Meclis’in HSYKya üye ataması sakıncalı mı?

.

  • GİRİŞ30.03.2017 07:18
  • GÜNCELLEME31.03.2017 07:28

57 yıl önce 27 Mayıs darbesini yapanlar, devleti kendi kafalarına göre dizayn etmişlerdi.

Türkiye’nin kurulu düzeni içindeki 27 Mayıs ruhu hala geri çekilmiş değil.

Özellikle Ordu ve medya da güçlü bir lobileri var.

Ordu, yargı, istihbarat, dış politika, yüksek ekonomi politikaları…

Buralarda hakim hale geldiğin zaman, siyaseti bir oyuncak gibi görmeye başlarsın zaten.

Onlar da öyle yapmışlardı.

27 Mayıs düzenini neredeyse birebir taklit ederek yapılanmasını gerçekleştiren FETÖ de siyaset kurumunu, buraları ele geçirdikten sonra Hacivat/Karagöz gibi uzaktan bir iple kolayca yönetilebilecek bir alan olarak gördü.

Bu, sözünü ettiğimiz Devlet iktidarının parçalarını oluşturan unsurların içinde en önemlisi her zaman yargı olmuştur.

Vesayet odakları, yaptıkları fiili darbeler döneminde olduğu gibi darbeler arası dönemlerde en fazla yargıyı kullandılar.

Anayasa Mahkemelerinin verdiği parti kapatma davaları, Danıştay’dan gelen hükümetin idari kararlarını durdurma hamleleri, hafızamızda taze halini koruyor.

Emekli Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun içtihadı, CHP’nin desteği ile Anayasa Mahkemesi’nin 2007 yılında verdiği 367 kararı bile başlı başına bu düzen hakkında bize bir fikir veriyor.

HSYK’YI ELE GEÇİRENLER ÜLKEYE YÖN VEREBİLDİLER

“Yargının siyasallaşması”,” yargı kararlarına saygı duyulmalı”, “yargıyı ele geçirmeye çalışıyorlar” gibi üretilmiş kavramlar bu düzenin jandarmaları tarafından bol bol kullanıldı.

12 Eylül 2010 referandumunda ‘müesses nizam’ yapısal anlamda ilk ciddi darbeyi aldı.

Referandum sonrası HSYK’daki 27 Mayıs hakimiyeti kırıldı.

Ancak, referandum öncesi Anayasa Mahkemesi’nin seçim usulünü düzenleyen kritik bir maddeyi iptal etmesi, FETÖ’cülerin ilk HSYK seçiminde kendi adamlarını öne çıkarmak için tuzak kurması, yağmurdan kaçarken doluya yakalanmak gibi bir sonuç üretti.

2010 referandumu sonrası HSYK’da çoğunluk FETÖ’nün eline geçti.

O tarihten itibaren, yargı üzerindeki tasarruf hakkı da bu örgüt tarafından kullanılmaya başlandı.

Kısa sürede, ülke genelindeki hakim ve savcıların yarıya yakını FETÖ’nün eline geçti.

Onları durdurabilmek, Ekim 2014’te yenilenen HSYK seçimlerinde yargı içinde örgüt yapılanmasına karşı çıkan bütün grupların “Yargıda Birlik Platformu” adı altında birleşip seçimlere katılması sayesinde ve adli/idari yargıda son derece kritik oylamalarla mümkün olmuştu.

O akşam sosyal medyada FETÖ’cülerin ciddi anlamda tepkisini çeken şöyle bir twit attığımı hatırlıyorum.

“Yargı üzerindeki vesayet bu akşam itibariyle kalıcı olarak bitmiştir.”

MECLİS’İN HSYK ÜYELERİNİ SEÇECEK OLMASI VESAYETİN KÖKÜNE KİBRİT SUYU DÖKMEK ANLAMINA GELİR

Şimdi.

Bu uzun girizgahtan sonra asıl meselemize gelelim.

16 Nisan referandumundan evet sonucu çıkarsa, bundan böyle HSYK üyelerinin 7’sini Meclis, 4’ünü Cumhurbaşkanı seçecek.

Meclis seçiminde 3/2 çoğunluk aranacak.

Bugünkü aritmetiğe bakacak olursak, HSYK üyelerinin seçimi ancak 367 milletvekilinin oyu ile mümkün olacak.

Bu da şu demek oluyor:

Bundan sonra, HSYK üyeleri TBMM’deki partilerin uzlaşmasını zorunlu hale getirecek.

Uzlaşma olmazsa eğer kura sistemi devreye girecek.

Bütün bunlar ne anlama geliyor?

Milletin seçtiği Cumhurbaşkanı ile milletin seçtiği Meclis, Anayasa’ya göre millet adına karar vermekle yükümlü yargı mensuplarının ana kumandasına geçmiş olacak.

Hakimlerin vereceği kararlarda anayasal güvence korunuyor elbet.

Kastımız, güçlü bir vesayet aygıtı olarak kullanılan ve özünde idari bir yapı olan HSYK’nın yapısıyla ilgili.

Bugüne kadar yargının siyasallaşması diye manipülatif bir kavramı yargıyı ellerinde tutmak için kılıç gibi kullanan vesayet odaklarının, verdikleri kararlarda siyaseti boğmak ya da dar bir alana hapsetmek için neler yaptığını gördük.

Ha, bu model bir tek bize mi mahsus?

Hukuk sistemi oturmuş ülkelerde vaziyet nasıl?

Onu da bir dahaki yazıya örnekleriyle anlatalım.

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat