Soçi diplomasi zaferi

.

  • GİRİŞ24.09.2018 09:38
  • GÜNCELLEME24.09.2018 09:38

Astana Süreci’nin 3 garantör ülkesi Türkiye, Rusya ve İran’ın katılımıyla 7 Eylül’de Tahran’da gerçekleştirilen zirve beklenin aksine Astana ruhuna aykırı, Suriye barışını baltalayacak şok gelişmelerle başlamıştı. Tahran Zirvesi’nden 1 gün önce Rusya ve Suriye ordusuna bağlı savaş uçaklarının İdlip’i bombalamaya başlaması askeri harekatın zirvenin başladığı günde devam etmesi İDLİB’e askeri harekat yapılmasına karşı çıkan Türkiye’nin tezlerine aykırı gelişmelere işaret ediyordu. Türkiye İDLİB’e yapılacak askeri bir operasyonun yeni bir göç dalgası oluşturacağı ve terörle mücadele maskesi altında masum sivillerin katledileceği endişesi taşıyordu. Tahran Zirvesi’nde Başkan Erdoğan’ın üzerinde durduğu diğer önemli bir nokta ise Fırat’ın doğusundaki ABD varlığıydı. Başkan Erdoğan “Bizler İdlib’e odaklanırken, dünya gözünü buraya çevirmişken Fırat’ın doğusunda tehlikeli olaylar yaşanıyor. DEAŞ tehdidi ve tehlikesi kalmamış olmasına rağmen ABD’nin bir diğer terör örgütünü desteklemesinden rahatsızız. 18 bin TIR ve 3 bine yakın kargo uçağını bölgeye göndermesi, yardımda bulunmasıyla bu terör örgütünün ne denli güçlendiği ortadadır. Bu durum sadece bizim milli güvenliğimizi değil, Suriye’nin toprak bütünlüğünü de bozuyor. Ortak tavır almalıyız’’ ikazında bulunmuştu.

İran ise zirvede ESED Rejimi’ne kayıtsız şartsız verdiği destek ve bölgesel güç mücadelesi nedeniyle Türkiye’ye karşı samimi bir işbirliğine yanaşmıyordu. İran zirvede kendi ülke çıkarlarına yaradığı için Türkiye Başkanı Erdoğan’ın Fırat’ın doğusundaki tezlerine destek verirken bu zirveyi televizyonlardan canlı yayınlayarak Astana sürecini resmen tehlikeye atıyordu. Üstelik canlı yayın yapılacağı hususu diğer katılımcı liderler Erdoğan ve Putin’den saklanmıştı. Zirvenin canlı yayınlanması, Astana sürecini baltalamak isteyen devletlerin hiçbir istihbarat toplamasına gerek kalmadan Astana garantör ülkeleri arasındaki sorunları ayrıntılı bir şekilde canlı yayında öğrenmelerini sağlamıştı. Şüphesiz Astana sürecini bozmak isteyen ABD ve bazı Batılı ülkeler, Rusya, İran ve Türkiye arasındaki problemleri önceden biliyorlardı. Ancak zirvede Başkan Erdoğan’ın tamamen insani 1 milyonu çocuk 4 milyon masum sivilin zarar görmemesi için gösterdiği çaba ve gayreti milyonlarca insan televizyonları başında izlemiş ve etkilenmişti. Üstelik yeni bir göç dalgasının Avrupa ülkelerini en az Türkiye kadar tehdit etmesi bu ülkelerin Türkiye’yi desteklemelerine yol açmıştı. Suriye’de barışı tesis etmek için Astana garantörü olan Rusya ve gizli ortağı Suriye Rejimi’nin kendilerinin tesis ettiği İDLİB’teki çatışmasızlık bölgelerine rağmen barışı bozacak şekilde İDLİB’te askeri operasyonlarla üstelik bazı ilkokulları bombalamaları terörle mücadele Konsept’inin meşruiyetini şaibeli bir duruma getirmiş bu durum uluslar arası kamuoyunda da haklı tepkilere neden olmuştu.

Türkiye’nin İdlib için ortaya koyduğu başarılı uluslararası diplomasi Tahran Zirvesi’nden sonra da devam etti. 14 Eylül’de bu kez İstanbul’da Türkiye, Rusya, Almanya ve Fransa temsilcilerinin katılımıyla İdlib konusu masaya yatırıldı. Bu 4’lü zirve sonrasında gazetecilere açıklama yapan İbrahim Kalın, Suriye ve İdlib’de son dönemde yaşayan gelişmeleri ele aldıklarını belirterek “Özellikle İdlib’e yapılacak bir saldırının sonuçlarının çok ağır olacağı, hem insani krizlere yol açacağı hem yeni bir göç dalgasına sebep olacağına dair genel bir mutabakat var. Herkesin ortak kanaati çözümün askeri değil siyasi olması gerektiği. Bu çerçevede de Birleşmiş Milletler çatısı altında devam eden Cenevre Süreci’nin desteklenmesi, Astana Platformu’nun buna destek sağlaması konusunda bir genel fikir birliği oluştu” açıklamasında bulunmuştu. Bu 4’lü zirvede alınan kararları görüşmek üzere 3 gün sonra Erdoğan ve Putin 17 Eylül’de Soçi’de ikili zirvede buluşmuşlardı. Soçi Zirvesi’nde bu kez Başkan Erdoğan ve Türkiye diplomatik olarak büyük bir zafer kazandı diyebiliriz. Soçi Zirvesi’nde alınan en önemli karar; öncelikle Ankara Rusya’nın başını çektiği İdlib’e yönelik askeri operasyonu ertelemeyi başardı. Geçici de olsa ateşkes sağlanmıştı. Bu sayede askeri operasyonun yaratacağı göç dalgası da önlenmişti. 15 Ekim 2018’e kadar, 15-20 kilometre derinliğinde bir silahsızlandırılmış bölge oluşturulacak, 10 Ekim 2018’e kadar silahsızlandırılmış bölgede bulunan tank, roket, havan ve top gibi ağır silahlar çekilmiş olacaktı. Muhalifler bulundukları yerlerde kalacak. Ancak, Heyet Tahrir el Şam (Nusra) dâhil tüm radikal gruplar, silahsızlandırılmış bölgeden çıkarılacaktı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 12 Gözlem Noktası takviye edilecekti. Soçi Anlaşması’yla Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı bölgelerinin güvenliği de bir kez daha sağlanmış oluyordu.

TÜRKİYE RUSYA FIRAT’IN DOĞUSU İÇİN ANLAŞTI MI?

Tahran Zirvesi’nde Başkan Erdoğan’ın Fırat’ın doğusundaki ABD/PKK-YPG işbirliğinin Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve Türkiye’nin bekasını tehdit ettiği için ortak mücadele çağrısı şüphesiz önemlidir. Zira bu çağrıya İran ve Rusya olumlu yanıt vermişlerdir. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov Bosna Hersek’e yaptığı bir ziyarette Suriyeli muhaliflerin Soçi anlaşmasını fırsat bilerek Suriye’nin toprak bütünlüğüne tehdit oluşturacakları görüşüne katılmadığını kaydetmişti. Suriye’nin toprak bütünlüğüne karşı en büyük tehdidin, Fırat nehrinin doğusunu kontrol eden ABD olduğuna dikkat çekerek bu konuda Türkiye ile hemfikir olduklarına dikkat çekmişti.

Ancak Rusya’nın Tahran Zirvesi öncesinde Suriye ile birlikte İdlib’i Türkiye’ye rağmen bombalamasının arka planı tam deşifre edilmeden stratejik ortaklığa giden bu sürece tam destek vermemeliyiz .

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat