“Topyekûn Savaş”tan...

  • GİRİŞ27.02.2015 09:48
  • GÜNCELLEME28.02.2015 11:23

“Devlet ol devlettir ki; hem kudretlidir, hem şefkatlidir. Kudreti olmayıp şefkati olan devlet, acizleşir. Ama bir devletin kudreti var da, şefkati yoksa; o devlet tiranlaşmaya başlar.”

Demek oluyor ki;

“Devlet kudretli ama şefkatsiz ise, tiranlaşır!

Şefkatli ama kudretsiz ise, acizdir!”

Peki, sormak gerekmez  mi;

“Devlet hem kudretsiz, hem de şefkatsiz ise ne olur?”

Sorunun tek cevabı var:

“28 Şubat olur!”

Düşünebiliyor musunuz;

“Karanlık 28 Şubat Süreci”nde, yani 17 Ağustos 1999’da İzmit’te “7.4 şiddetinde bir deprem” oldu, ama devlet, deprem bölgesine “ancak 3 gün sonra” gidebildi!..

Bu kadar “aciz”di!..

Ama, aynı devlet; aynı zamanda “şefkatsiz”di, “ceberrut”tu, “zorba”ydı!..

O kadar “zorba”ydı ki;

“Halkın inanç, örf ve adetlerine karşı topyekün savaş yürüttü!”

O  savaş, hem de;

“1000 yıl sürecek” bir savaştı!..

Ama;

“1000 gün bile devam edemedi!”

28 ŞUBAT’IN 18. YILI

Bugün, 27 Şubat 2015...

Yani, Türk siyasi tarihine “kapkara bir leke” olarak geçen “28 Şubat Post Modern Darbesi”nin “18. yıldönümü!”

Bugün ve yarın, belki daha sonraki günlerde, birçok insan; “28 Şubat Darbesi”nden bahsedecek, bu darbenin “Türk ekonomisine verdiği 500 milyar dolarlık zarar”dan ve “ekonomik çöküntü”den söz edecek.

Evet, “28 Şubat”ın, bu ülkeye sayılamayacak kadar zararı olmuştur... 

Bu ülkenin “siyaset”ini de mahvetmiştir, “ekonomi”sini de!.. “Asker”ini de mahvetmiştir, “öğrenci”sini de!..

Ama, asıl mahvettiği;

“Halkın psikolojisi”dir!..

Çünkü, “28 Şubat Süreci”yle;

Özellikle “dindar” insanların “özgürlük”leri ellerinden alınmış, “okul”ları ve “kurs”ları kapatılmış, sergilenen “yasa dışı zorbalıklar”la bu ülke insanına “maddi ve manevi işkenceler” yapılmış, genç beyinler, yabancı ülkelere “zorunlu sürgün”e gitmek mecburiyetinde kalmıştır.

28 ŞUBAT’TAN ÖNCE 28 ARALIK!

Malûm, bütün “cuntacı”lar, “darbe şartlarını olgunlaştırmak” için, çeşitli “kişi” veya “kuruluş”ları “kullanırlar” ve onlar üzerinden darbeye “zemin” hazırlarlar!.

Bunu “12 Eylül 1980 Darbesi”nde “Evren ve cuntacı arkadaşları” da yapmıştı...

Ne diyordu “cuntacı”lar;

“Darbeyi daha önce yapacaktık ama şartların olgunlaşmasını bekledik.”

Yani?..

Yani; “günde 3-5 gencin ölmesi” yetmedi kendilerine... 

“Günde 30-40 insan ölmeli”ydi ki, insanlar, bu “anarşi ortamı”ndan yaka silkip, “Ordu göreve” demeye başlasın!..

Netekim;

Sokaklardan oluk oluk kan akmaya başlayınca, “şartlar olgunlaştı” ve Evren cuntası, bir gece ansızın geliverdi!..

Ne gariptir ki;

“11 Eylül akşamı”na kadar oluk gibi akan kan, “12 Eylül sabahı”nda, bıçakla kesilir gibi kesiliverdi!..

Sadece “12 Eylül”de mi?..

“27 Mayıs Darbesi”nden önce de “şartlar olgunlaştırıldı!!!”

“28 Şubatçılar” da bunu yaptı!..

Onlar da “şartları olgunlaştırdı” ve “darbeye zemin hazırlayacak algı operasyonları” yürüttü...

Buyrun, o günlere bir gidelim...

Her zaman derim ya;

28 Şubat’ın düğmesine 28 Aralık’ta basılmıştır... “İrticanın birinci tehlike(!) olduğunu” göstermek isteyen “cuntacı”lar, 28 Aralık 1996 tarihinde, “Müslüm Gündüz ve Fadime Şahin’e, tam da evde bulundukları saat”te baskın yaptılar!..

Ama, planlandığı gibi;

“Saat 11.00’de” değil,

“Saat 13.00’te!”

Düşünebiliyor musunuz;

“Aczmendi eylemleri”nden dolayı “45 gündür aranan” Müslüm Gündüz’ün bulunduğu adres tespit edilmiş ama “istihbarat alındığı anda” baskın yapmak yerine, operasyon saati erteleniyor!..

Niye erteleniyor?..

Çünkü, kendilerine haber verilen “tele-vizyon”lardan ikisinin “kameraman”ları İstanbul trafiğine takılmışlar yani “saat 11’e” yetişememişlerdir!..

Onların gelmesi beklenmiş ve operasyon “saat 13’e” ertelenmiştir!..

Oysa, o “2 saatlik süre”de, Müslüm Gündüz, pekalâ evden çıkabilir, bir başka adrese gidebilir ve böylece “operasyon fiyaskosu” yaşanabilirdi!..

Demek oluyor ki;

“Tedbir”lerini almışlar!..

Kimbilir, belki de; ya eve yerleştirdikleri, ya da Fadime Şahin’in yanında götürdüğü “dinleme cihazı”ndan, Müslüm Gündüz’ün “banyo”ya girdiğini öğrendiler ve onu “yarı çıplak” görüntülemek istediler!.

Ki, görüntüler de bunu gösteriyordu!..

Televizyon kameraları eve girdiğinde, Müslüm Gündüz’ü “havlu”ya sarınmış, “yarı çıplak” halde yakaladılar!..

Fadime Şahin de, evin bir köşesinde, “başörtüsü”(!) ile yüzünü örtmek isteyen bir “ürkek tavşan” gibiydi!..

Bu görüntüler, bütün televizyon kanallarında döndürüle döndürüle yayınlandı.

Verilmek istenen “mesaj” şuydu:

“Müslüm Gündüz; kızı ve hatta torunu yaşındaki bir kızla cinsel ilişki yaşamış, şimdi de gusül abdesti alıyor!”

Oysa, daha sonra kendileriyle görüştüğüm Müslüm Gündüz de, Fadime Şahin de; bana “kesinlikle cinsel beraberlik yaşamadıklarını” söylediler!..

Ne var ki;

Bu “algı”yı oluşturdular!..

Daha sonra da, Fadime Şahin’i ekran ekran dolaştırıp salya-sümük ağlattılar!.. “Aldatıldım” diyordu; “Dindar denilen bu insanlar, benimle oynadılar, hayallerimi kararttılar!” diyordu...

Oysa, Fadime Şahin’i aldatan filan yoktu... O, bir “piyon” olarak kendisine verilen “rol”ü oynuyordu...

Hem, bu nasıl aldatılmaktı, bu nasıl “zorlamak” ve “baskı görmek”ti ki, Fadime Şahin; operasyon düzenlendiği gün bile, evin karşısındaki “manav”dan çeşitli “meyveler” almış ve Müslüm Gündüz’ün yanına sallana sallana gitmişti!..

Sadece “o gün” de değil,

Her gittiğinde!..

Ama, bu gerçeği hiç kimse görmedi, görmek istemedi.. Zaten, hiç kimse de “gerçeğin peşinde” değildi ki!..

O günlerde, bütün “yardım” ve “yatakçı”lar, “darbe şartlarını olgunlaştırmak”la meşguldü!..

Tabiî, en başta da “medya!”

Zaten “medya” ve bu “piyon”lar olmasaydı, “darbe”yi yapamazlar, “Topyekün Savaş” ilân edip de, bu millete kan kusturamazlardı.

27 ŞUBAT’TA İSRAİL’DE!

O dönemde, sadece Fadime Şahin’ler değil, Ali Kalkancı’lar, “Sisi”ler ve Emire Ersoy’lar da, “darbe şartlarını olgunlaştırmak” için tepe tepe “kullanıldılar!”

Anlayacağınız;

Kamuoyu, Müslüm Gündüz’ler, Fadime Şahin’ler, Emire’ler ve Ali Kalkancı’larla meşgul edilip, “darbe şartları” oluşturulurken, arka plânda bambaşka işler dönüyordu...

Meselâ, üzerinde pek fazla insanın durmadığı ve gözlerden özellikle kaçırılan bir olay vardır.

Evet, 28 Şubat 1997’de “9 saatlik bir MGK toplantısı” yapılmış, o toplantıda merhum Başbakan Necmettin Erbakan’a ecel terleri döktürülmüş ve kendisine “18 maddelik bir dayatma”da bulunulmuştur ama, 27 Şubat 1997’nin üzerinde pek duran olmaz!..

Peki ne oldu 27 Şubat 1997’de?.. 

O gün, kim neredeydi?..

Efendim; dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, şu “tesadüf”(!)e bakın ki, o gün “İsrail”deydi!..

Üstelik, “Ağlama Duvarı”ndaydı!..

Evet, 27 Şubat’ta “İsrail’de ve Ağlama Duvarı’nda” bulunan İsmail Hakkı Karadayı, ertesi gün de “28 Şubat Kararları”nı dayattı Refahyol Hükümeti’ne!..

Yıllar sonra, Çevik Bir de şu itirafta bulunmuştu:

“Darbe, İsrail ile dostluğun sürmesi için yapılmıştır!”

TÜSİAD VE MGK!

Merhum Erbakan’a dayatılan kararların çoğu TÜSİAD tarafından hazırlanan “rapor”lardaki taleplerdi!..

TÜSİAD’ın 1990 yılında hazırladığı ve yayınladığı “rapor”larda denilmekteydi ki;

l Din eğitimi kaynaklı kişilerin devletin değişik kademelerinde yönetici olarak yer alması, laik yönetim ilkesini zedelemektedir...

l İHL’lerin sayılarının artması ve her üniversiteye gidebilmeleri, eğitimde birlik ilkesini zedelemektedir...

l İHL’lerin orta kısımlarının kapatılması...

l Kur’an kurslarının gündüzlü kurslar haline dönüştürülmesi ve 8 yıllık temel eğitime gitmeyen öğrencilerin bu kurslara alınmaması...

Uzun lâfın kısası;

“TÜSİAD’ın tak diye emrettiği, MGK’nın da şak diye uygulamaya koymaya çalıştığı” bu kararları imzalamamak için, merhum Erbakan Hoca, epey direndi!.. Meselâ, “8 yıl kesintisiz eğitim” dayatmasının, hiç olmazsa “5+3” şeklinde kesintili olması için çok çaba sarfetti!..

Cuntacılar, bu “direniş” karşısında, “zaten hiç hazzetmedikleri” Refahyol Koalisyonu’nu devirmeyi kafalarına koydular!.

“Brifing”lere başladılar!..

“Hakim”inden “savcı”sına, “gazeteci”sinden “işadamı” ve “bürokrat”ına kadar, herkesi ayaklarına çağırıp, “brifing” verdiler!..

Öyle ya; 

“Milletin inancı”na karşı başlattıkları “Topyekün Savaş”tan galip çıkmalı ve “gerekirse silâh bile kullanmalı”ydılar!..

Hürriyet gazetesinin 12 Haziran 1997’deki; “Gerekirse silâh bile kullanırız” manşetinden sonra, “DYP’de çözülme” başladı!.. Hüsamettin Cindoruk liderliğindeki ekip, birer birer ayrılıp “DYP’nin altını oymaya” başladılar!..

yazının devamı için tıklayınız

Yorumlar2

  • hak 9 yıl önce Şikayet Et
    Sadece başörtüsü her seçim zamaninda siyasete alet ederek aşamalı olarak çözen ve 38 şubat mağdurlarının haklarının verildiğini söyleyenlerin darbecilerden ne kadar farkı var acaba. Darbeciler doğrudan zulmettiler. Simdikiler insanların ümitleri ile oynayarak zulmettiler. Bırakın geçmişteki magduriyetin giderilmesini hala göreve gelmelerine engeller çıkartılıyor ve binada geçmişteki haklarını vermemek için eşitsizlik ilkesinden bahsediyorlar. Değişen birşey yok. Sahne ayni oyuncular farklı.
    Cevapla
  • KALEM 9 yıl önce Şikayet Et
    o dönem zulme uğrayanlara bu gün sizler zulme başladiniz mazlum aynı zalimler değişti ne farkınız varmışki.üstelik sizler onlara fark attınız
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat