Ortadoğu Arenasında Şii- Sünni Tezgahı -I-

.

  • GİRİŞ04.01.2019 09:05
  • GÜNCELLEME05.01.2019 09:25

Tarih; bilinçlerimizi tazeleyen, bu günümüz, yarınımız ve geleceğimiz için her şafakla birlikte doğan yeni bir güneştir.

 

 

Tarihle bağlarını koparan milletlerin dünüyle bugünü, bugünü ile yarınları arasındaki bağları da kopuktur. Bütün zamanlarda insan, insanlık tarihinin acı ve tatlı meyveleriyle beslenen bir zaman kurdudur.

İnsanlar arasındaki ilk kardeş kavgasının Hz. Ademin oğulları Habil ve Kabil arasında geçtiğini yine tarih okumalarımızdan biliyoruz. Onun için; insanlık varoluş tarihiyle birlikteHabil soylular ve Kabil soylular olarak, Hak ve batıl taraftarları, inanan ve inanmayanlar diye hep ikiye ayrılır. Bir de; Habil ve Kabil mücadelesi arasında 3. bir yol arayanlar vardır ki, bunlar; Kabil gibi olup da Habil gibi görünen şaşkınlardır.

 

 

Müslümanlar arasında da farklı düşüncelerin, fikirlerin, bakışaçılarının  olması doğaldır. Olaylara ve hadiseler herkes, her gurup farklı yönden ve pencerelerden bakabilir. Bu, onları birbirine düşman etmek için bir sebep değildir.

İslam akidesi ve tevhid inancına ters düşmemek şartıyla Şia veya Sünnilerin farklı değerlendirme ve bakış açılarını düşmanlık vesilesi olarak görmek, göstermek doğru bir yaklaşım değildir. Bu tip yaklaşımlar şimdiye kadar islam ümmetine hiçbir fayda getirmemiş ve bundan sonra da hiçbir faydası getirmez.

İslam ümmetinin Allah düşmanlarına karşı birlik ve beraberlik, dayanışma ve yardımlaşma içinde bir cephe ve bir millet olma sorumluluğu vardır. Aralarındaki mezhebi ve fıkhi farklılıklardan kaynaklanan görüş ayrılıkları hiçbir zaman farklı bir ümmet anlayışı ortaya koyamaz. Kimse kendi mezhep ve cemaatini, toplum ve milletini kurtulmuş millet(fırkayı naciye) veya tek başına islam ümmeti olarak göremez.

Ehli Sünnet ve Şia arasındaki düşmanlıkları islam düşmanlarının eline tarih boyu müslümanların aleyhine kullandıkları ve bundan sonra da kullanacakları bir koz vermek demek  olur.

İnsan olarak geçmişi tartışabiliriz ve eleştirebiliriz. Ama; hiçbir zaman geçmişle birlikte yaşayamayız. Geçmişte yapılan hataları tesbit edip onlardan ibretler çıkarmak her müslümanın görevidir. Hatalarımız ve yanlışlarımızden ders alarak bu tecrübelerle geleceğe ışık tutmak zorundayız.

‘’İfk’’ hadisesi sonrası Hz. Aişe ile Hz. Ali arasında tohumları ekilen bir fitnenin, Hz. Peygamberin vefatı ve Hz. Ebu Bekrin halife seçilmesiyle sahabeler arasında bir kıvılcıma dönüşmesi, Halifenin veya Emir ul Müminun’un seçimi meselesindeki farklı anlayışın Hulafai Raşidin döneminde Cemel vakıası ve Sıffin savaşıyla  alevlenmesi İslam ümmeti arasında büyük bir huzursuzluğa sebebiyet verdiği bir gerçektir. Kimse bunları inkar edemez.

Bu huzursuzluk Muaviyenin hanedana dönüştürdüğü İslam Hilafetinin  Şam valiliği başına tepeden inme oğlu Yezidi tayin etmesi ve Hz. Hüseyinin şehadetiyle zirveye taşınmıştır. Böylece; Hz. Alinin Yolu, Sünnetin Yolu olarak zamanımıza kadar süregelen sahabe arasındaki kırılma, bu gün de; İslam coğrafyasını ve ümmetin birliğini tehdit edecek fitnelere gebedir.Irak, Afganistan, Pakistan, Suriye, Yemen ve Körfez ülkeleri bu fitneyle karşı karşıyadır.

Tarih yaptığımız yanlışların, hataların tekrarından ibarettir. Eğer; tarihten ders alır isek, bu hatalar ve yanlışlar bir daha tekrar etmez, aynı şeyleri tekrar tekrar yaşamayız.Türkiye ve İran arasındaki stratejiler ve dayanışmalar batı başkentlerinde planlanıp tezgahlanan Sünni Şia çatışmalarına fırsat ve imkan vermeyecek derinlikte olmak zorundadır.

Ne İranın, ne Türkiyenin, ne de Körfezin haydutlarının veya başka bir İslam ülkesinin mezhep savaşlarının tarafı olması gibi bir çıkmaz yola girmesi kendisine fayda getirmez. Böyle bir yanlış islam coğrafyasını kana bular ve İslam düşmanlarının işine yarar. Bu yanlış o devletlerin varlıklarını bile tehdit eder bir boyuta ulaşabilir.

Devam edecek…

Arif Altunbaş , Haber 7   

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat