Yeni Türkiye, yeni zihniyet...

Köklü bir değişimin yaşandığı bir ülkede, değişimi sağlayan unsur güç dengelerinde yaşanan sarsılmadır.

  • GİRİŞ23.07.2014 11:03
  • GÜNCELLEME23.07.2014 11:03

Türkiye'de son 12 yıldır yaşanan ve adına kutuplaşma denen durumun açılımı da budur. Değişimci güç ile statüko, başka unsurları içine de katarak ve gittikçe alanda başka oyuncu bırakmayacak denli genişleyerek egemenlik kavgasına girişir. Her değişim ahlaki üstünlüğü ima etmez. Değişim adalet ve eşitliği mümkün olan en geniş tabana yaydığı müddetçe ahlaki üstünlük kazanır ve kalıcı olur. Yoksa çalı ateşi gibi gösterişli ama geçici olur.

On iki yol sonra sanırım Türkiye'de yaşanan değişimin geçici veya konjonktürel olmadığı, taban meşruiyetine dayandığı anlaşılmış olmalıdır.

Türkiye'de statükoya karşı girişilen siyasi kavganın adına kutuplaşma denmesi, değişimin lideri Erdoğan'a da diktatör yakıştırmaları, egemenlik kavgasının piar unsurudur. Aslolarak tepki, sınıfsal kibir ve imtiyaz kaybına yöneliktir. Bu değişimci gücü hatasız, statükonun her itirazını da haksız kılmaz, ama bu durum, değişimci gücün ahlaki üstünlüğü kaybetmesine yol açmaz. Çünkü değişimden umudu olan geniş halk kesimleri, genel resme odaklanır ve kendi adına icraat yapanın yanında durur. Hataları not eder ama meşruiyetini esirgemez. Çünkü yaşananın tarihi bir an olduğu oranda normal bir siyasi süreç olmadığını bilir. Algı mühendisliklerine karşı mesafelidir. Geçmiş icraatlara, bunların hayatlarına yansımasına, vaatlerin ne kadarının gerçekleştirildiğine, şimdiki zamandaki güç mücadelesindeki kimyaya ve tarafların gelecek vizyonlarını ince şekilde hesaplar. Çünkü bedeli algı operasyonlarıyla meşgul statüko bekçilerinin değil, kendisinin ödeyeceğini bilir. Bu yüzden kül yutmaz.

Değişimci gücün, statükoya karşı verdiği mücadelenin kendisi bizzat dönüştürücü etkiye sahiptir. Kimse yola çıktığı noktada öngördüğü sınırlarda kalmaz, değişir, dönüşür. Yolda başa gelenlerin tahmin edilemezliği ciddi bir potansiyel taşır. Dolayısıyla, sürecin kendisi, varılacak hedeften daha verimli bir demokratikleşme kültürünü üretir. Sonuç değil süreç biçimlendirici olur. Bu nedenle kavgayı muarızların ahlakını iktisap ederek vermek, aslında bir Pirus zaferidir ve ancak statükonun ambalaj değiştirerek kökleşmesini ima eder.

Bir düzenin adaletsizliğine isyan ederek mücadele başlatmak, daha baştan bir zihniyet dönüşümü yaşandığını, eski zihniyet ve eski ahlakla köprülerin tamamen atıldığını ifade etmez. Yani değişim sürecinde ve normalleşme öncesinde, nebula gibi, bir tür çorbanın içinde yüzülür gibidir. Eski Türkiye'den uzaklaşılırken, eski Türkiye'ye dair zihniyet ve ahlaki zaaflar bizimle beraberdir. Yüz yıllık alışkanlıklar, değişimi isteyen kesimlerde bile öyle kolay yerini yeniye terk etmez. Çünkü yeni henüz kurulmaktadır. Her tecrübe bir kültür ve içtihad üretir. Hatalar, çelişkiler, geriye dönüşler ağır bedel ödetir. Paralel devlet meselesi gibi, başta hiç öngörülemeyecek çatışmaların, bugün Türkiye'yi başka türlü bir dünyaya taşıdığı ve bedeller ödettiği gibi.

Gazze katliamına verilen tepkilerde, öfke ve haklılığın birleşimi, çaresizlik ile tepkimeye girdiğinde, bizleri kolay olana yöneltebilir, eski zihniyete, aslında kolay olana geri dönmemizi sağlayabilir. 'Hitler güzellemeleri' Yeni Türkiye'de yeri olmayan eski bir zihniyetti ama görünür oldu. İsrail Devleti ile Museviliği, Siyonizm ile Yahudi sivilleri birbirine karıştırmak gibi. Üstelik, her İsrail Devleti terörü eleştirisini de antisemitizm yakıştırması ile boğan bir propaganda makinesi ile karşı karşıya olmak da cabası. Çift taraflı dikkatli olmak gerekiyor.

Çoğu zaman olduğu gibi, Sayın Erdoğan bu konuda atv-aHaber ortak yayınında taşları yerine oturttu ve doğru, ahlaki tavrı gösterdi. Kaş yapayım derken göz çıkartmamak için, üslubun ve mücadele yönetiminin ruhunun ne kadar önemli olduğunu hatırlattı. Antisemitizme, yani bir ırkı hedef alan ırkçılığa, İslamofobi kadar karşı olduklarını tekrarladı ve Musevi vatandaşların taciz edilmemesi gerektiğini, onların devletin güvencesinde olduğunu belirtti. Böyle bir açıklama yapmak zorunda bırakılmaması gerekirdi.

Gazze trajedisi köklü ve dünya siyasetine göbeğinden bağlı bir mesele. Uzun soluklu, duygusal olmayan, ortaya akıl ve küresel emek koymayı gerektiren bir konu. Türkiye bu konunda ayakta duran en etkili ülke. Erdoğan bedeli ne olursa olsun Filistin'in yanında olunacağını ifade ederek zaten büyük bir yükün daha altına girmiş durumda. Erdoğan'ın mezhepçi, dar bir çizgiye oturtulmak istendiği de malum. Erdoğan hem İrancı, hem IŞİD'ci, hem El Kaideci ve bu aralar da hem İsrailci olmakla suçlanabilen hedef bir lider.

Erdoğan küresel bazda etkili olabilecek, kapsayıcı, mezhep veya dinle sınırlanamayacak bir dil kullanıyor. Bu zor mücadelede, tuzaklara düşmeden, ABD'de, Avrupa'da, dünyanın birçok yerinde bu zulme itiraz eden onurlu insanlar ile bir avuç devletin organize olması ve İsrail'in şiddet siyasetinde yalnızlaştırılması, deşifre edilmesi gerekiyor.

YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat