Bir yüzük hikâyesi

  • GİRİŞ17.02.2019 09:50
  • GÜNCELLEME17.02.2019 09:50

Hiç aklımda olmayan bir paraya kavuşmuştum. Hikâyesi uzun. İşte Ankara’da bir dükkân var, kirası bana gelecekti güya. O dükkânın kiracısı 6 aydır kira ödemiyordu. Son bir umut arayıp “abi be, öğrenci adamım, gönder şu parayı ne olur” dedim, hiç ummadığım şekilde gönderdi.

Öğrenci yoksulluğunun en dibindeyim. Burs görüşmelerinde hep okuduğum kitapları soruyorlar, hep yanlış oluyor cevaplarım. Üstelik kimsenin istemediği tehlikeli uyruklar olarak çeşitli yurtlardan, evlerden kovulmuş dört adam, yağmur yağdığında şemsiye açarak oturduğumuz bir çatı katına sığınmışız. Makarna ağacı çıkacak midemizde. Durum felaket. Ve gelen para iki, belki üç ay rahat edeceğim bir para.

Kadıköy sahildeki bankadan parayı çekip Bahariye’ye doğru yürürken bir kuyumcu vitrininde gördüm onu bir çalım. Beyaz altın ama üzerinde sarı şeritler var. Güzel, çok güzel bir yüzük… Yanından geçip gittim. Belki on metre yürüdüm. Sonra tekrar, yavaş yavaş döndüm vitrine. Bir kez daha baktım.

Aslında belki girmezdim kuyumcuya ama o anda içerden biri çıkınca, kapı da öyle yarım açık kalınca kendimi tezgâhtar kızın önünde buldum. “Şu” dedim, “şu beyazlı sarılı olan.”

“Güzel tercih” dedi tezgâhtar kız. “Çok güzel bir model” dedi. O yıllarda henüz “tasarım” laçkalığı dolaşımda değildi demek.

Elime aldım, inceledim. “İsterseniz takayım, parmağımda da görün” dedi kız. Kızın parmağında bile çok güzel duruyordu. Demek ki onda olağanüstü dururdu. “Ellerin ellerin ve parmakların / bir narçiçeğini eziyor gibi” dizeleri onun için yazılmıştı çünkü. Dünya onun için dönüyor, ben de onun sayesinde nefes alıyordum.

“Ne kadar?” diye sordum. “Şu parçanın fiyatını öğrenebilir miyim?” zevzekliği dolaşımda değildi demek. Kız çarptı, çıkardı, topladı derken cebimdeki paranın tamamına yakın bir fiyat söyledi.

“Ben bir düşüneyim” deyip çıktım. Üç dakika sonra da parayı verip, kadife bir kesenin içinde yüzüğü aldım.

Yoksulluk yine yoksulluktu işte. Fakat cebimdeki bir kadife kesenin içinde, dünyanın en güzel parmağını süsleyecek bir zenginliğin içinde bir yoksulluktu. Değişik bir yoksulluk.

O akşam öğrenci evinde yine makarna yedim, yağmur yağmasın diye yine dua ettim.

Ertesi gün buluştuk. Haldun Taner’in önünden sahile doğru yürüdük. Kentsel olarak dönüşmemiştik. Tahta iskemleli çay ocakları vardı her yanda, onlardan birine oturduk. Cebimden kadife keseyi çıkarıp uzattım. “Çantanda saklarsın, sadece benimle buluştuğunda takarsın” dedim. Taktı. Çok yakıştı. Aşırı çok yakıştı. O parmak için yapıldığına kani olacağım kadar aşırı çok yakıştı. Birer küçük gülümseme oldu. “Keşke paranı buna harcamasaydın, ihtiyacın vardı” dedi. “İhtiyaç her zaman var, böyle daha iyi” dedim. Birer küçük gülümseme daha oldu. Birer küçük gülümseme için yaşayan insan tekleriydik zaten. Birer küçük gülümsemenin yettiği insan tekleriydik.

Sonraki günlerde yüzük hep parmağındaydı. Otobüse binerken çıkarıyor, çantasına saklıyor, eve öyle gidiyordu.

Bir gün çay ocağında dedi ki “hani şu arkadaşım var ya, hani İngilizce çalışan. Onun kitapları çok pahalıymış. Ailesinin durumu da malum… Bana sordu ama biliyorsun işte…”

Hayır, aldığım yerde değil, az ilerisindeki başka bir kuyumcuda bozdurduk yüzüğü. Sonra bankaya gidip yolladık tamamını. Dostluktan daha kıymetli bir yüzük yapılmamıştı çünkü henüz.

Kentsel dönüşmemiş çay ocaklarına yürürken doğru insana âşık olmanın mutluluğuyla gülümsedim. O gülümseme yetti işte. Bunu zaten söylemiştim değil mi?

Yorumlar2

  • ÜMİT ONAN 5 yıl önce Şikayet Et
    kızı alabilldinmi kardaş
    Cevapla
  • İsmail Er 5 yıl önce Şikayet Et
    Böyle küçük ama mana yüklü hikayelerinize devam inşallah;
    Cevapla Toplam 7 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat