Çözüm süreci emin ellerde

Bir buçuk yıl önce çözüm sürecinin bir parçası olarak kurulan 'Akil İnsanlar Heyeti'ne çağrılınca koşa koşa gittim.

  • GİRİŞ23.10.2014 10:04
  • GÜNCELLEME24.10.2014 10:29

Başka bir iktidar da 'kan dursun istiyoruz' deseydi yine aynı şevkle giderdim; zira çağrıdaki amaç, çağrıyı yapanın kim olduğundan daha önemliydi. Nasıl hukuk, tek başına insan ilişkilerinin kalitesini sağlayamıyor bunun için ayrıca iç dünyamızda başkalarını da gözeten ahlaki bir bölüme ihtiyaç varsa iyi insan, iyi yurttaş olabilmek için yalnızca yasalarla belirlenmiş askere gitmek, vergi vermek, suç işlememek yetmezdi. İyi insan, iyi yurttaş olabilmek için 'ortak iyi' adına gönüllü fedakârlıklar yapmak da gerekiyordu.

Yollara düştük. Dedikodu, fitne-fesat, yalan ve karalama kampanyası ise çoktan bizden önce yola çıkmış, nadasa bıraktıkları tarlalara nefret tohumlarını ekmeye başlamıştı. Heyetimiz siyasi muarızlarca adeta tefe kondu, kötü söz adına ne biliniyorsa üstümüze boca edildi. Sabrettik, yürüyüşümüzü sürdürdük, 2013 Temmuz'unda raporlarımızı sunduk, görevimizi tamamladık.

Çözüm süreci hakkında daha sonradan yapılan değerlendirmeler, araştırmalar, çalışmalarımızın olumlu bir katkı yaptığını gösteriyordu. Aradan 15 ay önce geçtikten sonra Akil İnsanlar Heyeti, geçen Pazar (19 Ekim) günü Başbakanımız tarafından tekrar toplantıya çağrıldı. Kamuoyuyla birlikte biz de meşum 6-8 Ekim olaylarından sonra bize yeniden görev verileceğini sandık, bu beklentiyle toplantıya katıldık.

Çok uzun bir toplantı oldu. Başlangıçta yaptığı fevkalade konuşmada (ki heyetten Prof. Dr. Fuat Keyman, bu konuşma metninin çözüm sürecini özellikle yurtdışında tanıtan bir belge haline getirilmesini istedi) Başbakan, 6-8 Ekim Olayları olmasa da bu toplantıyı yapmak istediğini söyledi. Ona göre böyle süreçlerde ortak akıl, ortak vicdan ve ortak bir dil zemininde hareket etmek gerekiyordu. Başbakan konuşurken 'Bilge Kral' da denilen Merhum A. İzzetbegoviç geldi gözümün önüne. Ne izzetbegoviç ne Davutoğlu 'kral' değillerdi elbette ama çağımızın en büyük eksikliklerinden olan bilge yöneticinin mümtaz birer örnekleri oldukları kesindi. 'Kesin' diyorum, önümüzdeki zamanlarda Davutoğlu'nu tanıma imkânı bulan birçok kimsenin böyle düşüneceğine eminim. Tarihi, kendine özgü bir tasnifle kadim-modern ve küresel diye üçe ayırıyor, çağlar boyu kadim kültürlerin çoğulcu atmosferinde yaşayan coğrafyalarda çekilen acıyı kurulan tekçi yapılara bağlıyordu. Sürecin yerli, kuşatıcı, dış etkilere karşı korunaklı olması gerektiğinden bahsediyor, çözüm sürecinin sosyokültürel, jeopolitik yanlarını ve acıların nasıl dindirileceğini enine boyuna düşündüğü her halinden, sözünden belli oluyordu.

Sonra saatlerce, hiçbir bıkkınlık, yılgınlık işareti göstermeksizin bizleri, farklı görüşlerden, meşreplerden 52 kişiyi dinledi. Ben de konuştum. Sürece daha ziyade Hükümet'in sahip çıktığını, 6-8 Ekim olaylarının süreçte büyük bir hasar meydana getirdiğini söyledim. Silahtan siyasete inkılâbı beklenenlerin ise üzerlerine düşeni yapmadıklarına, mütemadiyen tehdit, uyarı saldırıları peşinde olduklarına ve sempatizanlarını demokrasi konusunda eğitmediklerine ve son olarak Kobani bahanesiyle çılgın bir vahşet sergilediklerine, büyük bir hayal kırıklığı ve güvensizliğe neden olduklarına işaret ettim. Şu aşamada kamu düzeninin esas alınması ama hiçbir şekilde süreci devam ettirme kararlılığından vazgeçilmemesi gerektiğini, böyle bir ortamda tekrar milletin önüne heyetler halinde çıkmamamız gerektiğini dile getirdim. Heyet kurulurken bizim aramızdaki itilaf ve farklılıkların bir nimet, bir hayır olduğunu zira buna rağmen kanın durmasında ittifak ettiğimizi ama bugün köprülerin altından çok sular aktığını, artık farklılıkların sergilenmesinin süreç aleyhine bir işlevi olacağını belirttim.

yazının devamı için tıklayınız

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat