Birinci Meclis ruhu

  • GİRİŞ14.07.2018 09:46
  • GÜNCELLEME15.07.2018 09:03

9 Temmuz günü başlayan yeni dönemi Üçüncü Cumhuriyet dönemi olarak nitelendirenler var.

Yanlıştır diyemeyiz.

 

 

1923’ten başlayarak 27 Mayıs 1960’a kadar devam eden döneme birinci, 1961 anayasasının ilanıyla başlayıp 16 Nisan 2017 tarihine kadar devam edenini ikinci, bir yıl önce adı konulan, 9 Temmuz itibarıyla da uygulamasına geçilen dönemi de üçüncü cumhuriyet dönemi olarak görmek mümkün.

Üçüncü cumhuriyet döneminin en karakteristik özelliği nedir diye soracak olursak, vesayet dönemlerinin sona erişi, halk iradesinin yönetim nezdinde doğrudan karşılık bulduğu bir yeni dönem olarak tanımlayabiliriz.

27 Mayıs darbesini yapanlar darbe yapıp çekilmediler.

Kendi ömürleri bittikten sonra da varlığını koruyan yarı açık yarı gizli bir yapı kurup ülkenin iplerini ellerinde tuttular.

Bu yapı Eylül 2010 referandumu ile etkisini yitirmeye başlamış olsa da, o referandumunun nimetlerinden bir süreliğine FETÖ yararlandı.

İkinci yılına geldiğimiz 15 Temmuz darbe girişiminin ana aktörü olan FETÖ, darbe başarısız olunca, ülkeyi toptan ele geçirme hedefine de ulaşamamış oldu.

Bir anlamda eğer bu yeni döneme üçüncü cumhuriyet dönemi diyeceksek, bunun esaslı adımlarının 15 Temmuz’dan sonra atılmaya başlandığını da kayıtlara düşmemiz gerekir.

Başkan Erdoğan, dün kendisi ve yeni Kabinesi için, yeni dönemin ruhunu temsil edeceğini düşündüğümüz sembolik değeri yüksek olan bir program yaptı.

23 Nisan 1920’de Birinci Meclis’in açılış günü yapılan programın bir benzerini tekrarladı.

Yunan güçlerinin Polatlı’ya kadar geldiği, top seslerinin Ankara kıyılarından duyulduğu dönemde açılışı yapılan TBMM’nin açılış gününün hatırası canlandı zihinlerde.

Erdoğan’ın sözlerinde de Kurtuluş Savaşı yıllarının duygu ikliminin esintileri vardı.

Şöyle dedi:

“Okunan binlerce Hatmi Şerifin duasına eşlik edip, Cuma Namazını Hacı Bayram Veli Camimizde kıldık. Ardından milletimizle kucaklaşarak, hasbihal ederek, hasret gidererek eski Meclis binamıza geldik. Hemen yanımızdaki birinci Meclis binasında başlayıp, 1924 yılından itibaren bu binada süren büyük mücadeleyi bir kez daha yâd etmek üzere buradayız.”

Devamında yine Birinci Meclis’in ruhuna uygun düşecek şekilde, uhdesinde taşıdığı misyonun bir tarifini yaptı:

“Ecdadımızın emanetini yere düşürmemek, ezanlarımızı susturtmamak, bayrağı indirtmemek, haysiyetimizi çiğnetmemek için alın terimizle ve gerektiğinde canımızı ortaya koyarak mücadelemizi sürdürüyoruz.”

Erdoğan, tarihi konuşmasının tarihi bir başka özelliği olan şu cümleleriyle Birinci Meclis ruhunu temsil eden ifadelerini tamamlamış oldu:

“Bu bedel, kimi zaman Çanakkale’deki gibi topyekûn ölümün üzerine yürümektir. Bu bedel, kimi zaman İstiklal Harbi’nde olduğu gibi küllerinden yeniden doğmak mecburiyetinde kalmaktır. Bu bedel, kimi zaman darbelere, vesayete, her türlü tuzağa ve oyuna karşı dimdik ayakta durabilmektir. Madem bedel ödüyoruz, öyleyse ülke ve millet olarak her alanda hakkımız olanı alabilelim istiyoruz.”

Darbelere, vesayete, her türlü tuzağa ve oyuna karşı dimdik ayakta durabilmek…

Son bölümdeki ifadelerde geçen bu vurgulara dikkatinizi çekmek isterim.

Bu ifadeler, Erdoğan’ın 40 yıllık siyasi hayatının bir özeti değilse nedir?

Anlıyoruz ki, bu kararlılık ve bu sağlam duruş bundan sonra da devam edecektir.

Birinci Meclis, Kurtuluş Savaşı’nın ruhunu yansıtan, bu ülkede yaşayan herkesi kucaklayan, herkese temsil imkanı veren, milleti düşman olarak değil dost kuvvetler olarak gören bir iklimin tezahürü idi.

Yeni döneme buradan bir bakış atacak olursak, bundan sonra kollanacak hedefin de aynı ruh iklimi olduğunu söyleyebiliriz.

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat