Türkiye’nin Kürtlerle ilişkisinde tarihi bir an

  • GİRİŞ23.09.2014 10:38
  • GÜNCELLEME23.09.2014 10:38

Üzerinde konuşmasak da, yazıp çizmesek de, içimizdeki endişenin artık iyice büyüdüğü; “kötü son” ihtimalinin hepimizin yüreklerine kaskatı bir yumruk gibi oturduğu günlerde aldık  güzel haberi. 

Havalara uçtuk, birbirimize sarılıp gözyaşı döktük, kuş gibi hafifledik ve bu operasyonu yüzünün akıyla başaran herkese derin bir minnet duyduk. 
Sağ olsunlar, var olsunlar… 
Artık her şeyi daha rahat konuşabilir, daha rahat hareket edebiliriz. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın New York’a giderken yaptığı açıklamadan,  IŞİD, Suriye Kürdistanı ve koalisyonla ilişkilerimiz gibi konuların BM toplantısı ertesinde yeniden masaya yatırılıp gözden geçirileceğinin de işaretini aldık. 
Türkiye, ABD'nin IŞİD ile mücadele stratejisiyle ilgili çekincelerini, Galler'de yapılan NATO zirvesinde Obama'ya iletmişti. Bu çekincelerin vatandaşlarımızın IŞİD’in elinde rehin olmasından ibaret olmadığını biliyoruz. Dolayısıyla, şimdi rehine faktörü ortadan kalktı diye ABD’nin hazırlandığı operasyonla ilgili  bütün endişelerimizin ortadan kalkmadığı da malum. 
 Ama şu anda Kürtlerle ilişkilerimiz açısından öylesine tarihi bir andayız ki, ABD operasyonuyla ilgili endişelerimizin IŞİD’in Irak Kürdistan’ına ve Rojawa’ya  saldırısına karşı takınacağımız tutumu bulandırmasına izin vermemeli; IŞİD’in Kürt topraklarına saldırısını  ayrı bir şekilde ele almalıyız. 
Karşımızda çok net bir tablo var: IŞİD denen terör örgütü Irak ve Suriye’de kendilerine rahat nefes alabilecekleri bir alan, bir ülke yaratmaya çalışan Kürtlere ağır silahlarla azgınca saldırıyor. Suriyeli Kürtler ise, yüz yıl boyunca vatandaş bile sayılmadıkları bu topraklarda nihayet yakaladıkları bir imkanı, kendi topraklarına sahip olma imkanını, kanlarının son damlasına kadar savunma kararlılığıyla savaşıyor. 
Bir tarafta yurt savunması yapan mazlumlar; karşılarında ise işgalci katiller… 
ABD’nin bölgeye tekrar dönüşünün arka planında neler olduğu ya da bu müdahalenin yol açabileceği komplikasyonlar hakkında ne düşünürseniz düşünün bu tablo değişmez. 
Ve bu tablo Türkiye’yi mazlumun yanında, zalimin karşısında yer almaya mecbur bırakan bir tablodur. 
İki açıdan… 
Birincisi AK Parti’nin 12 yıldır söylediği gibi, bizim dış politikamız çıkarlara değil, ilkelere dayanan ahlaki bir dış politika olduğu için… 
Türkiye, tıpkı Mısır’da, Gazze’de olduğu gibi Irak ve Suriye’de de –gerekirse bedel ödeyerek- haklı olanın yanında yer almak zorundadır. Kürt bölgesi ile ilgili tutumunu ne Esed’in gidip gitmemesine, ne ABD’nin bölgedeki hesaplarına, ne de başka bir faktöre endekslemelidir. 
İkincisi, çıkarlarımız açısından gereken de budur. 
''Çözüm süreci, bölünmenin değil birleşmenin, küçülmenin değil büyümenin, parçalanmanın değil bütünleşmenin ve kalıcı bölgesel güç olabilmenin yegâne anahtarı konumundadır”  diyen Davutoğlu bunu en iyi anlayacak kişidir. 
Yine, bugün aralarına çizilen yapay sınırlarla bölünmüş olsalar da Kürtlerin tek bir toplum olduğunu; dörde bölünmüş bu coğrafyada bütün parçaların yüreklerinin birlikte attığını ve birinin kılına zarar geldiği zaman diğerlerinin içinin yandığını yakından bilen kişidir Davutoğlu… 
İşte şimdi bu anlayışın cesur politikalar dönüştürülme zamanı gelmiştir. 
Türkiye’nin bu noktada alacağı tutum, Kürt coğrafyasıyla içten bir kucaklaşmayı başarıp başaramayacağımızı belirleyecektir. Eğer Türkler, Kürt kardeşlerinin zor durumda olduğu bu tarihi anda yardım elini uzatmazsa, onları IŞİD kasapları karşısında  yalnız bırakırsa, siyasi sınırların kağıt üzerinde kaldığı, bölgenin toplumsal, ekonomik, kültürel binbir türlü bağla kopmaz bir biçimde birbirine bağlandığı bir Kürt havzası yaratma hayalini de unutmak zorunda kalırız. 

Yazının tamamı için tıklayınız

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat