‘Ben yaptım oldu’ savunucuları…

  • GİRİŞ05.03.2016 09:50
  • GÜNCELLEME07.03.2016 06:58

Anayasa Mahkemesi ile ilgili bir tartışma yürütülüyorsa, bu mahkeme ile ilgili olarak Anayasa ve kanunlarda bulunan hükümlerin temel alınması gerekir. Olup bitenler ortaya konulur ve bunların mevzuat hükümlerine uyup uymadığı üzerinden bir tartışma yapılır. Taraflar konuya ‘madem ki benim istediğim olmuş; gerisi, yani mevzuata uygun davranılıp davranılmadığı teferruattır’ şeklinde yaklaşıyorsa, mesele karmaşık demektir. 

Anayasa Mahkemesi’nin aldığı son karar, her zaman olduğu gibi tartışılıyor. İlk bakışta normal gibi gelse de, AYM’nin Can Dündar ve Erdem Gül’le ilgili kararının memnun ettiği çevreler, farkında mıdırlar bilinmez ama Anayasa ve kanunların ihlal edilebilmesini savunuyorlar aslında. Çünkü söz konusu kararın mevcut mevzuat açısından iler-tutar bir tarafı yok. Bu yüzen olacak ki, Mahkeme Başkanı da ‘herkesin bu karara uymak zorunda olduğu’ndan başka bir laf etmedi, edemedi zaten.

Olağan hukuk yolları tüketilmeden, hatta bunları gevreye sokabilmek için gereken asgari müracaatlar bile yapılmadan AYM’ye yapıldığı anlaşılan bir başvuru ve bununla ilgili olarak apar-topar alınan bir karar var ortada. İlk derece mahkemenin verdiği tutukluluk kararına bir üst mahkemede itiraz, normalde mutlaka başvurulan bir yol iken, sanıkların avukatları buna gerek görmemişler mesela. Herhalde bir işaret almış olmalılar ki, apar-topar AYM’ye koşmuşlar. 

Temel olarak Anayasa ve kanunlarda çizilen şekil şartlarının ihlal edildiği bir başvuru bu. Dahası, müracaat için gereken şekil şartlarını aramadığı için mevzuatta bulunan kendisi ile ilgili hükümleri de açıktan ihlal etmiş durumda Mahkeme. Daha da garip olanı, gerekli bütün müracaat şartları yerine getirilmiş olsa bile; AYM, sadece şekil açısından incelemesi gereken dosya üzerinde esasa giren yorumlarda bulunmaktan da çekinmeyerek, bir başka önemli ihlalde daha bulunmuş.

Mahkeme’nin benzer durumlarda aldığı kararların gerekçesiz açıklanmaması Anayasa gereği iken, geçmişte de benzerleri yaşandığı gibi, kararın gerekçesi de sonraya bırakılmış. Oysa Mahkeme Başkanı’nın geçmişte yaptığı konuşmalarda ‘gerekçe açıklanmadan karar açıklanmaması’ konusuna ısrarla vurgu yaptığı ve bu konuda hassas olduğu da biliniyor. Aynı kişinin uygulamanın başına geçtiğinde bunu unutmuş olması, akla başka ihtimalleri getiriyor ve işin doğrusu bu ihtimaller hiç de hoş değil.

Anlamlı bir tartışmanın temel gereği olarak, karara tuzun kokmaması gereği açısından yaklaşılması beklenirken, arzu ettikleri yönde bir netice ile karşılaşanlar, bütün ihlalleri hazmetmiş olsalar da, ortada sakil bir durum olduğu açık. Dolayısıyla, söz konusu kararın memnun ettiği çevreler, yanlış bir duruma alkış tutmak yerine hiç değilse sussalar diye düşünmemek elde değil. Çünkü balıklama daldıkları tartışmada, kullanabilecekleri tek bir sağlıklı argümanları bile yok… Eğer ‘ben yaptım oldu’yu bir argüman olarak kabul etmiyorlarsa tabii. 

Kararı alkışlayanlar, hukukun herkese lazım olduğu-olacağı ve sürdürülmesinde ısrar edilen yanlışların faturasını ödeme sırasının bir gün kendilerine de gelebileceği ihtimalini unutmasalar keşke. 

Ekrem Kızıltaş – Haber 7

ekremkiziltas@gmail.com

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat