Gazi Mustafa...

  • GİRİŞ30.01.2013 09:48
  • GÜNCELLEME30.01.2013 09:48

İstanbul'un mutedil ve ılıman ikliminden ayrılmış sekiz-dokuz aydır Ankara'nın soğuk ve sert havasını teneffüs ediyorum. Üstelik Başkentin tam göbeğinde: Karşıda Meclis, sağda Genelkurmay, arkada Başbakanlık ve solda İçişleri Bakanlığı binaları; burası Jandarma Genel Komutanlığı.

Personel Başkanlığı'ndaki yedek subaylığımın son ayları.

İşi, zamanı gelmiş askerleri emekli etmek, gazi ve şehitlerin işlemlerini yapmak olan Emekli Şube'de, o güne kadar görev almış ilk yedek subayım.

Tek çizgi Asteğmen rütbesi, omuzlarımdaki yerini tek yıldıza, yani Teğmen yıldızına bırakmış. Anıttepe'deki Askeri Mahkeme'yle aynı binayı ve koridoru paylaşan görev yerimle, Genel Komutanlık arasında gidip gelerek İstanbul'a terhis için gün sayıyorum.

 “Jandarma'nın Tarihi”ni yaz(dır)mak için beni oraya isteyen Personel Şube Başkanı Kıdemli Albay'ımdan da köşe bucak kaçıyorum.

...

Rutin bir mesai günü. Telefonum çaldı, açtım:

-İhsan merhaba. Ben Mustafa, hatırladın mı?

Her sesin bir karakteri vardır derler ya. Hatırlamaz mıydım! Hiç unutmamıştım ki bu sesi ve karakterini. Kısa metrajlı film tadında, ilk gençlik anıları gelip geçti gözlerimin önünden;

“Maraş'ta mahallemizin ilkokulundaki beton zeminde basketbol oynar, kan ter içinde kalıp yorulur ve en sonunda üç sayılık atışlarla kapışırdık onunla. Benden kısa olduğu hâlde daha yükseğe sıçradığını iddia ederdi. Daha da yukarılara yükselebilmek için ayak bileklerimize bağladığımız metal ağırlıkları pantolon paçalarımızın altına gizler, avuçlarımızın arasındaki el yayıyla gün boyu dolaşıp kondisyon yapardık. İkindi sonrası sahada buluşur, bileklerimizdeki ağırlıklardan kurtulup hafifler ve tekrar kapışırdık. Basket topunu, turnikeyle yükselerek potaya basmaya azmetmiştik. Bizim asılmalarımıza direnemeyen demir çember, hissedilir derecede yere doğru eğilerek bize yardımcı oluyordu zaten. Nizami değildi yaptığımız ama basıyorduk işte...

Ve üniversite yılları...

 Yollarımız bu kez Erzurum'un soğuk ama üşütmeyen ikliminde kesişmişti Mustafa'yla. Atatürk Üniversitesi'ndeki öğrenci yurdunun basketbol sahasını aşındırıyorduk artık.

Hakkını teslim etmeliyim; üçlük atışlarda eline su dökemezdim...”

Mustafa'nın telefondaki sesi film şeridini kopardı;

- Ankara'da olduğunu bilmiyordum İhsan. Maraş'a gitmiştim, orada abinden aldım telefonunu...

Eski günleri, mahalleyi ve Erzurum günlerini yâd eden konuşmalardan sonra dedi ki:

-Bi konuda yardımına ihtiyacım var. Kara Kuvvetleri'nde tanıdığın var mı?

-Hayırdır dostum?

Sesi buruk gelmeye başlamıştı:

-Yaa, iki buçuk yıl önce Tuzla Piyade Okulu'nun oradaki tren istasyonu bombalanmıştı, hatırlıyor musun?

-Evet Mustafa gazetelerde okumuştum, hatırlıyorum. Temel eğitimde ben de Tuzla Piyade Okulu'ndaydım, biliyorum o istasyonu.

-İşte, yedek subay öğrenciyken o olayda yaralandım. Altı ay tedavi gördüm GATA'da. Hastanede kaldığımız sürede Kara Kuvvetleri maaş ödedi. Çıktıktan sonra geri istediler verdiklerini. İmkânım yok deyince de senet imzalattılar...

Mevzu çalıştığım Emekli Şube'nin alanına giriyordu.

-Yakınlardaysan gelsene, yüz yüze konuşalım Mustafa.

-Tamam geliyorum.

...

“Yaralı” deyince alışkanlıkla insanın aklına “engelli” gelmez nedense. Hâlbuki yaralıların ekserisi engelli durumuna maruz kalır. Aynı ezberle, hafızamdaki cıva gibi Mustafa'yı beklerken, yaşam enerjisi düşmüş Gazi Mustafa'yı görünce afalladığımı hatırlıyorum. Şube'nin kapısında onu karşılıyorum; bacaklarından biri bariz şekilde aksıyor, tokalaşırken de sağ elinin baş ile serçe parmağının koptuğu/yokluğu fark ediliyordu.

Yüz yüze geldiğimizde sadece dolu dolu gözlerimizle konuşup sarılıyoruz.

...

İktisat mezunu Mustafa bir muhasebecinin yanında asgari ücretle çalışıyormuş. Kullanmaya alıştığı elinin baş parmağı olmadığı için yazamıyor, alet tutamıyor ama sol elini kullanmayı deniyormuş. Üniversitede okuyan kardeşi ile ev tutmuş. Birlikte hayat mücadelesi...

...

Gözüme uyku girmedi o günün gecesinde.

Ertesi gün Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na gittim. Pencereler hariç çepeçevre arşiv dolaplarının bulunduğu Emekli Şube'de bankonun arkasında bir bayan Üsteğmen karşıladı beni. Mustafa'nın sicil numarasını verip Jandarma Emekli Şube'den geldiğimi ve dosyayı görmek istediğimi söylüyorum. İki üç dakika sonra getirdiği dosyayı bankonun üzerine bırakıp yerine dönerken “Niçin görmek istiyorsunuz?” diye soran Üsteğmen'e “Kendisi arkadaşım, emeklilik işlemlerinin safahatını öğreneceğim” diyerek cevap veriyorum.

Ben dosyadan bazı tarihleri not ederken tedirgin yüz ifadesi ile telefonda birisiyle konuşuyor Üsteğmen. Az sonra da hışımla gelen bir Binbaşı karşıma geçip dosyayı kapatarak elimden alırken sertçe:

- “Bunları incelemeye yetkiniz yok Teğmenim!” diyor.

-“Elbette yok komutanım” deyip ekliyorum “İç Hizmet Kanunu'nun “...emeklilik işlemleri en geç iki yıl içinde bitirilir” kuralını hatırlatmak isterim. Mustafa'nın işlemleri bu süreyi çoktan aşmış”.

-“Bana işimi mi öğretiyorsun!..” diye hiddetlenen Binbaşıya topuk selamı ile cevap verip ayrılıyorum Şube'den.

...

İki gün sonra aradı Mustafa. Canlanan sesine yansıyan belirgin heyecanla;

-“İhsan Kara Kuvvetleri'nden çağırdılar. Senetleri iade edip bu güne kadar tahakkuk eden maaşları da yatırdılar hesabıma. Müsaitsen oraya geliyorum” dedi.

Elinde bir kutu baklavayla, eski neşesine kavuşmuş Mustafa karşımdaydı. Oturduk laflıyoruz:

-Hayırlı olsun, versene bakayım Gazi kimliğine.

-Ne kimliği? Bana Gazi kimliği mi verecekler?

Sorusu üzerine, Gaziliğin kendisine tanıdığı özlük haklarını Mustafa'nın tam olarak bilmediğini anladım. Jandarma'nın ilgili broşürünü çekmecemden çıkarıp ona verirken;

-Sevgili dostum sen artık Gazi unvanına sahip emekli subaysın. Emekli maaşı alacaksın. Sana verecekleri kimlikle emekli bir subayın sahip olduğu tüm haklara sahipsin. Kullandığın elinin baş parmağını kaybettiğin için malulen emekliliğin en üst dereceden başlar. Evin yoksa ve almak istersen 10 yıl geri ödemesiz ve faizsiz kredi kullanabilirsin. İlerde evlenir çocukların olursa, burs talep ettiğinizde öncelik tanınır, TSK'ya girmek istediklerinde tercih edilirler. Kısaca devlet hep yanında artık...

...

KISA MESAJ HATTI:

Hayat dediğiniz öyle dramlarla örülü ki; edebiyat dediğimiz onun gölgesi bile olamıyor.


Ayrılırken sarıldık;

-“Borçlandım sana...” dedi

-“Hayır” dedim. “Bir borcun yok bana. Zaten yapacaklardı işlemlerini. Senin öğrenci mi yoksa subay mı olduğuna dair hukuki ve teknik bakımdan tereddüt etmişlerdir. Sadece süreci hızlandırmış oldum”.

...

O'nu, Şube'den yolcu ederken ardından mırıldandıklarımla şu anda dudaklarımdan dökülenler aynı: “Biz hâlâ borçluyuz sana Gazi Mustafa dostum”.

Not: Durup dururken niye yazdım/anlattım şimdi bütün bunları? Üstelik “köşe yazısı formatı”na da uymuyor değil mi. Cevabını haftaya vereceğim. Aynı gün aynı yerde buluşalım.

İhsan Toy - Haber 7

ihsantoy@tasam.org

Yorumlar1

  • hüseyin gazi 11 yıl önce Şikayet Et
    selem ve saygılar. ihsan bey, öncelikle yazının devamını okumayı sabırsızlıkla bekliyorum. gazi mustafa kardeşimizin yaralanıp gazi olduğu menfur terör saldırısını çok iyi hatırlıyorum. zira biz o zaman eğirdir'deydik ve 30-40 arkadaşımızın yaralandığını, 4-5 arkadaşımızın da şehit olduğunu öğrendik. malumunuz ben de gaziyim. hem kendi haklarımla hem de diğer gazi ve şehit ailelerinin özlük haklarıyla ilgili pek çok aksaklıklara bizzat biz de şahit olduk zaman içinde. ya bilgi yokluğundan ya da zaman aşımı diye sun'i bahanelerle geçiştirildi çoğu şeyler. mustafa'nın işinde ihmal olduğu kesin de kasıt ve kusur sebebiyle bir anlamda hak gasbının da mevcut olduğu anlaşılıyor. gelecek hafta yazınızı bekliyoruz. lâl ve hayâl' den saygılar üstadım.
    Cevapla Toplam 3 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat