“Devrim” oldu ama bir kişi yazdı

  • GİRİŞ09.05.2014 08:36
  • GÜNCELLEME09.05.2014 11:17

Ama bunu ana akım medyamızda "Büyük işler küçük işler" yazısıyla yalnızca bir köşe yazarı gördü (Gülay Göktürk). Tarih yazılırken birilerinin "suya yazı yazmak" gibi daha mühim konuları vardı çünkü (suya yazmayanları tenzih ederim).

Konumuz tarım ve toprak.

"Bilgi çağını geçmiş, dijital nano çağa doğru yol alırken, uzayda astronotlar dolaşırken sen hâlâ tarımla mı uğraşıyorsun?..." düşüncesine sahip, ayağı ile yerin teması hafiften kopmuş, uçuk arkadaşlara "Hâlâ o astronotun yemeği topraktan karşılanıyor" diyerek ayak-toprak bağını yeniden kurduktan sonra devam edelim yazıya.

Türkiye OECD'ye göre dünyanın 7. tarımsal ‘gücü' oldu. Beş yıldır da Fransa, Hollanda, Almanya ve İtalyayı geride bırakarak Avrupa'nın birincisi.

Hedef; 2023'te ilk 5 ülke arasına girmek.

Peki nasıl olacak bu?

Elbette rasyonel kaynak kullanımıyla. Hoyratça israf ettiğimiz, verimli ve randımanlı kullanamadığımız kaynakların en başında da toprak var.

Kırsaldan kente göçün en önemli sebeplerinden biridir "geçime yetecek kadar toprağın kalmaması". Arazinin küçülmesine yol açan da miras yoluyla arazinin habire bölünerek küçülmesi. Ardından yoksulluk ve ver elini İstanbul, Ankara, İzmir...

Kantlerde göçün beslediği "sosyal erozyonu" zikretmeme bilmem gerek var mı?

Bunu önüne geçebilmek için Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı 9 yıldır çalışıyordu. Nihayet "Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu ve Türk Medeni Kanunu'nda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun Tasarısı" TBMM'de oylandı ve Meclis'teki tüm partilerin ittifakıyla yasalaştı.

Peki Avrupa'da durum ne?

Bir çok gelişmiş ülkede uzunca yıllardır toprak, çıkarılan yasalarla korunuyor. Yani bölünmüyor ki bütünleştirilsin. Osmanlı Devleti de mülkiyet hukuku içerisinde böldürmüyordu zaten tarımsal arazilerini.

Gıda güvenliği insanlığın en temel riskidir.

Mevzunun geçmişi "gıda güvenliği" ve "sürdürülebilirlik" açısından bakılırsa hayli uzun aslında. Bu konuda perspektif ilk Siyasal İktisatçı akademisyen Thomas Robert Malthus'un "Nüfus Artışı Hakkında Araştırma" makalesine (1789- gözden geçirilmiş yeniden yayın 1803) kadar gider.

 

Malthus'un teorisine göre nüfus geometrik artarken (1,2,4,8,16...) besin üretimi aritmetik artar (1,2,3,4,5...). İkisinin çakıştığı noktadan itibaren de (20.yüzyıl sonu) kıtlık başlayacaktır.

Yukarıdaki çıkarım "ceteris paribus" anlarında geçerlidir. Yani sadece verilen iki değer (nüfus-gıda) zaman içinde yürür, diğer değişkenlerin onlara etkisi hesap edilmez. Zaman akar ve iki eğri birbiriyle kesişir. Ondan sonrası kıtlıktır.

Ama diğer değişkenler öyle bir devreye girer ki; kıtlık gerçekleşmez. Örneğin Uluslararası Büyük Barajlar Komisyonu rakamlarına göre 20. Yüzyıl başlarında baraj sayısı 420 iken asrın sonlarına doğru sayısına 36.327'ye çıkar. % 90'dan fazlası ise 1950'lerden sonra inşa edilir. Gelişen teknoloji sayesinde yüksek basınca dayanıklı boruların yaygın kullanımı ile sulanabilir arazi öngörülemeyecek düzeyde artar...

Konu dağılıyor, öyleyse bağlayalım.

Dr. Mehmet Mehdi Eker 2003 yılından beri (59, 60 ve 61. Dönem Hükümetleri) Gıda, Tarım ve Hayvancılık (eski adıyla Tarım ve Köyişleri) Bakanı. Müsteşarı Vedat Mirmahmutoğullar ise Cumhuriyet tarihinin en uzun dönem görev yapan müsteşarı.

Şimdi de 2001'deki ekonomik kriz dönemi dahil olmak üzere 10 yıl boyunca İstanbul Halk Ekmek'in Genel Müdürlüğünü yürütmüş M. Hadi Tunç Bey Müsteşar Yardımcısı olarak Bakanlık'ta. Kriz dönemini özellikle zikrettim. Çünkü o dönem, İHE'nin nasıl bir misyon üstlendiğini İstanbullular unutmamıştır.

Ne demişti iki yıl kadar önce Mehmet Altan "Bu yasayı çıkaracak babayiğit var mı?"

Kanun çıktığına göre varmış demek ki!

İstikrar olunca, geleneksel "dostlar alışverişte görsün" siyaset anlayışı Bakanlığın kapısından giremeyince oluyormuş demek ki!

KISA MESAJ HATTI:

"Devrim" yıkarak değil yaparak oluyor.

İhsan Toy - Haber 7

ihsantoy@tasam.org

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat