2011, 1848 mi, 1968 mi, 1989 mu?

Ortadoğu’daki değişimin nereye kadar gideceği en büyük merak konusu. ‘Göreceksiniz sonuçta hiçbrşey değişmeyecek’ diyen de bir yığın karamsar var. Gerçekten öyle olabilir mi, yoksa..?

  • GİRİŞ24.02.2011 09:35
  • GÜNCELLEME24.02.2011 09:35

Sahne I – Avrupa’da dolaşan hayalet
 
1848 kışının en soğuk günlerinde Avrupa’da bir hayalet dolaşıyordu. İnsanlar, köylüler, yoksullar, işçiler, ortasınıf herkes kralların, monarşilerin onyıllardır süren baskısından bunalmıştı artık. Açlık, yoksulluk, kuraklık bütün sosyal kesimleri vuruyordu. Anayasacı, demokratik ve sosyalist talepler yükseliyordu. ‘’Zamanı gelmiş fikir kadar güçlü’’ şey var mıdır?
 
Hayalet, fısıltıyla Avrupa’da başkent başkent dolaşıyordu. Mırıldanmanın en yüksek olduğu başkent Paris’ti. 1830’dan beri tahtta olan Louis Philippe d'Orléans, hayaletin soğuk rüzgarını alnında hissedince halka karşı önlemlerini artırdı. 1848 Şubat ayında Paris karışmaya başladı. Demokrasi yanlıları, henüz İnternet icat edilmediği için organize bağış yemeklerinde buluşuyordu. Kral Luis Filip, bu toplantılarda güçlü bir toplumsal muhalefetin yükseldiğini gördüğünde bütün bu buluşmaları yasakladı. Ancak çok geçti. Halk bir kere sokağa çıkmıştı.
 
23 Şubat günü Başbakan Guizot istifa etti. İstifayı duyan onbinlerce kişi Dışişleri Bakanlığı önünde toplandı. Askerlerin kalabalığa ateş etmesi üzerine 52 kişi öldü.  Bunun üzerine halk kısa sürede Paris’in her köşesine her sokağına barikatlar kurdu. Öfke dalgasının kendisine ulaşacağını gören Kral Luis Filip, İngitere’ye kaçtı. 2 gün sonra 26 Şubat 1848 günü Fransa’da krallık dönemi sona ermiş ve İkinci Cumhuriyet dönemi başlamıştı.
 
Henüz Twitter ve Cüneyt Özdemir icat edilmediği için Fransa’daki isyanın haberi Almanya’ya birkaç gün gecikmeli ulaştı. Almanya’da krallığa ilk isyan 3 Mart günü Rhineland’ta ardından Berlin’de patladı. Ve hızla birçok Alman şehrine yayıldı. Almanya’daki gösterilerin iki talebi vardı: Alman birliği ve sivil özgürlüklerin garanti altına alınması.
 
Ardından günler içinde halk ayaklanmaları, Danimarka’yı, Avusturya Habsburg İmparatorluğunu, İsviçre’yi, Polonya’yı, Galiçya’yı, İrlanda’yı, Belçika ve hatta Brezilya’yı bile sardı. Paris’te, Milano’da, Venedik’te, Viyana’da, Prag’da, Budapeşte’de, Münih’te Berlin’de yüzbinler sokaklardaydı. Sadece, Britanya, Hollanda, Rusya ve Osmanlı 1848 devrim fırtınasından kendini koruyan 4 Avrupa devleti oldu.
 
1848 baharı siyasi literatüre, ‘’Halkların Baharı’’ olarak girdi. Ancak 1848 devrimi  süreci kısa vadede halklarda büyük hayalkırıklığı yarattı. Yeniden otokrat rejimler üretti. Birçok Avrupa ülkesinde devrimlere öncülük eden gazeteciler, fikir adamları, aydınlar yeteneklerini, birikimlerini ve paralarını alarak ülkelerini terketti. Aralarında Max Weber gibi birçok ünlünün de bulunduğu bu ‘beyaz’ göçün onbinlerce kahramanı, ‘’Forty-Eighters (48’liler)’’ olarak anılıyor.
 
Ancak bundan çok yıllar sonra 1848 devriminin aslında yenilmiş gibi gözükse de çok büyük bir devrim olduğu farkedildi. Kısa vadedeki bu başarısız görüntüsüne rağmen, 20’nci yüzyılın Avrupa’sının oluşumundaki en büyük devrim olduğu çok uzun yıllar sonra anlaşıldı. Kaldı ki 1848 devriminden sonra 10  - 15 yıl içinde Almanya ve İtalya gibi ülkeler milli birliklerini sağladı. Fransa, Üçüncü Cumhuriyet’e geçti.
 
Sahne II – Vietnam’da kış Prag’da bahar
 
ABD’nin Vietnam’a, Sovyetlerin ise Çekoslovakya’ya girdiği 1968 yılı, Avrupa’da ve dünyada o güne kadar görülmemiş bir küresel sosyal kaosa ve protesto dalgasına sahne oldu.

kullan
Meksiko City - 1968

Ülkelerini yöneten baskıcı rejimlere, eşitsizliklere ve savaşa karşı olan milyonlarca genç ve ortasınıftan insan Paris’ten Washington’a, Prag’dan Mexico City’e, Rio de Janerio’dan Varşova’ya sokaklara meydanlara çıktı. Kah New York’ta onbinlerce öğrenci Vietnam’da Amerikan ordusunun kullandığı napalm bombalarını üreten Dow Kimya’ya karşı sokaklardaydı, kah Prag’da Varşova’da Belgrat’ta Sovyet imparatorluğuna karşı…

Nisan ayında Martin Luther King’in öldürülmesi ABD’nin 115 şehrinde kitlesel gösterilere yol açtı. Demokrat Partinin 1968 Chicago Kongresi, savaş karşıtı grupların günler süren protesto eylemlerinin gölgesinde kaldı. Gösterilere ordu birlikleri müdahale etti. 

kullan
Paris 1968

1968’in en şiddetli eylemleri Mayıs ayında Fransa’da yaşandı.  Fransa’da hayat haftalarca durdu.

kullan
 
Fransa sokaklarında duvarlara yazılan,
‘’İl est interdit d interdire (Yasaklamak yasaktır)
L'ennui est contre-révolutionnaire. (Can sıkıntısı karşı-devrimcidir)
Soyez réalistes, demandez l'impossible. (Realist ol, imkansızı iste!)
Travailleur : tu as 25 ans mais ton syndicat est de l'autre siècle. (İşçi: Sen 25 yaşındasın, ancak sendikan geçen yüzyıldan kalma)’’  gibi sloganlar hızla bütün küreye yayıldı.

Ancak tıpkı 1848 devrimi gibi 1968 devrimi de kısa vadede somut sonuçlar elde edemeden bastırıldı. Buna rağmen, kendinden sonraki yarım yüzyıla damga vurdu 1968… Sonraki 50 yılın birçok sosyal ve politik dönüşümünün tohumunu ekti toprağa…
 
Sahne III – Tankla gözgöze gelince kıpırdamazsan kazanırsın
 

kullan
Tiananmen 1989

5 Haziran 1989 günü Tinanmen Meydanında çekilen bir fotoğraf 20’nci yüzyılın en ünlü fotoğraflarından biri haline gelirken aynı zamanda Soğuk Savaşın bitişinin de sembolü oldu. Bazı kaynaklar adının Wang Weilin olduğunu söyleseler de ismi bilinmeyen bir Çinli’nin haftalardır devam eden protesto gösterilerini bastırmak için Tinananmen Meydanına girmeye çalışan tankların önünde tek başına oluşturduğu barikat, dünyada yeni bir özgürlük dalgası başlattı. 
 
Aynı gün Polonya’da yapılan seçime ilk defa katılmasına izin verilen rejim karşıtı Dayanışma Sendikası, Senato’daki 100 koltuktan 99’unu kazandı. Demir Perde’de bir gedik açıldı. Bundan cesaret alarak 19 Ağustos’ta Macarlar Avusturya sınırındaki dev piknikle ikinci bir gedik açtı ve Macaristan çok partili hayata geçen ikinci Doğu Bloku ülkesi oldu. Bu gelişmeler üzerine Doğu Almanya kaynamaya başladı. Sadece 1989 Eylül ayında Batı Berlin’e kaçan Doğu Alman sayısı 30 bini buldu. 9 Kasım 1989 günü Berlin Duvarı yıkılıp sınır ortadan kalkınca 1971 yılından beri devam eden Honecker diktatörlüğü sona erdi. 
 

Doğu Almanya diktatörlüğünün düşmesinden 8 gün sonra Çekoslovaklar sokaklara çıktı. 17 Kasım 1989 günü Prag’da başlayan gösteriler bütün ülkeye yayıldı. 20 Kasım günü yarım milyon kişi Prag’da toplandı. 27 Kasım’da bütün ülke genel greve gitti.

kullan
Berlin - 9 Kasım 1989

28 Kasım günü Komünist Parti, ‘kadife devrim’i kabul ederek, ülkede tek partili hayatı bitirdiğini açıkladı.
 
Komünist blokta yükselen özgürlük dalgasıyla çalkalanan Bulgaristan’da Polit Büro, 10 Kasım 1989’da Todor Jivkov’u devlet başkanlığından aldı. Ancak Jivkov’un görevden alınması protestoyu dindirmeyince 1990 Ocak ayında Bulgaristan da çok partili hayata geçmek zorunda kaldı.
 
Biz farklıyız diyen diktatörün sonu da farklı olur
 
Doğu Bloku’nun belki de en çılgın lideri Romanya’da yaşıyordu. Diğer Doğu Bloku ülkelerinin aksine Stalin etkisi hala devam ediyordu. Kasım 1989’da yapılan seçimlerde 71 yaşındaki Çavuşesko yeniden 5 yıllığına  ‘seçildi’.  ‘’Biz Polonya’ya Macaristan’a benzemeyiz’’ diyen Çavuşesko, İran ziyareti dönüşü Bükreş’te destekçilerine büyük bir gösteri düzenlemelerini emretti.

Gövde gösterisine hazırlanırken binlere kişinin yuhalamalarıyla büyük bir şok yaşadı. Bu olayın radyolarda haber olmasından sonra Romenler bütün ülkede sokaklara döküldü. İlk başta güvenik güçleri Çavuşesko’nun ermine uyarak halka ateş açtı. Ancak 22 Aralık sabahı Romanya ordusu halkın safına geçti. En kanlı dönüşüm Romanya’da yaşandı. 1104 kişinin öldü.

kullan
Romanya 1989

‘’Biz Polonya’ya Macaristan’a benzemeyiz’’ diyen Çavuşesko’nun sonu da, Polonya, macaristan ya da diğer Doğu Bloku ülkelerinin liderlerinden farklı oldu. Karısı Elena ile beraber ‘terketmem’ dediği ülkesi içinde kaçacak delik aradı. Sonunda 24 Aralık günü tutuklandı. 25 Aralık günü yargılandığı askeri mahkeme, kendi dönemindeki kadar hızlı şekilde 2 saat içinde hükmünü verdi. Ve ertesi günü karısı ile berbaer kurşuna dizildi. 
 
Sene bitmeden Arnavutluk’tan, Yugoslavya’ya, Benin’den Yemen’e bütün komünist tek parti yönetimleri sona erdi. 1 Temmuz 1991 günü Varşova Paktı resmen dağıldı. Azerbaycan, Ermenistan, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Gürcistan, Tacikistan, Litvanya, Letonya, Estonya, Ukrayna, Belarus, Moldova Sovyetler Birliğinden bağımsızlıklarını ilan ettiler.
 
Sahne 4 – Halkı görmeyen kendi akıbetini görür
 
Muhammed Buazizi adlı 27 yaşındaki Tunuslu seyyar satıcı 17 Aralık 2010 günü 200 dolar borçlanarak satın aldığı malları yerleştirdiği seyyar tezgahını açtı. Ancak rüşvet talepleri reddedilen güvenlik görevlileri, izni olmadığı gerekçesiyle tezgahına el koydu. Öfkeyle ne yapacağın şaşıran Buazizi, son bir ümitle valilik binasına giderek vali ile görüşmeye çalıştı. Ancak vali onunla görüşmedi. ‘’Beni görmüyorsan ben de görünmek için kendimi yakarım’’ diye bağırarak binanın dışına çıktı.  Saat 11:30’da Valilik binasının önünde kendini ateşe vererek yaktı.

kullanBu ateş, Tunus’tan, Kahire’ye, İskenderiye’den Sana’ya, Amman’dan Trablus’a tam 65 gündür devam eden değişim yangınını tutuşturan kıvılcım. Kahire’de BBC’ye konuşna genç bir gösterici, ‘’Samimi olmak gerekirse 25 Ocak günü meydana çıktığımızda herşeyin 5 dakika süreceğini sanıyorduk. Nasıl olsa 5 dakikada toplarlar bizi içeri atarlar.’’
 
1848 Avrupası, 1968 dünyası, 1989 Doğu Bloku gibi son derece tarihi günler yaşıyoruz. Ortadoğu’da yıllarca konuşulacak olaylara, gelişmelere günler içinde hatta bazen tek bir gün içinde şahit olabiliyoruz.  Bir başka devrim için denildiği gibi, ‘’Devrimin olacağını kimse öngöremedi ama sonrasına herkes ne olduğunu açıklayabiliyor’’. Bütün dünyada, gazeteciler, siyaset analistleri, akademisyenler bu büyük değişimin dinamikleri, saikleri ve nihai neticeleri üzerine birçok teori geliştiriyor.
 
Gördüğüm kadarıyla Türk entelicansiyasının mühim bir kısmı, sosyolojiyi, tarihi, ekonomi bilimini vs çoktan boşverdiği için ,‘’dünyada olup biten herşeyin ama herşeyin Washington’da yapılan planların sonucu olduğu’’ gibi fikri bir sığlıktan kurtulabilmiş değil. Maalesef, son günlerde Türk medyasında Ortadoğu’da olup bitenle ilgili en çok okuduğum –güya- tespit de, ‘Büyük Ortadoğu Projesi’.
 
ABD’nin 11 Eylül’den sonra Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine dikkatle baktığında gördüğü ‘derin rahatsızlık’ ve ‘kopmak üzere olan fırtına’ya ön almak için bölgedeki dinamiklerini yeniden yapılandırma yönündeki stratejisi kastediliyor anladığım kadarıyla.
 
Elbette ki ABD süper güç olarak yükselen değişim fırtınasını görerek kendince pozisyonlar almaya başladı, hedefler geliştirdi. Ancak, sanki Ortadoğu’da herşey güllük gülüstanlıkmış da bütün fırtınayı ABD koparıyor sananlar Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki fikri, sosyal, ekonomik dinamikleri okumaktan acizler.
 
Tıpkı, Türkiye’nin bazı merkez güçlerinin Türkiye hakkındaki cehaleti gibi... Türkiye’nin 2000’lerde geçirdiği radikal politik, ekonomik ve sosyal değişimi de herşeyiyle ABD’nin planı sanmak, hayatı basit şekilde açıklayan kahvehane cahillerine huzur verir biliyorum ama bu basit algıyı ülkeye yön vermeye talip siyasi bürokratik aktörlerde bile görmek tuhafıma gidiyor açıkçası. Ülkesinin sosyal, ekonomik, manevi, teknolojik, demografik dinamiklerinin farkında olmayan bu cehaletin koca bir ülkenin yönetimine talip olması da ayrı bir dram... 
 
Fikirlerin tartışılmadığı, yaftaların havada uçuştuğu bir ülkede yazıyor olmanın hassasiyetiyle bir noktanın altını bir kez daha çizeyim: olan biten herşeyin ABD’nin planı olduğu iddiasının da ABD’nin sürecin sadece dışardan seyircisi olduğunu söylemek kadar gerçeklerden kopuk olduğunu anlatmaya çalışıyorum.
 
Ortadoğu’daki fırtınaya döneyim. Bugünlerde Batı basınında birçok uzman, gazeteci, analist, Ortadoğu’daki fırtınanın, 1848 devrimine mi, 1968 hareketine mi yoksa 1989 devrimine mi benzediğini tartışıyor. Bu tartışmaya bazen çok üst düzeyde isimler de katılıyor.  
 
Doğu Almanyalı olan ve tarihin koptuğu 1989’da politikaya atılan bugünkü Alman Başbakanı Angela Merkel de 5 Şubat günü AP Haber ajansına yaptığı açıklamada, Ortadoğu’daki gelişmelerin, kendisine 1989 Doğu Avrupa’sını hatırlattığını belirterek, ‘’İnsanlar korkularından sıyrılıyor’’ yorumunda bulundu.
 
Bugün Ortadoğu’da olan biten, herşeyiyle 1989 devrimine benziyor diyemeyiz. 1989’da anavatanı Macaristan’daki değişimde rol oynayan George Soros, önceki hafta CNN’de Fareed Zakaria’ya yaptığı açıklamada bu farkı şu şekilde anlattı: ‘’1989 ile 2011 arasındaki en büyük fark, birincisinde ABD’nin en büyük düşmanı Sovyet imparatorluğu yıkılıyordu. Bugün yıkılan ise ABD’nin bölgedeki müttefikleri. ABD şimdi bölgedeki halkların güvenini ve dostluğunu kazanmak zorunda.’’ Bu arada Soros, böylesi bir dönemde Barack Obama’nın başta olmasını da ABD açısından büyük bir şans olarak gördüğünü itiraf ediyor; ‘’Eğer, bugün Bush ya da Cheney başta olsaydı Mısır’da bu kadar kansız bir değişim olmazdı.’’

Nitekim Washington Post’un Neocon kalemşörlerinden Anne Applebaum da, 1989’da Doğu Avrupa ülkelerinin, ‘normal’ olmak için devrim yaptıklarını ifade ederek, Kuzey Afrika’daki talebin ‘normal’ olmak yönünde olmadığını iddia etti. Applebaum, ‘normal’den kastının ‘’batı avrupalılaşmak’ olduğunu de eklediği yazısını, ‘’değişim her zaman iyi değildir’’ uyarısıyla bitiriyordu. Batı’daki ve ABD’deki birçok şahin, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki devrimin 1848 gibi, ‘Bonapartist’ çözümlere yönelerek hayalkırıklığıyla son bulacağı iddiasında…
 
Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki devrimi 1968’e benzetenlerin genel iddiası ise, tıpkı 1968’de olduğu gibi lidersiz ve gençlere dayalı bir muhalefetin öne çıkması. Ancak 1968 olayları sonunda tek bir ülkede bile liderlik değişmemişti.
 
Ortadoğu’daki değişimin nereye kadar gideceği en büyük merak konusu. ‘Göreceksiniz sonuçta hiçbrşey değişmeyecek’ diyen de bir yığın karamsar var. Ancak ben Kuzey Afrika’da ve Ortadoğu’da halihazırda herşeyin ama herşeyin geri dönülemez şekilde değiştiğini düşünenler safındayım.
 
 
Peki sence, 2011, 1848 mi, 1968 mi, 1989 mu derseniz cevabım ‘’hepsi ve hiçbiri’’ olur. Hepsinden bir yön var bu dönüşümde. Ancak ben genel olarak, tarihsel determinizme inanmadığım için The Guardian’dan Timothy Garton Ash’a katılıyorum. Bu ne 1848 devrimi, ne 1968 devrimi, ne 1979 İran devrimi ne de 1989 Doğu bloku devrimi… Kendi dinamikleri var, kendi çağının şartlarına sahip. ‘’Yüzbinlerce Müslüman barışçı şekilde ve kendi diktatörlerine karşı cesaretle toplanıp protesto yapamaz peşin yargısını yıktı. Kendi demografisi var. Bu ülkelerin tamamında nüfusun ezici çoğunluğu 25 yaşın altında. Ve daha önceki devrimlerin hiçbirinde olmayan teknoloji ve iletişim araçları var.’’
 
Amerikalı sosyolog İmmanuel Wallerstein, ‘’Yalnızca iki dünya devrimi olmuştur. Biri 1848'de oldu. İkincisi ise 1968'de. İkisi de birer tarihsel yenilgiydi. Ama ikisi de dünyayı dönüştürdü. Her ikisinin de planlanmamış ve bu yüzden de derin bir anlamda kendiliğinden olması her iki olguyu da –başarısızlığa uğramaları olgusunu ve dünyayı dönüştürmeleri olgusunu– açıklamaktadır’’ demişti.
Bence, yaşanmakta olan süreç, Ortadoğu’nun yönetim anlayışında kısa vadede olumlu sonuçlarını görmesek de uzun vadede tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasını değiştirecek tohumlarını ekti. Hiçbirşey değişmeyecek diyen karamsarlar çok yanılıyor... 
 
Cemal Demir - Haber 7
cemaldemir111@gmail.com

Yorumlar24

  • salih güngör 13 yıl önce Şikayet Et
    Güzeldi. Harika kaleme alinmis bir yazi.Ben de tüm devrimlerin dinamiklarinin farkli oldugunu,her birini bagimsiz degerlendirilmesi gerektigini düsünüyorum. Wendell Phillips in &8221Revolutions are not made they come&8221 sözüne de aynen katiliyorum.Yazi icin tekrar tesekkürler.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • mustafa ulvi 13 yıl önce Şikayet Et
    cemal üstat bravo... cemal üstadım yine güzel bir yazı yazmışsınız. geçen yazınızı zevkle okudum. bu yazıda epey uzun ve selis.. inşallah bunu da bir kahve eşliğinde ilk fırsatta okuyacağım. görsel olarak paylaştığınız resimler de gayet güzel argüman.. teşekkürler. fakat genel olarak islamiyet ile batı dünyasının kıyası bakalım nasıl bir değerlendirmeye mazhar olmuş. sabırsızlıkla okuyacağım. iyi akşamlar.
    Cevapla
  • baybars can 13 yıl önce Şikayet Et
    yanlış olaylar yanlış tahliller.... ilk önce şunu bir anlamalıyız,fransız devrimi burjuva devrimidir halk devrimi değildir,devrim halka seçme hakkı getirmedi,sadece kullanıldılar,sovyet devrimide aslında bir burjuvatik devrimdi,alk sadece kullanıldı,tekrar eski rejimin baskılara halka döndü,bunlar burjuvatik devrimlerdi,birde burjuva devrimlerine karşı gerçek halk devrimleri 79,89 da başlayan burjuva karşıtı devrimler,ve şu andaki devrimlerde öyle,türkiyede bir devrim olacak buda kemalizme karşı seçimden sonra,ama sivil ama başka tavra bağlı.
    Cevapla
  • duydainanma 13 yıl önce Şikayet Et
    türkiyede şu an böyle bir olay yaşanmaz. kalıbımı basarak söylüyorum. meşru yollarla 4 seçim üst üste kazanan ve hala çoğunluk desteği sürdüren bir yönetime ve de ekonomiyi rayına oturtmuş, büyüme devam ediyorken hangi çapta bir isyan olabilir? iran da aynı durumda fakat oradaki halk desteği türkiyedeki kadar güçlü değil. bir milletin refahı artıyorken kimse isyan falan etmez. bakın ingiltereye orada cumhuriyet mi var? emirliklere bakın, monarşi var kimin umurunda? gsyh çok yüksek. halk hayatından memnunsa krallıkmış, cumhuriyetmiş iplemez.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • duydainanma 13 yıl önce Şikayet Et
    eğer türkiye değişen şartlara uymayıp 1946da çok partili olmasaydı. bundan 20-30 yıl sonra 70lerde türkiyede ortadoğudakine benzer bir devrim yaşanacaktı. inönü istediğinden değil biraz mecbur kalarak akıllı bir karar aldı ve demorat parti kuruldu, fakat 60da darbeyle indirildi. halk egemenliğinin önü kesildi. ara ara ayar çekilen halk egemenliği için artık ayar verme dönemi bitti. halk egemenliğini istemeyenlerin çoğu artık meşru bir yol olan siyasetle mücadelesini veriyor. bizde kanlı olaylar olduysa da geçiş yumuşak ve uzun oldu. ortadoğuda daha hızlı olacak.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat