AYM Başkanı'nın hukuk-adalet manifestosu

  • GİRİŞ28.04.2015 08:19
  • GÜNCELLEME30.04.2015 07:52

‘Ele geçirilmesi gereken kale’ hedefinin olduğu yerde, gerektiğinde güçlü olana karşı da adalet dağıtması beklenen yargı mekanizmasının bu hedeften fazlasıyla uzaklaştığı örnekleriyle bilinen bir gerçek. 
 
Askeri vesayet döneminde bu böyleydi. 
Yargı mekanizması adalet dağıtma önceliğine göre değil, rejim bekçiliği önceliğine göre formatlanmış, 85 yıllık ‘tek tipçi rejim’ modelini temel alan yaklaşım biçimi alınan hemen bütün kararlara rengini vermişti. 
Cemaat vesayeti 2010 yılından itibaren, önceki dönemin bütün kodlarını uhdesine taşırken, aynı düzenin aktörleri değişmiş halde sürdürülmesini arzu etti. 
 
Türkiye’de açık alanda yapılan tartışmalarda yargı ile ilgili sorunlar kolaycı bir yaklaşımla ve toptancı bir şekilde ‘siyaset kurumunun-siyasi iktidarın’ üstüne yıkılsa da, gerçek öyle değildir. 
Yakın hukuk tarihimiz, ağırlıklı olarak kapalı alanda yargı üzerinden devşirilen yıkıcı gücün siyasete tahakkümü biçiminde şekillenmiştir. 
 
Dün, kuruluşunun 53 üncü yıl dönümünde Anayasa Mahkemesi’nin yeni Başkanı Prof.Zühtü Arslan, bu minvalde tarihe geçecek, manifesto niteliğinde bir konuşma yaptı. 
Kuvvetler ayrılığı ilkesinden söz ederken, resmin bilinçli bir şekilde ters yüz edilen ya da eksik bırakılan boşluklarını şu sözlerle doldurdu:
 
“Yargının, yetkilerinin ötesine geçerek siyasal alanı dizayn etmeye çalışması güçler ayrılığıyla bağdaşmaz. Demokrasiler için yürütmenin sınır tanımaz tavrı ne kadar tehlikeli ise, yargının jüristokratik tavrı da o kadar tehlikelidir” 
 
Ki bu cümleler, yaşanmış örneklerle, meselemizin siyasetin yargı üzerinde değil, çoğunlukla yargının siyaset üzerinde orantısız güç kullandığı gerçeğinin objektif bir tespiti olarak karşımızda duruyor. 
 
Zühtü Arslan, Türkiye’nin en iyi anayasacılarından biridir. 
Hukuk sistemi içerisinde sayıları ötekilere göre daha az olduğu için kıymetli olduğunu düşündüğümüz asıl özelliği ise, Arslan’ın hukuka özgürlükleri ve demokratik değerleri önceleyen bir biçimde yaklaşıyor olması. 
Kendisi gibi değerli bir hukukçu olan Beşir Atalay’ın İçişleri Bakanlığı döneminde Polis Akademisi Başkanlığı yapan Zühtü Arslan, o dönemde yapılan düzenlemelere olan katkısıyla, Türkiye’nin geçirdiği sessiz devrim sürecinin görünmeyen aktörlerinden biri olmuştu. 
 
Dünkü konuşmasında Zühtü Arslan, konuşmasının ilk bölümünü Türkiye yargısının en öncelikli konusuna, yani vesayet kavramına ayırmıştı. 
Burada adalet kavramını baz alarak vesayet anlayışına eleştiriler getirmesi, kıymetli ve kayda değer:
Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın altı çizilerek okunabilecek sözleri şöyle: 
 
“Adaletin tesisi gibi son derece ağır bir yük taşıyan yargının, bu yükün altından hakkıyla kalkabilmesinin yolu, ‘vesayet’ kavramıyla yüzleşmesinden geçmektedir. Vesayetçi anlayış, demokrasiyi ve hukuk devletini etkisizleştiren, bu kavramların içini boşaltan ve göstermelik hale getiren bir işleve sahiptir. Vesayetçilik, kurumsal düzeyde demokratik siyasi aklın yetersiz olduğu varsayımına dayanır. Bireysel düzeyde ise, kişinin kendi haline bırakılmaması, yönlendirilmesi gerektiği, aksi halde doğru karar veremeyeceği düşüncesinden beslenir.”
 
Bu sözleri okurken 2007’nin tam da bugünlerine denk gelen 367 kararını, ya da birkaç gün önce İstanbul Adliyesi’ndeki paralel yargı hakimlerinin yaptığı ‘kamikaze saldırısını’ aklınızda bulundurmanız bile, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın ne kadar haklı ve gerekli bir yerde durduğunu ortaya koymaya yetiyor. 
 
Zühtü Arslan’ın konuşmasının son bölümünde yer alan ‘Yeni Anayasa’ ile ilgili görüşleri de Türkiye’nin yakın geleceği için kıymetli bir görüş beyanı niteliği taşıyor. 
Daha önceki Anayasa çalışmalarına da katkı vermiş bir isim olarak Arslan’ın yeni anayasa için öncelikli ihtiyaç olan ‘iklime’ yaptığı vurgu önemliydi. 
Kutuplaşmayı değil, diyalog ve uzlaşmayı öne çıkaran, yıkıcı değil, yapıcı bir tavır sergilenmesi geniş katılımlı ve kabullü bir anayasa için vazgeçilmez bir iklime işaret ediyor. 
 
Bu böyle. 
Ama asıl önemli yaklaşım şekli, Arslan’ın Yeni Anayasa’nın niteliği ile ilgili sözlerinde saklı. 
Dün dedi ki: “Sağlıklı bir anayasal demokrasi, toplumla devlet kurumları arasında değer çatışmalarının yaşanmadığı, çoğunluğu elde eden siyasi kadroların yönetime geldiği ve fakat azınlıkta kalanların da temel hak ve özgürlüklerinin güvence altına alındığı, en önemlisi herkesin kendisini eşit ve özgür vatandaş olarak görebildiği bir düzeni gerektirir”
 
Dün, Devlet erkanının katıldığı törende Anayasa Mahkemesi’nin yeni üyesi Rıdvan Güleç, kendi vicdanına göre hareket edeceğine dair yemin ederek görevine başladı. 
Çıkışta, bu günün gururunu yaşayan ailesiyle birlikte tebrikleri kabul etti. 
Kendisine, adalet terazisini şaşmaz bir dikkat ve hassasiyetle yürüteceği bir gelecek diliyorum. 

 

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat