olan Türk milleti, 27 Mayıs 1960’dan 11 sene sonra da bir “askeri müdahaleye” maruz kalacak ve “12 Mart 1971 Askerî Muhtırası” ile demokrasi tekrar tırpanlanacaktır. 

Dedik ya, ülke olarak her on sene de bir darbe gerçeği ile yüzleştik. Evet, 1971 askeri muhtırasının üzerinden dokuz sene geçti ve bir darbe daha oldu. 12 Eylül 1980 askeri darbesi ya da diğer adı ile 12 Eylül 1980 insanlık ayıbı…

Onbinlerce gencin soğuk zindan hücrelerinde ölüme terk edilmesi, ölümüne yapılan işkenceler, mahkumların insan dışkısı yemeye zorlanmaları, lağım çukurlarında boğaza kadar çıkmış lağım pisliğinin içinde yenen yemekler, ağza alınmayacak kadar ahlaksızlığa varılan cinsel tacizler, soğuk suyun altında kaybedilen sağlıklar, verilen elektrikten dolayı oluşan kangrenler gibi, bu vahşet dolu günleri yaşayanların hatıralarında yerini bulacak olan pek çok insanlık dışı hadise, bu ülkede yapılan bir askeri darbenin neticesinde ülkenin yarınına yani gençlerine uygulanan şerefsizlik örneklerinin çok azıdır.  

1996 senesi Türk tarihi için bir dönüm noktasıdır. Türkiye bu tarihte bir refleks göstererek kendinden beklenmeyen bir şey yaptı. Beyaz Türk denen jakoben ve kaymak tabakanın istemediği kişilere oy vererek iktidara getirdi. Halkın iktidarı ele alması siyonizmin ve ülke içindeki uzantılarının beklemediği bu gelişmeydi. Zira halk, vitrinde bulunan ve sermaye tarafından kendisine sunulan liderlere değil, halkın içinden çıkan “alnı secde gören” rahmetli Necmeddin Erbakan Hoca ve ekibine iktidar yolunu açtı. 

Boğazdaki villasında şampanyasını yudumlayarak nerede olduğunu bilmediği Zap

Vadisine ağıtlar yakan statükonun temsilcileri halkın kendilerinin istediği adaylara değil de bu memleket sevdalılarına oy vermesi kaymak tabaka için hiç hoş bir durum değildi. Kökleri dışarıya bağlı bu jakoben sermayenin Tüyleri diken diken oldu. Geceleri “irtica geliyor” diye kâbuslarla uyandılar. Demokrasiyi ayaklar altına alıp, Müslümanlara karşı açık bir savaş durumuna geçtiler. 

Üstelik bu duruma da eski Başsavcı Vural Savaş’ın tabiri ile “MİLİTAN DEMOKRASİ” adını verdiler. Peki ya sonra? Sonrası malum seçimlerle halkın isteği ile iktidardan uzaklaştıramayacaklarını anladıkları hükümete geçmişte olduğu gibi bir askeri darbe daha yapıldı. 28 Şubat askeri darbesi…

Bu darbeden sonra iktidara hangi zihniyetin geçtiği herkesçe malum sanırım. Cumhuriyet tarihi boyunca seçimlerle işbaşına asla geçememiş olan o zavallı zihniyet. Gelenek bozulmadı ve bu darbeci ruh hastaları 28 Şubat dramından 11 sene sonra 27 Nisan’da 2007’de bir kez daha seçilmiş hükümete muhtıra verdi yani uyardı. Ama artık Türk demokrasisi eskisi gibi kırılgan değildi ve askeri otoriteye karşı sivil bir direniş başladı. 

Askeri afallatan bu sivil direniş gün geçtikçe ivmesini ve hacmini hızla artırdı. Artık bugün teğmenlerin bile kaymakam tokatladığı, albayların başbakan tehdit ettiği, başçavuşların üniversite sınıflarını bastığı o eski Türkiye yok. Bugün karşımızdaki Türkiye, geçmişte kuvvet komutanlığı yapmış yüzbinlerce kişiye emirler yağdırmış orgenerallerin darbe yapmaya teşebbüsten rütbeleri sökülerek erliğe indirildiği defalarca müebbet hapis cezaları verildiği bir ülkedir.

Bu yeni dönemde artık asker patron değil, her ileri demokraside olduğu gibi sadece sivil iradenin memurudur. Sivil irade emreder, asker o emri yerine getirir. Görevi sadece budur.

15 temmuz’u mu soracaksınız. Bu yazıda neden 15 Temmuz yok mu diyeceksiniz. O bir sonra ki yazının konusu zira 15 Temmuz askeri bir darbe değil, bu memleketi bölüp Suriyelileştirme, yabancı ülkelere peşkeş çekme projesidir. O yüzden o yazı kısmetse Cumartesi günü yazılacak.

 

Vesselâm…

 

(1) Erhan Afyoncu, Askeri İsyanlar ve Darbeler, s.2, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2010

 

Yorumlar3

  • Oğuz 5 yıl önce Şikayet Et
    Hocam bu yazı için çok teşekkür ederim sizin gibi tarih hocaları var oldukça bizlerde doğru tarihi öğrenmeye devam edeceğiz.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • SelimHanSelim 5 yıl önce Şikayet Et
    Ahmet hocam, Ben sizinle daha dun tanıştım. Bu yüzden çok mutluyum bir yandan da gec tanistigim icin üzgünüm. Youtube ta videolarinizin bir kismini izledim, tarihi bilen arastiran, belgelerle anlatan iyi bir tarihcisiniz. Bu yaptiginiz programlar yazdiginiz yazılar elbetteki bir çok kişiye ulaşıyor insanlara tarihi doğru öğretiyorsunuz. Ama yetmez... sizden sonra da tarihi iyisiyle kotusuyle objectif anlatacak dürüst bilgili tarihçiler yetiştirmek lazim. Bunun için vatanına milletine bağlı doğruyu öğrenip öğretecek tarihçiler yerleştirmeniz elzemdir. Allah yar ve yardimciniz olsun
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • Almanyada Gurbetci 5 yıl önce Şikayet Et
    Ben yazınızda Kemalizmi ve CHPnin darbelerdeki başrolünü göremedim, fakat Milletin artık biraz bilgilendiğini varsaydığınnız için değinmemişsinizdir. Neyse aslında şunu söylemek yeterli herhalde: Ne mutlu müslümanım diyene!
    Cevapla Toplam 5 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat