Akdeniz'e kısrak başı gibi uzanan memleket

  • GİRİŞ03.03.2011 11:12
  • GÜNCELLEME16.10.2015 16:31

Dörtnala gelip Uzak Asya'dan

Akdeniz’e bir kısrak başı gibi 

uzanan bu memleket bizim.

Akdeniz kadar görmüş geçirmiş deniz var mıdır acep..? Akdeniz’in mavi dalgaları, insan soyunun birçok uygarlığının kuruluşuna, firavunların yükselişine ve nice aşkın doğuşuna da tanık oldu, birçok uygarlığın, nice firavunun, sayısız aşkın yerle yeksan oluşuna da... Dünya bir kez daha Akdeniz etrafındaki gelişmelerle dalgalanıyor. Firavunlar tiranlar soğuklar Şubatla beraber devrilirken, bir kez daha Mart güneşiyle umutlar yeşeriyor...

Bu bahar müjdecisi sabahta daha mühim bir işiniz yoksa sizi Akdeniz’i çevreleyen yerler ve isimleri arasında bir mavi tura davet ediyorum.

Seçici değiliz, kısmetimize ne çıkarsa... Vira Bismillah! 

Anglo Saksonlar ve nerdeyse birçok Batı dili Akdeniz’e ‘Mediterranean’ diyor. Bu isimlendirmenin kökeni Latince, ‘dünyanın ortası’ anlamındaki ‘’mediterraneuskelimesi...  Akdeniz bir zamanlar gerçekten de insan dünyasının ortasıydı. O zamanlar bütün büyük uygarlıklar Akdeniz’in etrafındaydı... 

Aslında Atlas Okyanusu’nun karalar içine bir girintisi olan Akdeniz’e, Selçuklu döneminde, ‘Rum Denizi’ manasına Bahr-i Rum denirmiş... Eski Türkler ‘Rum’ kelimesini ‘Romalı’ anlamında kullanırlardı. MS 3’ncü yüzyıldan beri Roma vatandaşı olan Yunanlılar da haliyle bu şekilde adlandırıldı. Yani, bugün yaygın yanlış anlamada olduğu gibi ‘Rum’ sadece ‘Yunan’ demek değil. 

Akdeniz, Osmanlı döneminde ise uzun süre Farsça ‘Bahr-i Sepid’den alınmış Bahr-i Sefid (Beyaz Deniz) şeklinde anıldı. Yine ‘beyaz deniz’ anlamında Kürtçe’de ‘Behra Spi’, Arapça’da ‘Bahr el Ebyaz’ deniyor... Müslüman kültürlerin bu turkuaz denize neden ‘beyaz’ dediği ile ilgili kesin bir bilgi yok. En dikkat çekici teori, Çinlilerin ve Türklerin ana renkleri coğrafyada yön olarak da kullanmaları geleneği... Buna göre ‘’beyaz Batı’yı, siyah ‘Kuzey’i, mavi ve yeşil Doğu’yu gösterirken, al ve kızıl da Güney’i gösterirmiş. Bu teori, kuzeydeki Karadeniz’in adını da güneydeki Kızıl Deniz’in adını da doğudaki Mavi Deniz’in (Van Denizi tabii ki:) adını da açıklıyor.

İzmir, Ege’nin değil Akdeniz’in incisidir!

İzmirliler bu aralar pek alınganlar, şu diyeceğime de hassasiyet yapabilirler ama Ege Denizi isimlendirmesi 20’nci yüzyıla ait bir uydurmadır. Tarihi bir isimlendirme değil. ‘’Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir’’ emrine, ‘’Paşa İzmir’i Akdeniz’de sanıyormuş’’ diye hala gülen gençler görüyorum, üzülüyorum. Eğitim şart. Akdeniz’deki eyaletine Osmanlı ‘’Cezair-i Bahri Sefit Vilayeti’’ dermiş. El Cezire televizyonu meşhur etti kelimeyi gerçi, ‘’el cezir’’ Arapça ‘ada’ demek. Bugün Akdeniz’in ve Arap dünyasının en büyük, Afrika kıtasının ise ikinci en büyük devleti olan Cezayir de adını, bir zamanlar ada olan 1525’ten itibaren ise ana kıta ile birleşerek Cezayir şehrini oluşturan 4 adadan alıyor.

Yani diyeceğim Ege Adaları aslında Akdeniz Adalarıydı. İlla ki diyeceksek Adalar Denizi demeliyiz. 

Tabii ki ufkumuz da coğrafyamızla beraber daraldı. Şimdilerde ‘’Adalar’’ deyince aklımıza birtek Marmara’daki İstanbul ilçe belediyesi geliyor artık… Marmara adını, Yunancamarmaros’tan (mermer) almış. Adalarının zengin mermer yataklarından dolayı bu isim verilmiş derler.

Antik Yunan’da ise Marmara’ya ‘Propontis’ derlermiş. ‘Pro’ önce demek ve ‘pont’ da ‘deniz demek. Yani, ‘denizden önceki’ anlamında. Bu isimlendirmedeki ‘Pont’ ya da ‘pontis’  ile kastedilen ise bizim Karadeniz. Propontis de ‘’Karadeniz’den önceki deniz’’ oluyor haliyle. Denizler liginin hep hor görülen gariban çocuğu Marmara’yı o günlerde de ciddiye alan olmazmış. Bu arada ‘pontus’un da aslında ‘deniz’ demek olduğunu kayda geçmiş olduk farkettiyseniz.

Akdeniz’in aksine neredeyse bütün dünya dilleri, Karadeniz’i, Osmanlı’nın adlandırdığı gibi ‘Kara Deniz’in doğrudan tercümesi isimlerle anar;  ‘’Black Sea, Ner Noire, Bahrul Esved, More Nero…’’  

İçinden ‘Oxford’ geçen şehir 

Marmara, iki boğazla Akdeniz’e ve Karadeniz’e bağlanır. İstanbul Boğazı yakın zamana kadar ‘Karadeniz Boğazı’ olarak adlandırılırmış. Ben 30 – 40 yıldan eski Amerikan kaynakların da boğazın Türkçe adını hep bu şekilde ‘Karadeniz Bogazi’ olarak kaydettiğine rastladım… Batılılar, Karadeniz Boğazına yani İstanbul Boğazına kendi dillerinde ise ‘Bosphorus’ diyor.

‘Bous’ antik Yunanca’da ‘öküz’ ve ‘poros’ da ‘su geçişi’ demek. Antik Yunanlılar, nehirlerin çayların derelerin karşıya geçiş imkanı veren sığ yerlerine ‘poros’ derlermiş. Bu Antik Yunan öküzlerinin Boğaz’ın neresinden nasıl geçebildikleri muammasını irdelemeyip hemen işin çok daha isotlu kısmına geçeyim. Anglo Sakson dilinde derelerde nehirlerde karşıya geçiş imkanı veren sığ yerlere ‘ford’ denir. Öküzün İngilizce bilenine de ‘ox’ denir. Anglo Sakson ahalisi öküz inek davar sürülerinin nehirlerden derelerden karşıya geçebildiği sığ yerlere Oxford diyor. Demem o ki Bosphorus aslında bildiğiniz ‘Oxford’un Yunancaya birebir tercümesi. Ya da tam tersi… Tarihteki en neticesiz kavga ‘önce kim başlattı’ kavgasıdır. Binaenaleyh, Antik Yunan – Anglo Sakson kavgasından bize ne..! İbrahim abiye, 35 senedir içinden Oxford geçen bir şehirde yaşadığından haberi olup olmadığını sorup hızlıca seyahate başladığımız Akdeniz’e geri dönüyorum bu sebeple...

Barbaros’un leventlerinden holdinglerin Levent’ine

Akdeniz’in doğu yakasına vaktiyle ‘Levant’ derlermiş. Ortaçağ Fransızca’sında ‘doğu’ kelimesinin karşılığı olarak ‘l’orient’ yerine ‘levant’ kullanılırmış. Fransızca ‘lever (yükselmek/kalkmak)’ kelimesinden geliyor. Güneşin doğup yükseldiği coğrafyayı anlatıyor. Ancak tarih biliminde ‘Levant’ somut bir coğrafi yerin adı olmaktan çok bir Doğu Akdeniz kültürünün ve yaşam biçiminin genel adı olarak kullanılır olmuş. Biz de ‘levanten’ derken, ‘Doğu Akdenizli Hıristiyanları’ kastediyoruz.

Levent isminin kaynağı da aslında bu ‘doğulu’ adlandırması. Bir sabah, Ceneviz ve Venedikliler Osmanlı denizcilerini ‘doğulu’ anlamında ‘levent’ diye çağırmaya başlar. Doğulu olmaktan tek bir gün bile gocunmayan Osmanlı denizcileri de 16’ncı yüzyıldan itibaren kendilerini ‘levent’ diye adlandırmaya başlar. Tarihin en şanlı ‘levent’lerinden biri olan Cezayirli Gazi Hasan Paşa, eski İstanbul’un epey kuzeyindeki sapa ve ucuz muhitte çiftlik kurmasıyla işbu mahallenin adı da Levent olur. Yani, dedem Kaptan-ı Derya bu mahalleye yerleştiğinde bu gökdelenlerin olduğu yerler hep tarlaydı. İsmi ‘doğu’dan gelen bu muhitten şimdilerde İstanbul’un ‘batılı’ yüzü göğe yükseliyor. Cilve üstüne cilve…

Cezayir Dayısı Hasan Paşa’nın hikayesini anlatsam Cezayir’den Washington’a yol olur. Amerika Birleşik Devletlerini haraca bağlayan tek otorite diyeyim siz anlayın ne kadar enteresan bir adam olduğunu. Osmanlı ordusunun 3 mağrib ocağı vardır: Cezayir, Trablusgarb ve Tunus. Bunların başında ‘Dayı’ diye hitap edilen reisler olurdu. Akdeniz bunlardan sorulurdu. Denizde raconu bunlar keserdi. Amerika yeni memleket haliyle haberleri yok, Akdeniz’de Dayılara haber vermeden ticaret yapmaya kalkmışlar. Amerika’nın ilk dışpolitika trajedisi böyle başlamış.

Cezayir, Tunus, Tripoli ve Fas Krallığından oluşan bölgeye Amerikalılar, Bizim ‘Berberi Devletler’ ifademizi birebir çevirerek ‘’Barbary States’’ derler o zamanlar. Okyanuslarda geceleri tek başıma dolaşırken bu ‘barbary’ adlandırmasını ‘barbar’ zanneden yığınla cahil Amerikan yazara denk geldiğimi de arzedeyim.

Osmanlının Amerikalı köleleri

11 Ekim 1784 günü Akdeniz’de ilk Amerikan bayraklı geminin Berberi sahillerinde Dayıların leventlerince yakalandığı gündür. Sonraki 30 yıl ABD ile bir kısmı Osmanlı uyruğu bu Dayı’lar ve Berberi otoriteler arasında çeşitli antlaşmalar imzalandı. İngilizlere karşı verdikleri kurtuluş savaşını saymazsak ABD’nin ilk savaşı olan Berberi Savaşları (Barbary Wars) bu 30 yılın hikayesidir. Birçok Amerikalı Müslüman Berberilerin eline esir düştü. O günlerde Kuzey Afrika’da beyaz köle olarak bulunan birçok Amerikalı özgürlüklerini kazandıktan sonra hatıralarını ve gözlemlerini ilginç kitaplara dönüştürdüler. Meraklıları var aranızda biliyorum mesela Paul Baepler’in, Chicago Üniversitesince 1999 yılında yayınlanan ‘’White Slaves, African Masters (Beyaz Köleler, Afrikalı Köle Sahipleri)’’ kitabını öneririm. Amerikalı dünyanın her yerinden kıtasına köle getirirken bizim Cezayir Dayı’ları köleyi Amerikalıdan seçmiş. Buyur izah et..! 

Amerika'ya laikliği ikrar ettiren Osmanlı Dayı'sı

Amerika Birleşik Devletleri ile Osmanlı Dayıları arasında Akdeniz’de ticaret müsaadesi içeren çok önemli bir antlaşma yapılır. Anlaşmayla ABD, Osmanlıların elindeki köle Amerikalıların iadesi, Atlas Okyanusu ve Akdeniz'de ABD sancağı taşıyan gemilere ilişilmemesine mukabil, Osmanlı Dayı’sına 642 bin altın ve senelik 12 bin altın vergi ödemeyi kabul eder. Osmanlıca yapılan bu antlaşma ABD’nin 235 senelik tarihinde İngilizce dışında bir dilde yaptığı tek dış antlaşma ve aynı zamanda ABD’nin yine 235 senelik tarihinde haraç ödemeyi kabul ettiği tek antlaşmadır. ABD, antlaşmaya tam 22 sene boyunca bağlı kalıp vergi ödemeyi sürdürmüştür.  

Bu anlaşmanın ABD açısından bir çok önemli özelliği daha var. Antlaşmanın bir maddesi, ABD’nin Kurucu Babaları’nın bu ülkeyi kurarkenki niyetlerini göstermesi bakımında ABD’deki laiklik tartışmalarının tam göbeğine yerleşmiş durumda. Trablusgarp’ta Dayı Hasan Paşa ile ABD Başkanı John Adams’ın temsilcilerince 4 Kasım 1796 günü imza edilen ve 7 ay sonra Amerikan Senatosunca oybirliğiyle onaylananan antlaşmanın 11’nci maddesi mealen şöyle:

kullan

Amerika Birleşik Devletleri esasen Hıristiyanlık temeli üzerine kurulmadı. Bu noktadan hareketle ‘Mussulmen’lerin din, şeriat ve huzuruna hiçbir kastı ve nefreti yoktur. Belirtildiği gibi Birleşik Devletler hiçbir Muhammedi topluma karşı savaş ve düşmanlığa girmiş değil. Bu antlaşmanın tarafları bu iki ülkenin birlikte kurduğu harmoniyi kesecek dini bir yorum ve bahane ileri sürmeyecekler.  

Amerika’ya bak, bunu ona söyletene bak… Hey gidi… Cezayirli Dayı Hasan Paşa bu antlaşma ile literatüre ‘dayılanmak’ tabirini sokar. Hasan Dayı’nın antlaşması, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi, Federalist Makaleler ve Amerikan Anayasası ile beraber Amerika’da ‘kilise-devlet ayrılığı’ tartışmasının odağındaki 4 tarihi devlet belgesinden biridir halen. Ama Akdeniz aynı Akdeniz değil. Amerikalılar 6’ncı Filo’yu dolaştırıyor. Türklerinse Akdeniz’de feribotları var…

Oruç Reis’ten, Hızır Reis’e, Turgut Reis’ten Hasan Paşa’ya tarihe damga vuran bu ilginç adamların hiçbir hikayesinin, filminin, belgeselinin olmaması ne büyük eksiklik... Hollywood filmlerinde kıyıdan köşeden yapılan göndermelerle yetiniyoruz. Misal, 20 Mayıs’ta zevkle 4’ncüsünü seyredeceğimiz Karayip Korsanları filminde, son olarak Oscar’ın sahibi Kekeme Kral’a yardımcı olan konuşma terapisti rolünde gördüğümüz süper oyuncu Geoffrey Rush’un canlandırdığı Kaptan Barbossa karakteri, adını bizim Barbaros’tan alıyor. Barbaros aslında Hızır Reis’in ağabeyi Oruç Reis’e İtalyanların taktığı isim. Leventler, Oruç Reis’e ‘Baba Oruç’ diye hitap ediyordu. Bu seslenmeyi İtalyanlar ‘Barbarossa’ şeklinde algıladı. İtalyanca’da ‘barba’ sakal ve ‘rossa’ kırmızı demek. Baba Oruç’un da sakalı kızıla çaldığı için hiç şüphe duymadılar isimlendirmeden. Baba Oruç şehit edildikten sonra bu isimlendirme kardeşi Hızır Reis’e, sonradan Kanuni’nin ona verdiği isimle Hayreddin Paşa’ya da yapıştı. Biz de böyle çağırırız Paşayı. Denizlerin paşalığının sembolü oldu Barbaros ismi…

Doğu ülkesi, batı ülkesi hani bunun orta ülkesi?

Levant’ı ‘doğu’yu anlatırken bak laf nerelere geldi… Ülfet mi peydah oldu bilemem ama biz göğe bakmayı bırakalı epey oluyor. Oysa ki İbrahim Peygamber’den beri güneşin doğup yükselmesi sonra da batmasını hayret makamında temaşa edermiş insan olan. Bu temaşa zevki midir bilmem ama bu hadise birçok coğrafi isimlendirmede bayağı bir etken olmuş vakti zamanında. Misal Almanlar bir zamanlar Osmanlı ülkesine ‘morgenland (sabah ülkesi / güneşin doğduğu ülke)’ derlermiş. Daha abartılı misal bugün bütün dünyanın ‘Japonya’ dediği ülkeye Japonlar ‘Nippon’ ya da ‘Nihon’ diyor. Japon ırkının Şinto dininin kutsal Güneş tanrıçası Amaterasu’dan geldiğini anlatan Nippon ifadesi, ‘güneş’ demek. İşte Japonların batı komşusu Çinliler de, bu adayı ‘güneşin doğduğu ülke’ anlamından ‘Ja pen kuo’ diye adlandırırmış. Marco Polo Çinlilerden öğrenip meşhur eder bu ‘Japon’ ismini… Japonların çok sonradan haberi olur bu isimle anıldıklarını öğrenmeleri ama işten işten geçmiştir, isim  Japon yapıştırıcısı gibi yapışmıştır üstlerine… 

Çinliler, doğularındaki uygarlığı güneşle anlatırken batılarındaki büyük uygarlığı (Hint) ise ay ve gece ile sembolize etmişler antik çağlarda. Çin tarihinde uzunca bir dönem Hintliler için ‘’Yuezhi (Ay kavmi)’’ tanımlaması kullanılmış. Kendinizi Doğu ile Batı’nın, Güneş ve Ay’ın ortasında görüyorsanız ülkenize vereceğiniz isim de bellidir. Çinliler kendi ülkelerine Çayna (china) demiyor elbette ki… ‘’Zhonghua (Çun kua)’’ yani ‘’Merkez ülke / orta ülke’’ diyorlar.

Marco Polo, bu ülkeyi Farısilerden öğrendiği şekliyle ‘Çin (Chin)’ diye adlandırır. Gerçi Batı’da uzun yıllar Çin derken milletin aklına sadece ‘porselen’ gelirmiş. Bizim çiniler gibi… Çinliler ise ABD’ye ‘’Měi-guó’’ diyor. ‘Pirinç ülkesi’ demek. Herkesin ‘Amerikan rüyası’ farklı tabii ki…  

Söylenmekte haklısınız Akdeniz’e geri döneceğim ama Koreliler bırakmıyor. Onların maruzatını dinlemeden dönmek olmaz. Bugün, Güney Kore ahalisi kendi ülkesini kısaca ‘Hanguk’ diye çağırıyor. Kuzey Kore ahalisi ise ‘’ibuk’’ ya da ‘’Çuzın / Joseon‘’ (Sabah esintisi ülkesi)’’ diye. Japonlar güneye ‘Kankoku’ kuzeye ‘’Kita-Çuzın’’ diyor ama eski bir Kore hanlığının adından gelen Korea adını bölgeye mal edenler de 1910 işgalinden sonra onlar. Bölgede Japona gıcık olmayan tek kavim yok. Gerçi civarda birbirini seven de pek yok. Buraya da bir Sıfır Sorun politikası şart!

Dünyanın bu köşesinde bu yaralara dokunur dokunmaz bir tartışma başlar ki, ‘’yeminnen’’ o an Memati Baş ile Aristo’nun metafiziği hakkında sohbet etmeyi yeğlersiniz. Dil forumlarında birbirine giren Japon, Koreli, Çinli arkadaşlarımı ayırmaya çalışırken Tayvan Meclis Başkanı kadar çaresiz kalıyorum bazen. ‘Dış mihraklar’ ne işler çeviriyor Uzak Asya’da haberiniz yok…!

Toleransın memleketi Anadolu

Mevkime döneyim, Doğu – Batı mevzusu bizim coğrafyamızın isimlenmesinde de rol oynamış. Anadolu kelimesinin kökeni olan Antik Yunanca ‘’Anatolē’’ kelimesi de ‘’gün doğumu’’, ‘’doğu’’ anlamına geliyor. Zaman içinde Asia Minor’un yani ‘küçük Asya’nın yani ‘Anadolu’nun tamamı için kullanılsa da Antik Yunanlılar vaktiyle sadece İonyalıların şehirlerinin olduğu Batı Anadolu için kullanırlarmış. Anadolu’nun isim kökü konusunda hoşuma giden bir nüans daha var. Tolerans kelimesinin kökeni Latince ‘sabır tahammül’ anlamına gelen ‘tolerō’ kelimesidir. Anatolē’nin ‘tolē’si ile toleransın ‘tole’si aynı kökten. Yani isminde un da var, şeker de var, yağ da var…    

Bizim, komşularımıza ‘Yunan’ isimlendirmemize ise ‘İon’ kelimesi kaynaklık etmiş. Onlarla ilk teması olan Farısilerden öğrenmişiz bu ismi. Nerdeyse bütün ‘Doğu’ kültürleri bu halkı ‘Yunan’ ve buna benzer isimlerle anıyor. Ancak nerdeyse bütün ‘Batı’ dünyası da bu halkı ‘Greece / Greek’ gibi isimlerle anıyor. Bu isim, antik Yunan tanrılarından ‘Graecus’a (Grikus) dayanıyormuş. Kimi Pandora’nın torunun oğluydu diyor kimi Hellen’in yeğeniydi diyor. Biliyorsunuz bu Yunan mitolojisi Brezilya dizileri gibi. Kimin eli kimin cebinde çok belli değil. Muhtemelen ‘tanrı’larla dolu bir ailede yaşamanın baskısına dayanamayıp bugünkü İtalya taraflarına kaçıp inşaatlarda çalışan bir Yunanlıydı. Batı ahalisi de bu zatla bu halkı tanıdığı için kendilerinin doğusunda kalan bu coğrafyadan gelen herkesi ‘Grik’ sanıyor. Biz birşeyi anlamadığımızda ‘Fransız kalırız’ ya, Anglo Saksonlar da ‘’İt’s Greek to me (Bu bana biraz Grik)’’ derler. Bunlar bir bize değil herkese Grik anlayacağınız..! Şaka yapıyorum tabii ki, hem benim Yunan komşularım var:)

‘Rum’ kelimesi gibi ‘İon’ kelimesinin de bugün ‘Balkan’ yarımadasının güneyindeki Yunanistan ile birebir özdeşliği bulunmuyor aslında.  Zaten, Yunanistan halkı kendisine ‘’Ellas’, Yunan devleti de kendisine ‘’Ellenikī́ Dīmokratía’’ diyor. Yunanistan ahalisi kendine ‘Helen’ dese de ilk Hıristiyanlık çağlarında bu kelimeyi ‘putperestler’ anlamında kullanırlarmış. Çık çıkabilirsen işin içinden. Tiyatro boşuna bu topraklarda doğmamış.

Bizans İmparatorluğunu yeniden canlandırmayı amaçlayan 19’ncu yüzyıl milliyetçi Yunan ideolojisi ‘Megali İdea’yı çoğumuz mecburen biliyoruz. Ama bu Yunan’ın ilk vukuatı değil. Çok eski çağlarda bir de ‘Megálē Hellás’’ diye Batı’yı, yani Adriyatik ve İtalya’yı Yunanlaştırma ideali ile yola çıkmışlar komşularımız. Hesperia demiş bu ütopik ‘Batı’ ülkesine Yunan. Adriyatik çevresinde ve Çizme’deki birçok yerleşim biriminin isminin Yunanca kökenli olması o işgaller döneminden kalma. Misal, Napoli, ‘Nea polis (yeni şehir)’den geliyor. Sicilya’nın Akdeniz’in belki de en iyi sığınağı olan başkenti Palermo’nun (Panormos) adı da Yunanca, ‘en iyi liman’ demek. Bizim Bandırma’nın ismi de aynı kökten. Malta’nın adının da Yunanca ‘bal gibi’ demek olan ‘Melita’dan geldiği rivayet edilir. Bu cirmi küçük ama ide’si megalo halkla bin yıldır komşuyuz. Atsan atamazsın, satsan satamazsın. Mecburen seveceğiz birbirimizi…

O değil de Akdeniz turu vadettik ama daha Balkanlar’a bile çıkamadık. Nerde kaldı tur… Sabrınızda kopmak üzere olan fırtınanın kokusunu da alıyorum. Bu gece burda demirleyip ateş başında Cezayir Türküsü’nü söyleyeceğiz… Yarın sabah günün ilk ışıklarıyla yeniden demir alacağız!

Cezayir’in ufak ufak evleri
İçindedir ağaları beyleri,
Türkçe bilmez mâni söyler dilleri,
Tunus, Tarabulus, Cezayir of!

Yaz gelince gemilerimiz yağlanır,
Kış olunca tersaneye bağlanır,
Cezayir’de koç yiğitler eğlenir,
Tunus, Tarabulus, Cezayir of!

Gemi gelir Cezayir’den Mısır’dan
Yelkenleri vardır kumaş hasırdan
Kadir mevlam kurtar beni yesirden
Hama, Humus, Tarabulus, Cezayir of!

Cemal Demir - Haber 7
cemaldemir111@gmail.com

Yorumlar2

  • barış 13 yıl önce Şikayet Et
    Atatürk. o zaman düşmanlar izmirden denize döküldüğünde Atatürkün ilk hedefiniz akdenizdir dediğinde okulda bize hedef şaşırtmak için öyle söylediği öğretilmişti. aslında gerçekten de egenin adı akdenizmiş. dur bakalım daha tarihle ilgili ne tür çarpıtmalar çıkacak orataya. ilginç.
    Cevapla
  • güven kurtul 13 yıl önce Şikayet Et
    İsimlerde ne manalar gizliymiş meğer. Sizin yazılarınızla tanışmadan evvel isim tahlili yapan vay efendim şunun ismi şurdanmış bunun ismi aslında bu değilmiş gibisinden yazılardan asla hazzetmezdim. Ama arasıra ve çaktırmadan damardan zerkettiğiniz tahliller neticesinde bu iş iyiden iyiye sardı beni.Leventten girip soluğu Cezayirde almak zevkli işmiş valla. Yazının en güzel kısmı ise yarın sabah devamının geleceğinin müjdelenmesi. Laf arasında bizim Tokatın isminin nerden geldiğini de yazarsanız sevindirik oluruz. Herkes ayrı telden çalıyo da:)
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat