100 Milyar Dolar’dan başladılar...

Hani, derler ya;

  • GİRİŞ27.01.2015 09:55
  • GÜNCELLEME28.01.2015 09:54

“Yalan söyleyen bir adamın hafızası çok güçlü olmalıdır... Hafızası güçlü olmalıdır ki; son yalanı ile ilk yalanı arasında çelişki bulunmasın!.. Aksi halde, yalanı ortaya çıkar!”

Aradan “30 küsur yıl” geçtiği için yılını tam olarak hatırlamıyorum... Ya 1983, ya da 1984 yılı olmalıydı...

Ben Milli Gazete’deydim...

O yıllarda, Milliyet gazetesinin “küçük ilan” sayfalarında bir ilan çıkmıştı... Bir baba, “kalbi delik çocuğu için yardım” talep ediyordu...

Sonradan anlaşılmıştı ki;

O baba, bir “sahtekâr”dır, “üçkâğıtçı”dır, “dolandırıcı”nın önde gidenidir!..

Nitekim tutuklanmış ve içeri atılmıştı. Gazetelerde haberi çıkmıştı!..

Bir süre yatıp, çıkmıştı!..

İZMİR’DEN MEKTUP!

Aradan epey zaman geçtikten sonra, bir “mektup” almıştım.. Mektubu gönderen “o şahsın eşi”ydi... “Soyadı”ndan anlamıştım...

Yine “yardım” istiyordu.

Ama bu defa, “taktik” değiştirmişti... Artık, “kalbi delik çocuğu” için değil, “iftiraya(!) uğramış bir babanın çocukları” için yardım istiyordu!..

Diyordu ki;

“Çocuklarım, sıcak bir tas çorbaya bile muhtaç!.. Eşim hapiste!.. İftiraya uğradık!.. Evimiz kira!.. Ev sahibi, kira için sürekli kapımızda!.. Bırakın kira ödemeyi, çocuklarıma bir tas sıcak çorba içirmekten bile acizim!”

Gibi, dokunaklı cümleler!..

Tam bir merhamet istismarı!..

Mektubun sonunda, “banka hesap numarası” vardı... Ne ilginçtir ki; “Milliyet’teki Küçük İlân”da verilen “banka hesap numarası ile aynı”ydı!..

Demek oluyor ki;

Bunlar “merhamet istismarı”nı “meslek” edinmişler!.. “Hayırseverlerin merhametini istismar” ediyorlar ve bu yolla, gül gibi geçinip, gidiyorlardı!..

Yine de, İzmir’deki arkadaşlara bir “araştırma” yaptırdım... Gittiler, araştırdılar ve dediler ki;

“Adres doğru... Ne var ki; ev, kendi evleri... Çok lüks bir ev değil, ama iyi bir ev!.. Yani, kiracı oldukları, yalan!.. Ve ayrıca; bırakın kalbi delik bir çocuklarının olduğunu, bir tek çocukları bile yok!”

Bu haberi alınca, bir “haber” yayınladım Milli Gazete’de... “Bu istismarcıya dikkat” dedim ve “hesap numarası”nı da verip, polisi göreve çağırdım!..

2-3 gün sonra; adam, “banka”ya gitmiş... “Tam parayı çekmek isterken”,polisler enselemiş!..

Tutuklandı... Yine içeri atıldı!..

BİR RÖPORTAJDA 3 YALAN!

“Savcı Celal Kara’nın itirafları”nı okuyunca, 30 küsur yıl önceki bu olay geldi aklıma...

Bir defa daha anladım ki; 

“Yalan” söyleyen veya söyleycek olan bir insanın “hafıza”sı gerçekten de güçlü olmalıdır!..

“İzmirli baba”, bana yazdığı mektupta; eğer, yine “kalbi delik çocuğu için yardım” talep etmiş olsaydı, belki “yalan”ına inanabilirdim!..

Ama, “Çocuklarım bir tas sıcak çorbaya muhtaç” deyince, baltayı taşa vurdu!.. “İlk yalan”ı ile “son yalan”ı arasında “uyum” olmayınca, yakayı ele verdi!..

Savcı Celal Kara da öyle!..

Herkesin “Paralel Yapı’nın Sözcüleri” olarak bildiği Cumhuriyet’ten Can Dündar ve Bugün’den Nazlı Ilıcak’a verdiği röportajlarda, Celal Kara hem “Soruşturmaya başladığımda, işin içinde bakanlarla ilgili bir şey yoktu” diyor, hem de “bakanlar üzerinden Erdoğan’a nasıl gidileceğinin tarifi”ni yapıyor!..

Sonra da, hakkında hiçbir delil olmamasına rağmen, “1 Numara Erdoğan’dı” deyip, çıkıyor işin içinden!..

Be adam;  

“Hafızan kuvvetli değil” ise, niye “yalan” söylersin?.. Hem de, aynı röportajda “3 yalan” birden!..

Önce, “Bakanlarla ilgili bir şey yoktu” diyorsun, hemen arkasından; “4 bakan üzerinden Erdoğan’a ulaşılacağını” söylüyorsun!..

Aynı konuşmada, bu kadar “tutarsızlık”, bu kadar “çelişki” olur mu?..

İHTİMALDİR PADİŞAHIM!

Neymiş;

Reza Sarraf, Abdullah Happani ile görüşürken, ona Egemen Bağış’tan söz etmiş...

Sarraf diyesiymiş ki;

“O, beni 1 Numara’ya götürecek!”

Peki, “1 Numara” kim?..

Savcı Celal Kara, veriyor hükmü:

“1 Numara kim olabilir?.. Elbette Başbakan Tayyip Erdoğan’dır!”

Pes!..

Bu kadarına da pes!..

Şu “yalan rüzgârı”na bir bakın!..

Önce, “Bakanlar yok!”

“Sonra, “4 bakan üzerinden!”

Daha sonra;

“1 Numara Erdoğan!”

Peki, elinde “delil” var mı?..

Yok!..

Bu “yok” ifadesi, tamamen “Celal Kara’nın ifadesi”dir!..

“Ne Bilal Erdoğan, ne de Başbakan Tayyip Erdoğan hakkında bir delil yok!.. Ama, dönen işlerin Başbakan’dan habersiz, bilgisiz ve izinsiz dönmesine imkân ve ihtimal yok!”

Görüyorsunuz ya;

Elde “delil” yok... Savcı Kara, tamamen “varsayım” ve “önyargı” ile hareket ediyor!..

Aynen;

“İhtimaldir Padişahım, derya tutuşa!” türünden bir önyargı!..

15 AYDA SUÇÜSTÜ YOK!

“Görevden el çektirilmiş Savcı Celal Kara”ya şunu da sormak lâzım:

“Tamamen Hükümet’e darbe amaçlı kirli 17-25 Aralık operasyonlarının düğmesine 13 Eylül 2012’de basılmadı mı?”

Evet, soruşturma 13 Eylül 2012’de başlatıldı... 17 Aralık 2013’te de, yani “15 ay sonra”, yani “en az 450 gün sonra” operasyon yapıldı, “gözaltı” ve “tutuklama”lar oldu!..

Bu süre içinde de;

“Onlarca rüşvet alışverişi yapıldığını” kendileri iddia ediyorlar!..

Farzedelim ki, “doğru”dur!

Gerçekten de “rüşvetler” alınmış, verilmiştir!..

İyi de;

“Onlarca rüşvet alınıp verilirken, savcılar neredeydi, polisler neredeydi?”

Niye “suçüstü” yapmadılar?..

Biliyorum, Savcı Kara diyecek ki;

“Örgütlü suçlarda, suçla bağlantılı tüm kişilerin tam tesbiti için suçüstü yapılmaz!”

Ben de derim ki;

“Sizin o dediğiniz 2-3 aylık soruşturmalar için geçerlidir!.. Bir yılı aşkın olaylarda değil!”

Şu hâle bakın;

Soruşturma 13 Eylül 2012’de başlıyor, aradan “13 ay”, bir başka ifadesiyle “450 gün” geçiyor ve bu arada, Savcı Kara’nın iddiasına göre “rüşvet”lerin biri gidiyor, biri geliyor ama, “vatansever(!) savcılarımız” seyrediyor!..

“Film seyreder” gibi seyrediyorlar!..

Yahu, koltuğundan kalkıp da “suçüstü” yapsana!.. “Suçüstü” yapıp, “İşte rüşvet paraları” desene!..

Yok!.. Seyrediyorlar!..

HANİ 100 MİLYAR DOLAR’DI?

“Pensilvanya’dan talimat” o zaman gelmiş olmalı ki, 17 Aralık 2013 günü “operasyon” yapıyorlar ve diyorlar ki;

“Bu operasyon, Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonudur!”

Tamam da;

“Ne kadar büyük?”

Cevap veriyorlar;

“100 milyar dolar!”

Tekrar edelim;

“100 milyar dolarlık bir rüşvet ve yolsuzluk”tan söz ediyorlar!..

Aldık, kabul ettik!..

Peki, sormazlar mı adama;

“Hani belgelerin?.. Bu 100 milyar dolarlık yolsuzluk nerede yapılmış?”

Belge yok, delil yok!..

Peki, ne var?..

İşte “ayakkabı kutuları”ndaki paralar, işte “para sayma makinaları!”

İyi de;

O “ayakkabı kutuları”ndan kaç para çıktı, “para sayma makinaları” ile kaç para sayıldı?..

“Verdikleri rakamlara” bakar ve bunları “doğru” kabul ederseniz, ortada “60-70 milyon dolarlık bir para” var!..

Yani, “rüşvet ve yolsuzluk” denilen para, “60-70 milyon dolar”dır!..

Bir kısmı “bağış” olsa da; bunun bile “etik” olup olmadığı elbette tartışılır ama “ana gövde”yi gözden kaçırmayalım!..

Ne diyorlardı;

“100 milyar dolar!”

Peki, “para sayma makinaları” ile sayılan ve “ayakkabı kutuları”ndan çıktığı “iddia” edilen para ne kadar?..

“60-70 milyon dolar!”

Aradaki farka dikkat!..

“100 milyar dolar” nerede,

“60-70 milyon dolar” nerede?..

ARTIK SAATİ TARTIŞIYORUZ!

Hemen “savunma”ya geçip, bu defa da diyorlar ki;

“Zafer Çağlayan’ın kolundaki saati nereye koyacağız?.. O saat 700 bin lira değerinde!.. Bir bakan; o kadar pahalı saati, kendi parasıyla mı aldı, rüşvet olarak mı verdiler?”

Görüyorsunuz ya;

“Cumhuriyet tarihinin en büyük operasyonu” olarak gösterilen “100 milyar dolarlık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu”ndan çıktık, önce “60-70 milyon dolar”a, sonra da “Zafer Çağlayan’ın kolundaki 700 bin liralık saat”e kadar geldik!..

Bunun da “etik” olup olmadığı tartışılır ama bir “iç sorgulama” yapmamız gerekmiyor mu?..

“700 bin liralık saat” taktığı için Zafer Çağlayan’ı suçluyoruz da; bazı insanların “yiyecek ekmeğe bile muhtaç” oldukları halde, “en pahalı markalardan telefon kullandığına” niye bakmıyoruz!..

Meselâ, “Renault” marka araçlar da aynı işlevi görecekken, “BMW”lere, “Mercedes”lere, “Porsche” veya “Ferrari”lere binen adamlara ne diyeceğiz?..

Hepsi bir yana da;

“Pul veya tesbih koleksiyonu” yapar gibi, “araba koleksiyonu” yapan adamlara ne diyeceğiz?..

Adamın “parası” var!..

Dahası, “hastalık” derecesinde “zevk” veya “tutku”su var!..

Şimdi, bu adamlara “hırsız, rüşvetçi” mi diyeceğiz?..

Kaldı ki, Zafer Çağlayan “zengin” bir adam... Yani, “700 bin liralık saat”i pekalâ alabilir!..

Haa, “etik” olup-olmadığını tartışalım... Ama, onu tartışırken, “milyonlarca dolarlık araba koleksiyonu” olanları da tartışalım!..

Bu bir “tutku” meselesidir!..

Uzun lâfın kısası;

“100 milyar dolarlık yolsuzluk ve rüşvet”ten başladılar, önce “60-70 milyon dolar”a, sonra da “Çağlayan’ın saati”ne kadar geldiler!..

Görüyorsunuz;

Artık “100 milyar dolar”ları değil, “Çağlayan’ın saati”ni konuşuyoruz!..

Ne, “Asıl hedef Halkbank’tı” meselesini tartışıyoruz, ne de “Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluğu”nu!..

Varsa-yoksa;

“Çağlayan’ın saati!”

“1 AY İÇİNDE NETİCE ALIRIZ!”

Sadece Celal Kara’nın “itiraf” mahiyetindeki sözleri değil, “bütün iddialar” bir araya gelse, hiç kimse beni; 17-25 Aralık’ın, bir “yolsuzluk ve rüşvet operasyonu” olduğuna inandıramaz!.. Bu operasyon, Paralel İhanet Çetesi tarafından yürütülen bir “algı operasyonu”ydu ve amaçları da “Tayyip Erdoğan ve AK Parti Hükümeti’ni devirmek”ti!..

Savcı Celal Kara’nın;

“1 Numara Erdoğan’dı” sözleri, bir “itiraf”tır!.. Öyle ya, elde “belge” olmadığı halde, “operasyonun ucunu Erdoğan’a vardırmak” istemenin tek bir izahı vardır: “Erdoğan’ın bileklerine kelepçe takıp, tutuklamak!”

Öyle olmasa;

Daha ortada fol yok, yumurta yokken, “iddianame” hazırlayıp; o iddianamede; Erdoğan’dan, “Eski Başbakan” diye bahsederler miydi?!?..

Bir örnek daha:

O “darbe girişimi günleri”nde, “içeriden biri” olan ve Zaman gazetesinde yazılar yazan Etyen Mahçupyan, demişti ki;

“Tarih 8 Ocak 2014... Yer Mabeyin Restoran... Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı üç ayda bir düzenlediği değerlendirme toplantısını yapıyor. Benimle birlikte Zaman gazetesi yazarları Ali Bulaç, Mümtazer Türköne ve Şahin Alpay var. Vakfın yöneticileri yanında tanımadığım bazı misafirler, ayrıca Ergun Özbudun, Fatih Üniversitesi Rektörü Şerif Ali Tekalan ve gazetenin eski yöneticisi Alaattin Kaya da toplantıda... 

Kabaca yirmi kişiyiz. 

Herkesin kafasında 17 Aralık sonrasında yaşanmakta olanlar ve olayların nasıl gelişeceği meselesi var. Henüz konuya girilmeden gazeteci arkadaşlarımızdan biri, Hizmet mensuplarından birine basitçe ‘Ne oluyor?’ sorusunu yöneltiyor. 

Cevap şöyle: 

‘Bizde değişen bir şey yok. Bir ay içinde netice alırız.’

Birinci nokta, 17 Aralık dosyalarının içeriği boş olsa da olmasa da, Hizmet Hareketi’nin, bu olayı bir darbe girişimi olarak kullandığının sabit olmasıdır.”

ANAHTAR TESLİMİ DEVLET!

Sadece bu mu?.. Yine “Cemaat’in önde gelen isimlerinden biri”nin; hem de “3 yıl önce söylediği” bir söz var:

“Çok yakında, devleti; anahtar teslimi bize verecekler!”

O sözden sonradır ki;

“7 Şubat 2012 MİT krizi” yaşandı!.. “27 Mayıs 2013’te Gezi Kalkışması başlatıldı!.. Devleti “anahtar teslimi” alamayınca, bu defa “17-25 Aralık operasyonları”nı tezgâhladılar!..

Bütün bunlardan sonra, Savcı Celal Kara’nın açıklamaları; hem bir “itiraf”, hem de “darbe girişiminin tescili” olmuştur!..

Anlayacağınız, Savcı Kara;

“Malûmu ilâm” etmiştir!..

Fazla söze hacet yok!..

yazının devamı için tıklayınız

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat