Günümüze ve gönlümüze tutulan ışık

  • GİRİŞ03.08.2019 10:11
  • GÜNCELLEME03.08.2019 10:11

Emin Işık hocamızın vefat haberini öğrenir öğrenmez, bilgisayara değil de kütüphaneye doğru yürüdüm. Gençlik yıllarımda beni hayli etkilemiş olan Devleti Kuran İrade isimli kitabını elime aldım. (Hareket Yayınları, Nisan 1971) Bu kez altını çizerek okudum.

Kitabın yankısı daha farklı ve derin oldu. Elli yıl önce gönül gözüyle ve kalbin sesiyle kurulan cümleler, sanki günümüzü anlatıyor. Basiret ve feraset başka ne olabilir?

Emin Işık Hocamız, maddiyatın hızla yaklaşan istilasına karşı ısrarla milletimizi uyarıyor. Mesuliyet duygusundan mahrum olan bir özgürlüğün ne gibi sorunlar oluşturacağına dikkat çekiyor.

Yüksek müsaadenizle, buradan sonrasını Emin Işık hocamıza bırakmak istiyorum. Altını çizdiğim birçok cümlenin dışarıda kalmasına gönlüm razı olmadı. İşte onlar:

İslâmiyet bizi millet yapan ve büyük devlet haline getiren ana kuvvettir. Ondan uzaklaşmak, kendi varlığımızdan uzaklaşmak ve zaafa düşmek demektir.

Milletin itimadını kaybeden her şey yıkılmaya ve yok olmaya mahkûmdur. Millete yönelmeyen ve ona hizmeti gaye edinmeyen hiçbir müessese de millî değildir.

Milletler tarihlerinden kuvvet alarak yaşarlar. Tarihin kültür ve sanat hazineleri, millî ruhu besleyen kaynaklardır.

Allah âşıklarının gönüllerinde yanan ateş, nesillere yol gösteren bir meşale oluyor.

En büyük fakirlik, fikirden mahrum olmaktır. Yaşamak için hayatla irtibat kurmak şarttır.

Hür düşünceden ve doğru sözden korkulmaz. Bundan fikirsizler ile vurguncular korkar. Korkulacak şey fikirsiz, şuursuz ve hedefsiz hareket, kaba kuvvettir.

Dedelerinin düşmanlarına karşı kullanmaya tenezzül etmediği hile ve kurnazlığı bugünün Müslüman’ı kendi dava arkadaşlarına karşı kullanmaktan çekinmiyor.

İnsanın kendi kendine karşı olan samimiyeti, ahlâklı ve şahsiyetli olmasını temin eder.

Bizim millî birliğimizin ve millî varlığımızın temel taşı İslâmiyet’tir.

Tabiatta Allah’ın sanatını ve kudretini görerek daimî bir ibadet neşesi ve kulluk şuuruyla yaşarız. Belki de sırf bu tabiattan uzak yaşama yüzünden medeniyet bugünün insanını merhametsiz yapmıştır.

İslâmî yaşayışın gerçek mânada hüküm sürdüğü bir cemiyet, cennet hayatının ta kendisi demektir.

İşçi ile işveren arasında eskiden olduğu gibi bir kader birliği mevcut değildir, bilâkis menfaat mücadelesi vardır.

İslâm, mesuliyet üzerine kurulu bir şahsiyet gelişimi ister. Mesuliyetin kaynağı ise uhrevî ve ilâhîdir.

Tarih hâdiseyi nasıl kaydederse etsin, hangi şahıslara mal ederse etsin, siyasî hayatımızda cumhuriyetin ve onu takip eden inkılâp hareketlerinin tek mânası vardır: O da batı kültür ve medeniyetinin İslâm kültür ve medeniyeti üzerine galebesidir.

Hak ve faziletin hürriyet adına yere vurulması, günümüz medeniyetinin en büyük cinayetidir.

Bugünkü hayat şartları aile, akrabalık, vatandaşlık ve dindaşlık gibi insanlar arasında sevgiye ve hasbiliğe dayanan bütün bağları koparmış, ahlâkî ve dinî duyguları zayıflatmış, ferdi bütün iç ve dış desteklerden mahrum bırakarak yalnızlığa terk etmiştir. Görünürde paradan başka insana destek olabilecek bir kuvvet kalmamıştır.

Cemiyet hayatında huzur kuvvetten ve servetten değil, adaletten doğar.

Allah zulmün ve haksızlığın intikamını çabuk alıyor. Hak hukuk gözetmeden, helal haram demeden servet yığanlar halkın nefretini üzerlerine çekmekten kurtulamazlar.

Asrımız medeniyetinin getirdiği hayat düzeni, fakirde ümit ve neşe, zenginde huzur ve emniyet duygusunu ortadan kaldırdı.

Ahlâk ve fazileti olmayan para kuvvetinin, ruhsuz madde saltanatının insanlığa ne korkunç felaketler getireceğini zaman gösterecektir.

İnsanın kendine sahip olması, esaretten kurtulup gerçek hürriyete kavuşmasıdır.

Medeniyet her icadını bir ihtiyaç maddesi haline getirerek insanın kafasına çalmaktadır. Devamlı reklamlarla fuzuli ve fantezi şeyler dahi aslî ihtiyaçlardan biri oluyor.

Hukuk, hakların araştırılması ve sahibine verilmesi demektir. Şimdi hayata hâkim olan düstur, kitaba uymak değil, kitabına uydurmaktır. Hâlbuki hak birdir ve değişmemesi icap eder.

Bunlar (siyasetçiler), millet haklarının müdafaası için kendilerine verilen dokunulmazlığı bile çoğu zaman şahsî menfaat teminine âlet yapabiliyorlar. Böyle bir dokunulmazlık mesuliyeti arttıracağı yerde, mesuliyetsizlik ve pervasızlık şeklinde netice verebiliyor.

Bugünün dünyasında manevî mesuliyet yıkılmış ve yok olmuştur. Menfaat hırsı vicdanların sesini boğmuştur. Yıkılan değer ölçüleri ve değişen zihniyetler, dünyanın sessiz sedasız korkunç bir inkılâp geçirdiğini gösteriyor.

Kapı gıcırtısı ile kanarya sesini birbirinden ayıran, basit ve değersiz gördüğümüz küçük inceliklerdir. Ahlâk, duygularımızdaki samimiyet ile hareketlerimizdeki inceliktir.

Hassas ve duygulu bir kalbe; şuurlu, basiretli ve temkinli bir kafaya; azim ve iradeyle Allah’a doğru yönelmiş bir ruha sahip olmadan, Müslümanlık ve İslâm’ı temsil iddiasından sakınmalıyız.

Günlük hayat, insanı tamamen kendi varlığının dışında yaşatmakta, madde insanı arkasından koşturmaktadır. Bu hal yalnız din ve ahlâk için değil, medeniyet için de büyük tehlikedir. Esasen bu gidişe mâni olabilecek tek ümit din ve dindarlar iken, onlar da hayatın bu serseri akışına kendilerini kaptırmış bulunmaktadırlar.

Müslüman, kendisinden hiçbir kimseye zarar gelmeyeceğine düşmanlarını da inandırabildiği gün, nesiller İslâm’ın cazibesinden kendilerini alamayacaklardır.

Her babanın gönlünde, kendinin ümit edip de erişemediği şeyleri oğlunda görmek arzusu olduğu gibi, her ananın gönlünde de kendinin yaşayamadığı bir hayatı kızına yaşatmak arzusu vardır. Bugünkü dindar ailelerin yüzde sekseni bu arzu ve bu iştiyak içindedir.

İnsanların düşüncelerine şekil veren şey, birinci derecede yaşadıkları hayat tarzıdır.

İçi boş olan bir insanın bütün özentisi dışınadır.

Yenişafak

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat