'Millet' sakat doğmasın!

  • GİRİŞ22.07.2014 10:44
  • GÜNCELLEME22.07.2014 10:44

Ancak siyasi kimliğini bu usulle belirlemeniz mümkün olmaz. Çünkü siyasi kimlik beyana dayalı bir özellik değildir. İnsanlar ve partiler ideolojilerini seçebilirler ama siyasi kimliklerini seçemezler. Bu kimlik siyaset yapılırken ‘kendiliğinden’, öteki aktörlere yönelik davranış üzerinde temellenir. Herhangi bir siyasi hareketin demokratlığı, başkalarının o partiyi görme biçimiyle doğrudan bağlantılıdır. 

Türkiye’de laik/sol kesim ve CHP bu gerçeği kavramakta çok zorlanıyor. İdeolojik tutumlarına ‘sol’ dedikleri ve yaşam biçimleri ‘laik’ olduğu için kendilerini demokrat, özgürlükçü vs sanabiliyorlar. Oysa hem benimsedikleri solculuk, hem de içine doğdukları yaşam biçimini temel alan kamusal tutumları ve laiklik anlayışları tamamen otoriter zihniyeti yansıtıyor. Dinin, dindarlığın ve sonuçta dindarların kamusal alandan dışlanması muhafazakarlar nezdinde laik kesimin siyasi kimliğini belirleyen ana unsur. Buna siyasi alanda yereli merkeze taşımaya hevesli bütün hareketlerin asker ve yargı eliyle tırpanlanmasını eklediğinizde, söz konusu dışlanmanın bilinçli ve sistemik bir tercih olduğunu anlamak pek de zor değil. Öte yandan dindar Kürtler bu gerçeği daha da yoğun yaşadılar, çünkü Kürt kimliğinin kamusal alandaki varlığı da tümüyle engellendi, hatta suç haline getirildi. 

Arkasına laik kesimin iradi ya da kendiliğinden desteğini alan vesayetçi sistemin önünde aslında iki yol vardı. Uzun vadeli bir bakışla demokrasinin gelecekte kaçınılmazlığını ve çoğunluğun siyaset üzerinde egemen olacağını öngörerek, İslami ve Kürt kimliğine ‘değen’, bu kimliklerin taşıyıcılarını merkeze çeken bir söylem ve politika izlenebilirdi. Ya da soğuk savaş döneminin yeterince uzun süreceği ve bu sürede dindarların laikleşip Kürtlerin Türkleşeceği varsayılarak, sert bir siyaset de zorlanabilirdi. Rejim ikincisinden yanaydı ve bu durum laik/sol kesimin de kültürel açıdan işine geldi. En azından onları fazla rahatsız etmedi. Bu cenahta ideolojik olarak ‘özgürlükçülük’ kapsamında öne sürülen tezler, Türkiye gerçeği karşısında tümüyle teorik bir zemine oturdu. Öyle ki demokrasi açığı sistemleşirken, bu durum ‘modernlik açığı’ tespitiyle meşrulaştırıldı. Oysa nedensellik aksi yöndeydi… Demokrasi açığı olduğu için modernlik açığı yapısallaşmıştı. Vesayet dışlanmış kimliksel kategorilerin modernlik alanına girmelerine izin vermiyor, kimliğin kültürel değişimini şart koşuyordu. 

Bugün durum tersine. Dindarlar iktidarda ve Kürtleri de dolaylı yoldan merkeze taşıyorlar. Demokrasinin asgari temeli olan çoğunluğun yönetimi ilk kez koşulsuz olarak gerçekleşiyor ve çeperi modernliğin parçası kılıyor. Bunun demokratikleşme açısından devrimsel bir değişim olduğu açık. Ne var ki yaşananın daha demokratik olması, bunu gerçekleştiren AKP’yi ‘demokrat’ yapmıyor. Bu partinin siyasi kimliğini belirleyen unsur, kendisine benzemeyenlerin onu nasıl algıladığı… Ve bugün laik/sol cenahın algısına baktığımızda AKP’nin liderine indirgendiğini, Erdoğan’ın zihniyetinin salt sözleri üzerinden okunduğunu, bu söylemin ayıklanarak tedavüle sokulduğunu, ama nihayette bu siyasi hareketin otoriter/ataerkil niteliğiyle kavrandığını görüyoruz. AKP çeperdekileri merkeze taşırken, aslında merkezdekileri dışa itmeyip merkezi genişletmenin peşinde… Ama sonuç pek öyle olmayabiliyor. Çünkü eskiden merkezde olanlar şimdi psikolojik olarak itilmiş, dışlanmış ve horlanmış hissediyorlar. Fiziksel olarak hala merkezde olmaları, geçmişe nazaran daha fazla kazanmaları, daha iyi yaşamaları, kültürel alana hükmetmeleri ikincil kalıyor. Bunda yüz yıldır imtiyazlı yaşamış olanların sahip olmaya devam ettiklerinden ziyade kaybettiklerine bakma eğilimi de etkili. Ancak AKP’nin sosyal açıdan salt kendi tabanına bakan, diğer kesimleri ise sadece siyasi niteliği ile kavramsallaştıran yaklaşımı da şu anki ayrışmanın nedenlerinden biri. 

YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat