ABD kirli çamaşırların dökülmesinden mi korkuyor?

ABD KİRLİ ÇAMAŞIRLARIN DÖKÜLMESİNDEN Mİ KORKUYOR?

  • GİRİŞ10.10.2017 07:21
  • GÜNCELLEME11.10.2017 07:32

Meselemizin hikayesi, bu yılın Mart ayına gidiyor.

Neydi o?

FETÖ’nün kıymetlisi Adil Öksüz’ün ABD Başkonsolosluğundan aranması meselesi.

Adil Öksüz’ün, harıl harıl her yerde arandığı günlerde, yani darbenin 6’ıncı gününde ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu adına kayıtlı bir telefondan arandığı ortaya çıkıyor.

Soruşturmayı yürüten Ankara Başsavcılığı iddiayı doğrulayınca, gözler ABD’li elçilik/konsolosluk makamlarından gelecek açıklamalara çevriliyor.

Gelen cevap şöyleydi:

 

“Öksüz’ün vizesini iptal ettik ve ABD yasaları gereğince Öksüz’ü arayarak kendisini bu iptal konusunda bilgilendirmeye çalıştık. ABD Başkonsolosluğu’nun, şüphe uyandırmaktan çok uzak olan bu çağrısı, darbe girişiminin ardından ABD ve Türk emniyet güçlerinin yakın işbirliğini sergilemektedir."

 

İşbirliği hikayesini bir kenarda tutalım.
Asıl, soruya verilen yanıt neymiş ona bir bakalım:

“Adil Öksüz’ün vizesinin iptal olduğunu bildirmek için kendisini aradık”

Böyle bir açıklama yerine, “Adil Öksüz o günlerde her yerde aranıyordu. Nerede olduğunu merak edip bir arayalım dedik” türü bir açıklama gelseydi, belki daha inandırıcı olurdu.

 

Aynı güvensizlik, iktidar çevreleri içinde geçerli olmalıydı ki, mesele Ağustos ayında dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın da gündemine gelmiş.

 

O günlerde bir açıklama yapan Bozdağ, Öksüz’ün üzerine kayıtlı 2 hat olduğunu belirterek, “Hatlardan biri Öksüz tarafından kullanılıyor. Diğer hat fiilen Öksüz tarafından kullanılmıyor. ABD Konsolosluğu’ndan yapılan arama, fiilen kullandığı telefondan yapılan arama. ABD Konsolosluğu fiilen kullanılan bu numarayı nereden biliyor? Bunun açıklığa kavuşması lazım” Diyor.

 

Bozdağ’ın “Açıklığa kavuşması lazım” dediği soruya ABD makamlarından gelen yanıta bir bakalım şimdi de:

 

“ABD yasaları, bizim, bireysel vize konularıyla ilgili konuşmamızı ciddi ölçüde kısıtlıyor. Ancak ABD’li ve Türk yetkililer, terörle mücadele ve cezai soruşturmalar ile ilgili yakın bir işbirliği yapmaktadır. Bunun detaylarını açıkça konuşmamız mümkün değil”

 

Meseleyi ABD yasalarına havale edince sorun çözülmüyor demek ki.

Hadi o tür bilgilerin kamuoyuna açıklanması Amerikan yasalarına aykırı diyelim, peki soruşturmayı yürüten adli makamlarla paylaşılması da mı yasal bir sorun oluşturuyor?

 

VİZE KARARI ÖN ALMAK İÇİN Mİ?

 

Hikayenin bu uzun kısmının, birkaç gündür patlak veren yeni kriz konusuyla doğrudan ilişkisi olduğunu fark etmiş olmalısınız.

ABD Başkonsolosluğunda 31 yıldır çalışmakta olan Metin Topuz isimli kişinin göz altına alınması üzerine ABD Türkiye’ye vize ambargosu koyma kararı verdi.

 

Öncelikle, böylesine sert bir kararın, konuyla hiç ilgisi olmayan sıradan T.C vatandaşlarının haklarını nasıl etkilediği ortada.

Diyelim, tedavi olmak için, ya da diyelim okumak için ABD’ye gitmek isteyen bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, hastane ya da okul ücretlerini ödediği halde, mevcut şartlarda vize alamayacağına göre o kişinin bu mağduriyeti nasıl giderilecek?

Burada böyle bir mağduriyetten doğan insan hakları ihlali söz konusu değil mi?

Vize yasağının bir mantığı şu:

ABD’ye gitmek isteyen Türkler ayaklansın, hükümetlerini baskı altında tutsun.

Tutsun ki, ABD Başkonsolusluk çalışanlarıyla ilgili adli soruşturma süreci sona ersin.

 

Meselenin bir boyutu bu.

Bir ikinci boyutu ise, yeni isimlerle ilgili muhtemel soruşturmaların önünü kesme, bu bağlamda ön alma niyeti/hedefi taşıyor.

Nitekim, dün bir başka konsolosluk çalışanıyla ilgili de göz altı kararının çıktığını öğrenmiş olduk.

 

Göz altındaki Metin Topuz ile ilgili iddialar, yenilir yutulur cinsten değil.

 

Firari FETÖ savcısı Zekeriya Öz ile yoğun temasından tutun da, 17-25 Aralık sürecinde FETÖ’nün sahte delil ve ses kayıtlarını yurt dışına çıkmasına yardımcı olmaya;

15 Temmuz akşamı jandarmaya silah dağıtan Oktay Akkaya ile irtibatından, FETÖ’cü polisler Yasin Topçu, İbrahim Şener ve Yakup Saygılı’yı Washington’da bir savcı ile görüştürmeye kadar varan ağır suçlamalar.

Yani söz konusu isim, doğrudan FETÖ’nün ajandasına göre iş tutmakla suçlanıyor.

Muhtemelen 21 Temmuz günü Adil Öksüz’ü arayan isim de aynı isim idi.

 

Metin Topuz hakkında yürütülen soruşturmanın temel gerekçesi de bu.

Hal böyle iken, ABD makamlarının meseleyi ‘kas gücüyle’ yönetmek yerine iddiaların vuzuha kavuşması için Türk adli makamlarıyla işbirliği yapması gerekmez miydi?

Bütün bunlar, herkesin zihnindeki “Open secret/açık sır” niteliğindeki soru işaretini tetiklemekten başka bir işe yaramıyor.

Açık sır dediğimiz şeyin ne olduğunu söylememe gerek kaldı mı?

“15 Temmuz’un arkasında doğrudan ABD mi var?” sorusu.

Şu son hadisenin, bu kanaati biraz daha pekiştirmek dışında bir karşılığı bulunmuyor.

 

 

Yorumlar1

  • ibrahim 6 yıl önce Şikayet Et
    ne yaparlarsa iki misli ile cevap verelim ki, osmanlı tokadı ne imiş öğresinler
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat