Ortak vicdanı harekete geçirmek için...

  • GİRİŞ23.10.2014 09:45
  • GÜNCELLEME24.10.2014 10:28

Kimisi kapıda bekleyen TV kameraları önünde açıklamalar yaptı, kimisi de tartışma programlarına katılarak sıcağı sıcağına toplantıyı anlattı. 

Ne var ki,  Akil Heyeti’nden Yıldıray Oğur ve Hilal Kaplan’ın yazılarını, (ayrıca İsmet Berkan’ın Davutoğlu’ndan daha önce “yazılmamak” kaydıyla dinlediklerini, Akiller Toplantısı’nda da söylendiği için  deşifre ettiği yazısını) okuyuncaya kadar o gece dinlediğim bütün anlatımların toplantının en önemli yanını es geçtiğini gördüm. 
Zira ekrana dinlediklerimden hiçbiri, Başbakan Davutoğlu’nun 6-7 Ekim Olaylarının arka planını kronolojik olarak ortaya koyarken verdiği can alıcı bilgilerden bahsetmedi! 
Bu bilgileri burada tekrar etmem anlamsız olur. Ama şu kadarını söyleyeyim ki, hükümet Kobane’ye yardım konusunda elinden geleni yapmış. 
1 Ekim tarihinde Başbakan Davutoğlu Demirtaş’la yaptığı görüşmede üç alternatif sunmuş:  
“TSK girsin savaşsın” demiş, kabul etmemişler. 
“Özgür Suriye Ordusu girsin, YPG’yle birlikte savaşsın” demiş, kabul etmemişler. 
“Peşmerge girsin” demiş, onu da kabul etmemişler. 
İstedikleri tek şey, tamamen PKK’nın kontrolünde olacak şekilde silah yardımı yapılması olmuş. Bu talep de, hâlen Türkiye’de militanları bulunan bir örgüte silah vermek mümkün olmadığı için reddedilmiş. 
Sonrasını biliyoruz. 

Bu görüşmenin çıkışında  “IŞİD’in bölgeden atılması için yapılması gerekenler konuşuldu. Başbakan’ın bu konudaki tutumu olumludur. Kobanililere sınırların açılması konusunda Başbakan’a teşekkürlerimizi ilettik. Kısa süre içinde sınırların açılması önemlidir. Daha fazla diyalog içinde olunması gerektiğini ifade ettik. Tezkere konusunda eleştirilerimizi ilettik” açıklamasını yapan Demirtaş, beş gün sonra, bütün o teklifleri reddeden kendisi değilmiş gibi, “Ak Parti hükümetinin IŞİD’le işbirliği yapıp  Kobane’yi boğmak istediği” yalanıyla  bütün halkı ayaklanmaya  çağırdı. 
Sonuç: 40’a yakın insanın ölümü... 

“Kötü kişi” olmaktan korkmak 

Şimdi soruyorum: 

Kandil ve HDP’nin kitlelere söylediği bu büyük yalan neden o toplantıya katılan büyük çoğunluk tarafından, hemen o gece teşhir edilmedi? Neden sadece birkaç kalem toplantıda paylaşılan en hayati bilgiyi kamuoyuna iletti? 
Neden kimse, PKK’nın Kobane’yi kurtarmak diye bir derdinin olmadığını; eğer böyle bir derdi olsa peşmergelerin, TSK’nın ya da ÖSO’nun yardıma koşmasına karşı çıkmayacağını; onların tek derdinin kurdukları kantonlarda iktidarı kimseyle paylaşmamak olduğunu; gözlerini bürüyen iktidar hırsı yüzünden Kobane’nin düşmesini bile göze aldıklarını anlatmadı? 
Cevap basit: PKK nezdinde kötü kişi olmaktan korkulduğu için... 
PKK’yı kollayan bu tutum sadece bu olayda karşımıza çıksaydı üzerinde fazla durulmaya değmezdi belki. 
Ama öyle değil. 

Geçmişi bir yana bırakalım; Çözüm Süreci’nin başından bu yana, çözümü destekleyen demokrat kanaat önderlerinin, yazarların, çizerlerin ağırlıklı çoğunluğu, PKK’yı koruyucu kollayıcı;  eleştiri ve suçlamaları hep iktidara yönelten bir tutum takındılar. 
Geçmişte yaşanan Kalekol eylemlerinde de, yol kesmelerde de, haraç toplamalarda da, adam kaçırmalarda da böyle oldu.  PKK’nın Güneydoğu’da giriştiği ve çözüm sürecinin ruhuna aykırı düşen bütün eylemler ya görmezden gelindi; ya meşru sebepler bulunmaya çalışılarak masum gösterildi. Ne zaman polis göstericileri engellemeye kalksa orantısız güç kullanımı” korosu harekete geçti. 
Çözümü destekleyen aydınlardan, kanaat önderlerinden çok azı devletin o bölgede kamu güvenliğini sağlama görevini savundu. 
Aylarca bölgede esen PKK terörü, halka yapılan ağır baskı üzerine tek laf edilmedi. 

Bugün hala, sürece destek olan kanaat önderlerinden büyük çoğunluğunun  HDP-Kandil’in  38 canın yitirilmesinin baş sorumlusu olduğunu söylemeye dili varmıyor. “Her iki taraf da dilini düzeltsin,  çatışma değil, müzakere havası yaratılsın” gibilerden “hem nalına hem mıhına” bir tutum takınılıyor. 

yazının devamı için tıklayınız

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat