Bir çifte standart asansörü...

  • GİRİŞ25.07.2017 09:43
  • GÜNCELLEME25.07.2017 09:43

İnsan hakları, düşünce özgürlüğü, azınlıkların korunması ve tüm bunların sağlanmasında uluslararası bir hukuk müktesebatı 1. Dünya Savaşı sonrasında gündeme gelen, ancak 2. Dünya Savaşı sonrasında kurumlarına kavuşan önemli olgulardı.

1. Dünya Savaşı’nda nüfuslar yerinde kalırken, sınırlar değişmişti. 2. Dünya Savaşı’nda ise Almanya-Polonya hattı dışında neredeyse sınırlar aynı kalmış, ancak büyük bir demografik değişim yaşanmıştı.

Bu, askerden çok sivilin öldüğü ilk savaştı ve kötü bir çağın başlangıcını uğursuz şekilde haber veriyordu.

2. Dünya Savaşı, adeta Avrupa’da etnik temizlik ve azınlıklardan kurtulmak için “altın bir fırsat” gibi kullanılmıştı. Bugün Batı’daki mültecilere dönük korku ve antipatinin altında bu yüzleşilmemiş “ötekine kapalı” zihniyetin olduğunu söyleyebiliriz.

Doğu Bloku’nda kalan siviller “uygar” dünyanın umurunda değildi. Stalin’in insafına terk edilmişlerdi. Batı dünyası daha çok Batı Avrupa’daki yersiz yurtsuz veya sürgün yemiş kitlelerle uğraşıyordu. 10 Aralık 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi bu manada hiçbir zaman “evrensel” olamadı. Aynı durum maalesef bugün için de geçerlidir.

Stalin’in Tito ile mücadelesinde veya Çekoslavakya’nın Kızıl Ordu tarafından işgal edilmesinde aynı duyarsızlık devam etti. Doğu Bloku Stalin’in insafına bırakılmış, burada yaşanan insan hakları ihlallerine kulak kapatılmıştı. 1968 hareketleri de harç paralarına zam veya üniversite kütüphanelerinin kapanma saati ile ilgili “hayati” konulardaki demokratik öfke yüzünden ortaya çıkıyor, öğrenciler Stalin’in kurşunları yerine, İngiliz polisinin boyalı suyunu yemenin lüksünü yaşıyorlardı.

Bu ikiyüzlülük hep devam etti. Şimdi de bu çok değerli kavramlar renkli devrimlerin altlığı olarak suiistimal edilmeye devam ediyor. Bu aslında samimi çaba gösteren insan hakları çalışanlarına olduğu kadar mağdurlara dönük de büyük bir haksızlık.

İnsan hakları konusu, Batı’nın iktidar çekişmesinde kendilerine biat eden isimlere/ülkelere itibar taşıyan, biat etmeyenleri ise ötekileştiren bir asansör gibi kullanılıyor. Bu durumda ortaya çıkan çifte standartlar artık gizlenemez ve tahammül edilemez boyutlara ulaştı.

Eğer böyle olmasaydı, Mısır’daki darbe sempatiyle karşılanıp, Kudüs’te bugün yaşanan zulüme kulak tıkanır mıydı? Ya da 15 Temmuz gibi, dünyanın görebileceği en hain insan hakları ihlalleri karşısında sessiz kalınır mıydı? Bunun yerine darbecileri kollayan iki yüzlü bir tutum sergilenir miydi?

Dünyanın bir çok yerinde, Filistin başta olmak üzere ağır insanlık suçları işleniyor, katliamlar, Suriye’de olduğu gibi soykırımlar yaşanıyor. Geçenlerde Srebrenitsa soykırımını idrak ettik. Aynı yıllarda Ruanda’da 800 bin Tutsi ucuz olsun diye Çin’den getirilen palalarla katledilmişti. Bunların hepsi Batılı diplomatların, BM güçlerinin gözleri önünde yaşanmıştı.

Eğer gerçek bir insan hakları tavrı olsa, BM kuruluş amaçlarına uygun davranabilseydi, dünya bu utançlarla yaşamak zorunda kalmazdı. O yüzden “Dünya beşten büyüktür” cümlesi söz konusu haksızlığa bir feryat olarak yükselmiştir.

İnsan hakları kirli iktidar savaşlarının modern cephaneliği değildir, olmamalıdır. Bu sadece hedef alınan ülkelere zarar vermez, dünyanın iyimser geleceğine yapılmış en büyük kötülüktür

Markar Esayan/AKŞAM

Yorumlar1

  • extremetürk 6 yıl önce Şikayet Et
    insanlık 'insan' olduğunu unuttu.kolay kolay hatırlayacak gibi de görünmüyor.
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat