Eski parlamenter rejim depremde yıkıldı

1999’da yaşamını kaybeden on binlerce deprem kurbanının üzerine çöken yalnızca binalar değil aslında bütün bir sistemdi.

  • GİRİŞ31.03.2015 09:53
  • GÜNCELLEME31.03.2015 09:53

Eski Türkiye o enkazla birlikte bir daha geri gelmemek üzere yitip gitti. O gün yakınlarını kaybedenler çıldırmış gibiydiler, öfkeli gözlerle moloz yığınlarına bakıp ‘nerede bu devlet’ diye bağırıyorlardı. Gelen giden olmadı. Her konuyu siyasetle açıklamaya, karşılaştıkları her güçlüğü siyasal manevralarla çözmeye çalışan aklı evveller depremle birlikte ülkemizde yeni bir dönemin açıldığını bir türlü anlayamadılar. 

Eski Türkiye’de devlet felce uğramıştı, devletin bir kurumu diğerini engellemeye ve bürokratlar siyasetçilere iş yaptırmamaya odaklanmıştı. Anayasa Mahkemesi’ne egemen olan zihniyet anayasayı putlaştırmaktı, yargının üç ‘tay’ı ise mahşerin üç atlısı gibi hareket ederek milli iradeyi yok etmek peşindeydi. Devletin içinde Ortaçağ Avrupası’ndaki feodal baronluklar gibi güç odakları ve ideolojik gruplaşmalar bulunmaktaydı. ‘Oda’ şeklinde örgütlü lonca yapılanmaları halkın yaşam hakkını ve temel özgürlükleri hiçe saymaktaydı. 1999 İzmit ve Düzce depremlerinde on binlerce bina yıkılırken, inşaat ruhsatlarını imzalamış olan‘çağdaş’ aydınlar çıkar ilişkileri içinde her türlü reformu engellemekteydiler. 

1924 Anayasası’nı bir yana bırakalım. Çünkü Atatürk’ün anayasası zaten güçler ayrılığı ilkesini reddediyor, güçler birliğini savunuyor, yasama ve yürütme yetkisini mecliste topluyordu. Güçler ayrılığı ilkesinin ilk kez yürürlüğe konduğu sözde özgürlükçü 27 Mayıs 1961 Anayasası ise parlamenter sistem adı altında bilinçli ve kasıtlı olarak hantal bir devlet yapısı oluşturmak amacını taşımaktaydı. O anayasayı yapanlar, Türkiye’nin dünya sistemi içinde belirlenmiş olan ‘geri kalmış ülke’ statüsünü garanti altına almak isteyenlere hizmet etmekteydiler. Zaten darbeyi yaparken de ‘NATO’ya ve Cento’ya bağlıyız’ anonsunu radyodan dakika başı tekrarlamışlardı. Aynı şekilde 1982 Anayasası’nın failleri de tek bir amaç taşımaktaydı. Milli iradenin, ulusal egemenliğin tecelli etmesini ne pahasına olursa olsun engellemek. Küresel güçler pekâlâ bilmekteydi ki, tarihinden gelen yapısı ve sahip olduğu değerlerle Türkiye halkı kendine reva görülen statüyü bir gün tartışmaya açacaktı. Tüm anayasal önlemler bunu geciktirmek için alınmıştı. 

Halkın özlemlerini ifade etmek için en önemli silahı genel oy idi. Nehirler eninde sonunda kendi yatağında akacağı için genel oyla oluşan iradeyi bir yerlere sıkıştırmak, gerekirse bölüp  parçalamak, çeşitli bürokratik engellerle durdurmak gerekmekteydi. Memlekete tek bir çivi çakmak için bile bir dizi odaktan ve makamdan olur almak icap etmekteydi. Yol, köprü, havaalanı yapmak için ise sadece bu baronluklarla değil oligarşinin medya ve sokak kampanyalarıyla da uğraşmak gerekmekteydi. 2013’te açıklanan dev projelerin uluslararası planda da nasıl kıskançlıklara ve hazımsızlıklara yol açığı hafızalardadır. 

yazının devamı için tıklayınız

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat