Olağanüstü dönemlerde habercilik

.

  • GİRİŞ12.12.2017 06:24
  • GÜNCELLEME13.12.2017 07:45

Hafta sonu yarım günlüğüne Antalya’da idim.

TRT’nin başarılı bir organizasyonla 70 ülkeden getirdiği 170 civarında gazeteciyle bir panelde buluştuk.

5.Uluslararası Medya Eğitim Programı (UMEP) kapsamındaki programın bize ayrılan kısmında “Olağanüstü dönemlerde haberciliği” tartıştık.

TRT Genel Müdür Yardımcısı Erkan Durdu’nun moderatörlüğünde, Anadolu Ajansı Yurt Haberler Editörü Zekeriya Kaya, CNN Türk Genel Müdürü Erdoğan Aktaş, El Cezire’nin tanınmış sunucusu Ahmet Mansur, 24 Tv Genel Yayın Yönetmeni Murat Çiçek ve bendeniz.

“Olağanüstü dönemlerde habercilik” başlığı Türkiye’de gazetecilik yapanlar için mümbit bir alan.

Haliyle herkesin anlatacağı bir hikaye, Dünya’nın dört bir tarafından gelen meslektaşlarla paylaşabileceği tecrübeleri vardı.

Erkan Durdu, panelin girişinde “Olağanüstü dönemler, olağanüstü hassasiyetler gerektiriyor çünkü olağanüstü dönemlerde toplum genel anlamda büyük yara almıştır” dedi.

El hak, doğru.

Şöyle yakın dönem tarihimizi hızlıca gözümüzün önünden geçirecek olsak, habercilikte olağanüstü dönemlerin olağan dönemlerle at başı bir yarış halinde olduğu gerçeği karşımızda duruyor.

Haberci, yaşadığı ülkede olağan dışı bir şey olduğu zaman, kendisini bu hadiseden ne kadar soyutlayabilir?

Gazetecilik görevi ile vatanseverlik duyguları arasında nasıl bir denge kurulabilir?

Ülkenin/toplumun selameti için ulaştığı haberi nasıl bir terazide tartarak hareket etmeli?

Bunlar bu mesleğin hayat memat soruları.

HABER ODAKLI GAZETECİLİK/HEDEF ODAKLI GAZETECİLİK

Beni dinleyenlere olağanüstü dönemlerde gazeteciye düşen birinci görevin ‘Hakikate sadakat” olduğunu anlattım.

Neden mi?

Böyle dönemlerde kimi zaman ülkeyi yönetenler, diyelim ki bir savaş kararı aldılar, bu bağlamda toplumu ikna etmek için medyayı kullanmaktan, manipüle etmekten başka çare bulamazlar.

Sonuçlar mı?

Buna alet olduğu zaman, haberciyi telafisi mümkün olmayan büyük bir vebalin bekliyor olması.

Misal, 2003 Irak savaşı.

Bu savaş iki büyük yalan üzerine başlatıldı.

1-Dönemin Irak yönetiminin El Kaide’ye destek verdiği suçlaması.

2-Bu ülkede bulunan kitle imha silahlarının Dünyanın geri kalanını tehdit ettiği iddiası.

Savaş bitince bu iki gerekçenin de yalan olduğu ortaya çıktı.

Ama bu yalan ortaya çıkana kadar, ABD basınının büyük bölümünün buna alet olması, uydurma delilleri köpürterek toplumu büyük bir savaşa hazırlaması ve ortaya çıkan korkunç bilanço.

Irak savaşında 4747’si ABD askeri olmak üzere yüzbinlerce insan hayatını kaybetti.

Gerçeğe olan sadakat yönetim baskısıyla bir kenara itilince geriye ‘usefull idiots/kullanışlı aptallar’ kalıyor.

“KULLANIŞLI APTALLAR” MESELESİ

Panelde beni dinleyenlerce Mart 2003’te yan Irak savaşının başlamasına iki hafta kala dönemin ABD Başkanı Bush’un bir basın toplantısının görüntülerini izlettirdim.

Beyaz Saray bir karar almıştı ve o gün Başkan’ın ‘zor sorularla’ muhatap olmasını istemiyordu.

Bush’un eline soru sorması istenen gazetecilerin bir listesi tutuşturulmuştu.

ABD Başkanı, bunu saklamıyor, “Elimde liste var” diyerek bu durumu gazetecileri aşağılayan bir tarzda dışa vuruyordu.

Listedeki gazeteciler de bu durumdan rahatsız olmamıştı.

Mesela sorulardan bir tanesi şöyle idi:

“Sayın başkan, moraliniz nasıl? bugün nasıl bir duygu hali içerisindesiniz? Size hangi duygular güç veriyor?”

Sorulması istenen sorular, soru sorması istenen gazeteciler bu türden soruları sorup, Başkan da bu tiyatrovari ortamı aşağıladıktan sonra basın toplantısı bitiyor.

Tabi, o ortamda bulunup da bu durumu sindiremeyenlerin göz yaşlarına ancak Irak savaşı bittikten ve o iki koca yalanın gerçek dışı olduğu anlaşıldıktan sonra şahit oluyoruz.

Dikkatli bir şekilde bizi dinleyen meslektaşlarımıza kendi ürettiğim bir kavramdan söz ettim.

“Haber odaklı habercilik ile hedef odaklı habercilik” kavramından.

Buna örnek olarak da MİT tırları meselesini verdim.

Haberi Türkiye DAİŞ’e silah yardımı olarak veren Cumhuriyet Gazetesi’nin o günkü Yayın Yönetmeni Can Dündar’ın savcılık ifadesinde “bunun bir kanıtı yok” itirafı tam da böyle bir tanımlamaya karşılık geliyordu.

Hedef odaklı habercilik…

Hedefin ne olduğunu biliyoruz.

Dönemin Başbakanını Lahey’te yargılatmak.

Tabi bu türden haberciliğin bu ülke için ürettiği güvenlik maliyetleri meselenin bir diğer yönünü ortaya koyuyor.

NETENYAHU İLE RÖPORTAJ YAPAR MIYDIM?

Panel sırasında Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmiş olmasının öfkesi salona da yansımıştı.

Soru cevap kısmında bir gazeteci “Bir buçuk saat içerisinde Netenyahu ile bir mülakat imkanı doğsa bunu yapar mısınız” diye sordu.

Soruya, 13 sene önce dönemin İsrail Başbakan Yardımcısı Silvan Şalom’la yaptığım mülakat ve ona sorduğum soru ile yanıt verdim.

“Filistinli kadınları, çocukları, masum insanları neden öldürüyorsunuz” diye yekten bir soru sormuştum dönemin İsrailli bakanına.

Sorum onu öfkelendirmiş, bir sürü yalanlar söylemiş bana da o yalanları ifşa etme imkanı doğmuştu.

“Aynı imkan olsa Netanyahu’yla da mülakat yapar aynı soruyu ona da sorardım” diye cevapladım sorulan soruyu. 

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat