Yavuz Bülent Bakiler'e mektup
- GİRİŞ23.01.2012 09:39
- GÜNCELLEME23.01.2012 09:39
Yıl: M.S 580, Yer: Mekke. Zübeyd oğullarından bir kişi Mekke'ye ticaret malı getirir. Müşterisi As. İbn Vail’dir. As İbn Vail malı satın alır ama bedelini ödemez. Bunun üzerine Zübeyd oğullarından olan kişi ilgili kabilelerden yardım talep eder ancak kimse kendisine yardım etmeye yanaşmaz.
Zübeydi, çaresiz kalınca Ebu Kubeys Dağı’nın tepesine çıkar ve Kabe etrafında kendilerine ait localarda bulunan Kureyş kabilesine hitaben şu şiirsel ifadelerle bağırmaya başlar:
"Ey Fihroğulları! Bir mazluma yetişin.
Mekke'nin ortasında malı elinden gitti.
Ey toplananlar! Kabe'de grup grup
Umresini yapamayan perişan bir ziyaretçi var.
Ey Hicr ile Haceru'l-esved arasında toplananlar!
Bu mukaddes yer, keremini tamamlayanlarındır.
Günahkar ve zalim kişinin elbisesi
Ona saygı ve asalet vermez."
Bu çağrıya yanıt Zübeyr İbn Abdulmuttalib’ten gelir. Ayağa kalkar ve "bu işin peşi bırakılmaz" der. Sonra şehrin ileri gelenleri Abdullah İbnu Cud'an'ın evinde toplanır ve Hilful Fudul isimli şu metni tek tek okurlar:
"Allah'a yemin ederiz ki hepimiz mazlum ile birlikte zalime karşı bir el gibi olacağız ve bu zalim mazlumun hakkını verinceye kadar mücadele edeceğiz. Bu ittifakımız, denizin bir deve tüyünü ıslatabilecek kadar suyu kaldıkça; Hira ve Sebir tepeleri yerinde durdukça devam edecektir."
Anlaşmayı yapan kalabalık buradan yürüyüp As İbn Vail’in yanına gider, satılan malın karşılığını kendisinden alıp sahibine verirler.
Bu anlaşma yapıldığında henüz 9 yaşında bir çocuk olan Hz. Peygamber, Abdullah Bin Cud’an’ın evine amcaları eşliğinde gider. Ancak çocuk yaşta katıldığı bu “Erdemliler Birliği” toplantısına ilişkin yıllar sonra sahabelerine söyledikleri çok anlamlıdır:
"Abdullah Bin Cud’an’ ın evinde yapılan antlaşmada ben de bulundum. Bence o and kırmızı tüylü bir deve sürüsüne malik olmaktan daha sevgilidir. O zaman Haşim, Zühre ve Teym oğulları ‘deniz bir kıl parçasını ıslatacak kadar suya malik oldukça mazlumlarla birlikte bulunacaklarına’ and içmişlerdi. Ben ona İslam devrinde bile çağrılsam icabet ederdim."
Yıl: M.S 2007, Yer: İstanbul. Elmadağ’daki Ermeni Katolik Surp Agop Hastanesi. Çalan telefonu santral görevlimiz açtı, karşıdaki kişiye şaşırmış bir ifadeyle “-Hayır, buraya getirmediler” cevabını verdikten sonra bana dönüp: “Hrant Dink’in hastaneye getirilip getirilmediğini soruyorlar” dedi. Der demez tekrar çaldı telefon. Arayan bir başkası. O da aynı şeyi soruyor: “Hrant Dink’i sizin hastaneye mi getirdiler?” . Derken bir başkası, bir başkası. Sonuncusuna ben baktım. Arayan bir gazeteciydi. “Hrant Dink’i vurmuşlar, sizin hastaneye çok yakın olay yeri, yaralıysa Ermeni hastanesine getirmişlerdir diye düşündük” dedi. Telefonu kapattım, hekimlik refleksiyle bir taksiye bindim. O malum olay yerine çıkan bütün yollar kapalıydı. Polis araç ve insan trafiğine izin vermiyordu. Benim için “Arat’ın Babası” olan Hrant Dink’in cenazesini göremeden “Ermeni Hastanesi” ne geri döndüm,.
Yıl: M.S 2012, Yer: İstanbul, Türkiye Gazetesi. Yavuz Bülent Bakiler, Mütedeyyin insanların dili sıfatıyla köşesinde soruyor:
“Uzayan her dava için meydanlara mı dökülmeliyiz? Sadece Hrant Dink davasında mı bir noksanlık bir yanlışlık var? 40.000 kişinin meydanlara dökülerek ‘kaatil devlet’, ‘Hepimiz Hrant’ız Hepimiz Ermeniyiz’ diye yırtınmasının sebebi ne?”
Olan biteni bu şekilde algılayan ve yorumlayan çok ciddi bir kitle var. Onların bu fikirde olması hakkındaki fikrimi en başından söyleyeceğim: Yazıklar olsun. Hz. Peygamberin İslamiyetten önceki bir dönemde yapılmış olmasına rağmen vefatına kadar sadakatle bağlı kaldığı Hilful Fudul’a sebep olan hal kadar bir kıymeti olmadığını mı zannediyorsunuz bir insanın ölümünün? Bir mazlumun parası ödensin diye yapılan anlaşma için “kırımızı tüylü bir deve sürüsüne malik olmaktan daha sevimlidir” diyen ve çocuk yaşıyla o andı içen Hz. Peygamber böyle bir zulme “Ermeniydi” diyerek sessiz mi kalırdı sanıyorsunuz.
Anlamıyor musunuz ya hu? Adam öldü. Adamı öldürdüler. Arkasından gizlice yanaşıp kalleşçe, kiminin abim, kiminin babacığım, kiminin amcam, kiminin kardeşim, kiminin de kocacığım dediği masum bir adamı öl-dür-dü-ler. Bu adam bir roman kahramanı değildi. Üstelik bunu tam da memleketin halinin iyiye gittiği bir dönemde bilinçli bir şekilde yaptılar.
Artık anlayın. Hrant Dink davası bundan böyle Hrant Dink’in kendisinden bile daha mühim bir olaydır. Artık anlayın. Hrant Dink’in öldürülmüş olması –yazık ki- Hrant Dink’in yaşıyor olmasından daha etkili bir toplumsal uyanışa sebebiyet vermiştir.
Artık anlayın. Hrant Dink’in öldürüldüğü gün yaşadığı diğer bütün günlerden hem kendisi, hem ailesi hem de bütün Türkiye için daha mühimdir.
Artık anlayın. İnsanlar Agos Gazetesi’ne Ermeni yemini etmek, Abdullah olan isimlerini Hrant olarak değiştirmek için yürümüyorlar. Kimsenin böyle bir hevesi yok artık anlayın.
Artık anlayın. Bu insanlar çetelerin zamanında kıyısına kadar geldikleri Orhan Pamuk’un ve nicelerinin canına kastetme cesaretini kırmak için yürüyorlar.
Artık anlayın. Sayın Başbakanın “Beni de öldürmek istiyorlar” dediği karanlık güçlerin bir daha değil bir Başbakana hiç bir vatandaşa silah doğrultmaya cesaret edememesi için yürüyor bu insanlar.
Artık anlayın. 1700 faili meçhul cinayetin işlendiği 90’lı yıllara bir daha geri dönmeyelim diye bağırıyor bu 40 bin kişi.
Artık anlayın. Ne Rakel’in ne Arat’ın ne Delal’in ne de Orhan’ın kimseyi Ermeni yapmak gibi bir hevesi yok. Hrant’ın dirilmeyeceğini de bu 5 yılda zorda olsa kabullendiler. Artık onların da, başka kimsenin eşi, başkalarının babası, başkalarının kardeşi öldürülmesin diye bu ADALET mücadelesini verdiğini anlayın.
Artık anlayın...
Siz dindar insanlarsınız. Başı secdeye varan insanlarsınız. Dicle kıyısında bir kurt tarafından kapılan kuzunun HAKkının peşine düşen Ömer ile aynı Allah’a inanıyorsunuz.
Bari siz anlayın.
Bakın denizler hala bir deve tüyünü ıslatmaya malikler.
Bakın Hira ve Sebir Tepeleri yerlerinde duruyor.
Bakın!
Dr. Hamid Aydın - Haber 7
dr.hamid@estetistanbul.com
twitter.com/hamidaydin
Yorumlar24