Hikaye anlatarak geçti bir ömür

Mevlâna, “Herkesin ölümü kendi rengindedir.” der.

  • GİRİŞ02.09.2014 08:06
  • GÜNCELLEME02.09.2014 08:06

Söz ve davranışlarımızı, yapıp ettiklerimizi renge boyarsak, hayatımızın türlü renklerle görüntü vereceği kaçınılmazdır.

            Bir güzel davranış veya söz, yarın karşımıza bambaşka bir kimlikle çıkacak ve diyecek: Ben senin filan zamandaki söz ve davranışım.

            İnsanlık sınırını aşanlara, ölüm ötesinde hayatları kapkara olarak sunulacaktır.   “Biz” diyeceklerdir, “böyle bir yaşam mı sürmüştük? Ama bu bizim yaşamımıza hiç benzemiyor?”

            Evet, benzin, arabaya, süratle gitmeye hiç benzemiyor.

            Cereyan, onun döndürdüğü çarka hiç benzemiyor.

            Yumruk, ağrıya hiç benzemiyor.

            Söylediğin sözler akrep gibi, yılan gibi etki bırakıyor, acıtıyordu; kötü sözlerin şimdi akrep olup seni ısırıyor.

            Hani kimse görmüyor, gücüm de yerinde diyerek zavallıya zulmetmiştin ya, şimdi işte o zulüm seni kapkara bir heyula gibi kuşatmış bulunuyor, nefes nefesesin ve sana yardım edecek kimse de yok. 

            Kur’an-ı Kerim üç özel isimden özellikle söz eder:

            Firavun: Zalim gücün temsilcisidir.

            Karun: Haram yollardan kazanılmış paranın sahibi bir zengindir.

            Bel’am: Zulüm düzenine alkış tutan, onu destekleyen “bilim” adamıdır.

            Bir toplumda bu üçü bir araya geldiğinde, orada hayat kapkara bir renk olarak insanların can evine iner.

            Despot iktidarlar, ekonomiyi ayakta tutanlar ve “bilim”in temsilcileri tarafından desteklenmedikçe, toplum kokuşmaz. Ne var ki, tarih, zalimlerin zulüm imparatorluklarıyla çokça kirlenmiştir.

            Kişilerin ölümü gibi, devletlerin ölümü de mukadderdir. Nice devletler ölüp gitmediler mi? Ne var ki onlar öldükten sonra da renklerini arkalarında bırakırlar. Gelen nesiller ya bu renge boyanarak devam ederler ya da başka renklerde akıp giderler geleceğe.

            Fakat şu bir gerçektir ki, kara rengin ömrü ebedi değildir. Her gecenin ardında mutlaka bir gündüz vardır. Karanlığa direnebilenlere sabah rüzgârı selam verir ve mutluluk bahşeder.

            Şu da bir gerçektir, dünyanın tümünde aynı anda ne gece vardır, ne de gündüz. Nöbetleşe birbirlerini izler, gece ile gündüz.

            Ülkemizin sabahı doğmuştur.

            Biraz uyku mahmurluğu vardır, o kadar. Bazılarında da uyku tembelliği ağır basmaktadır, yataktan kalkmamak için direnmeleri bundandır. Fakat meydanlar gümbürdediğinde onlar da heyecanla meydana doluşacaklardır.

            Gönül, bu toplumda yaşayan herkesin dirisinin de ölüsünün de bembeyaz renklerle kuşanmasını arzu ediyor.

            Geçmiş kabullerle değil, yepyeni anlayış ve önyargısız bakışlarla birbirimizi tanımaya çalışırsak, dünyanın kavga edilecek kadar da kıymetli olmadığını görürüz.

            İnanın, kavgası kutlu olanların hayatları da mutlu ve anlamlıdır.

            Bana kavganı söyle, bana kiminle ve hangi fikirle kavga yaptığını söyle, sana kimlik cüzdanı vereyim.

            Yarın herkes kimliğiyle huzura gidecektir.

            Kimliklerimizin sabıkalı olmaması ne kadar önemlidir.

 

D. Ali TAŞÇI

(dalitasci@hotmail.com)

 

 

 

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat