Güzelin izini sürerken

  • GİRİŞ01.11.2014 12:14
  • GÜNCELLEME02.11.2014 11:27

Devam. An'a açılan sonsuz bellek var içinde. Döne döne deniz diplerine düşen bir çekirdek gibi, aldıkça alıverir insanı içine. Hayatın dip akıntıları bazen odur ki, denizin karanlıklarında inci aratır talip olana.

Evet, anın sonsuzluğunda bizi demleyen hep sır. Neresindeyiz kendimizin. Kendine bakamayan gözlere indirgeyerek tüm görüş alanını, kendinin bu kadar uzağında kalmak, kendine varamamak... Adalet duygumuzu köreltiyor. Bunu bütüne yaymak için bir çaba, öncelikle bir niyet gerekiyor galiba.

İçimizde ne oluyorsa, başımıza da o geliyor. Biraz iz sürmeye başladığımızda her şeyin karşılığı var vücudda. Afakta ve enfüste okunacak ne kadar 'söz' varsa; birinden diğerine yankısı duyuluyor harflerinin. O halde bir noktada toplanabilirsen, her şeyin kaynağındasın demektir.

Her şeyin bir yüzde, bir eşyada, bir mekanda birdenbire her şeyle bir olduğunu görebilmek için önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi, uzun uzun bakmak gerekiyor sanırım. Şeylerin kimyasını kendi bakışınla yeniden formüle edecek kadar. Uzun. Hakkıyla bakmak. Odaklanmak. Kendini, gönlünü vermek... Gerekiyor.

İnsanın her şeyiyle bir noktada toplanması, bütün anlamları onda bir'lemesi tevhidin hakikatine bir nebze daha yaklaştırıyor kuşkusuz. Çünkü kendinde ne varsa, her şeyde de o mevcud. Vücudun birliği; dışarıda hiçbir şey bırakmıyor. Öteki de sen. Sen de ötekisin. Gibi...

Yıllar önce Transilvanya dağlarında, Romen diktatör Çavuşesku'nun yazlık sarayını gezerken çok eski bir boy aynasının karşısında kalakalmıştım. Gösterişli çerçevesi, salondaki avize ve vazolarla da uyum içindeydi. Fakat ne kadar bakarsam bakayım, aynanın aksinde gördüğüm bir başkasıydı.

Yüzyılların içinden gelirken buruşmuş, acılaşmış, harabeye dönmüştüm. Kendimden bu kadar uzağa düşmek beni çok şaşırtmıştı. Bu tuhaf aynanın karşısında evimden çok uzaklara düşmüş gibi hissettim kendimi. Başkası olmanın hep iç manalarında derinleşirken, en dışarıdaki en somut haline çarpmıştım.

Belki aynanın durmaksızın sırrı döküldüğü içindi bendeki bu yabancılaşma. Çizik dolu ve kararmış olmasının yanı sıra, görüntüleri de kaydırıyordu. Şunu fark ettim oracıkta: Demek bir başka 'bakış'a göre, böyle de görünebiliyordum bu dünyada. İstersen binlerce mil katederek saklı bir saraya gel, hala kendinsin her şeye yansıyan, her şeyde mevcud olan...

Nefsinin sonsuz sureti vardı ve bütün değişimlerin içinden, paralel ve meridyenleri dev adımlarla geçerken dahi yine kendi evinde uyanabiliyordun. Ne çok suret çıkarabiliyordu insan kendinden. Eve giden yol, evden gelen yol: Hep aynı izi sürüyorduk belki de.

Ve her şey yerli yerindeydi bunca zulüm ortasında bile. Ne yaparsak yapalım, vücud birliği insan algısında ne sınırlıydı, ne de sınırsızdı. Öyle bir kuşatılma, kapsanma, kaplanma hali. Varlık. Her şeye yayılan bir anlam. Her şeyi fetheden. Tıpkı tutunduğu dal ne kadar sarkarsa sarksın gövdesi yukarı doğru uzamakta olan bir ağaç gibi. İnsanı tutunduğu daldan hiç yere düşürmeyen...

Yazının devamını okumak için tıklayınız...

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat