Genelkurmay Savunma Bakanlığı’na bağlandı, şimdi ne olacak?

  • GİRİŞ16.07.2018 09:32
  • GÜNCELLEME16.07.2018 09:32

Sivil-asker ilişkilerinin bir dengeye oturması bağlamında yapılan tartışmalarda Genelkurmay Başkanlığı’nın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması meselesi her zaman ilk akla gelen konu başlıklarından biri olmuştur.

Bu adım şimdi atıldı.

Genelkurmay Başkanlığı artık Savunma Bakanlığı’na bağlı olarak çalışmalarını yürütecek.

Geçen hafta Azerbaycan ve KKTC ziyareti sonrası yaptığı açıklamalardan Başkan Erdoğan’ın bu adımı atmak için en uygun zemini kolladığını anlıyoruz.

Erdoğan’ın şu ifadelerine bir dikkat çekelim:

“Bir çift başlılığın olması doğru bir şey değil. Bunu artık bir yoluna koymamız lazım. Gerek Hulusi Paşa’nın gerekse Yaşar Güler Paşa’nın ve Ümit Dündar Paşa’nın birbirleriyle olan gönül bağları ve birliktelikleri ‘şüpheci nazar’ ile bakma gibi bir durumu ortadan kaldırmıştır. Sivil-asker gibi bir yaklaşım kalmamıştır, aşılmıştır. Milli Savunma Bakanı ile Türk Silahı Kuvvetlerimiz’in arasındaki ilişkiler çok daha dayanışmacı olacaktır”.

İfadelerdeki vurgulardan da anlıyoruz ki, Erdoğan ‘güven duygusunu’ önceleyerek yumuşak bir geçişle bu işin hallolmasına önem veriyordu.

Yumuşak geçiş derken, fiilen Genelkurmay Başkanlığı’nı yürüten bir ismin Kabine’ye alınıp sivil alana çekilmesiyle, mazeret bırakmadan dengeli ve barışçıl bir geçiş sürecine yönelmekten söz ediyorum.

Karar alındıktan sonra geride bıraktığımız birkaç gün içerisinde “Niye böyle bir adım atıldı” diye soran olmadığına göre, yapılan işin ve yöntemin gayet mantıklı olduğu söylenebilir.

EMİR KOMUTA BİRLİĞİ/SİVİL DEMOKRATİK DENETİM

Genelkurmay’ın Savunma Bakanlığı’na bağlanacağı haberinin geldiği gün, Ağustos 2017’de emekliye ayrılan eski Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal Paşa telefonla aradı.

“Size daha önce sözünü ettiğim iki temel ihtiyacın karşılanması için şimdi çok iyi bir fırsat yakalandı” dedi.

Neydi bu iki ihtiyaç?

1-Askerin emir-komuta birliğinin sağlanması.

2-Silahlı Kuvvetler üzerinde sivil/demokratik denetimin sağlanması.

Abidin Paşa ile daha önce yaptığımız konuşmalarda, kendisinden bu ikili dengenin ne kadar önemli olduğuna dair detaylı analizler dinlemiştim.

“Daha önce sözünü ettiğim” dediği konu buydu.

Ünal, askeri meselelerde okuyan, yazan, kafa yoran, dünyayı takip eden demokrat bir isimdir.

Kendisine dönük 15 Temmuz gecesine dair bir kısmının kasıtlı olduğunu düşündüğüm ‘şüphe uyandırma amaçlı’ sözler sarf edilmiş olsa da, o gece emri altındakileri toplayıp “Bu bir Divan-ı Harp suçudur” diyerek inisiyatif kullanıp sıkışık bir vakit içerisinde isabetli emirler verdiği tanık ifadeleriyle ortaya çıkmıştır.

O nedenle darbe kalkışmasına katılanların ihanetini vurgularken, o kalkışmaya karşı koyanların yıpratılmasına da o ölçüde karşı çıkmak gerekir diye düşünmekteyim.

Abidin Ünal telefon görüşmemizde sözünü ettiği emir-komuta birliğinin sağlanması ve askerin demokratik denetimi başlıklarıyla ilgili başka ülkelerden örnekler de verdi.

Mesela, İspanya’da 1980’li yıllarda yazılan Franko döneminden kalma vesayet unsurlarının temizlenmesini de konu edinen bir kitaptan söz etti.

“Bu konularda başka ülkelerde yapılan çalışmalar da var” dedi.

Sonuçta, askerin emir komuta prensibi bozulmadan demokratik denetime alındığı bütün ülkelerde Genelkurmay Başkanlıklarının Savunma Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyet yürüttüğü zaten bilinen bir gerçek.

Türkiye de yeni yönetim sistemi ile bu modele geçmeyi başarmış durumda.

KURUMLARI ELE GEÇİRİLECEK MEVZİ OLMAKTAN ÇIKARMAK

Tabii, her şey yerli yerine oturdu demek için vakit henüz erken.

Uygulama ile yeni dönemin yeni geleneklerinin yerli yerine oturmasını beklememiz gerekecek.

Ordu içerisinde darbe kültürünün yeniden filizlenmesini engelleyecek temel noktalardan birinin ordunun tıpkı diğer devlet kurumları gibi ‘ele geçirilecek bir mevzi’ olmaktan çıkarılması olduğu söylenebilir.

Emir-komuta prensibinin korunduğu, ama eski dönemlerde olduğu gibi ‘rejim bekçiliği’ yapan bir ordu anlayışı, darbe kültürünün sona ermesini sağlayamaz.

Kaldı ki, milletin değerleriyle barışık halde olmanın bir rejim sorunu üretmediği son yıllardaki tecrübelerle de sabit hale gelmiş durumda.

Ordunun ve diğer kritik devlet kurumlarının ‘ele geçirilecek mevzi’ olmaktan çıkarılmasının en ideal yolu da, bu kurumların Türkiye sosyolojisinin ortalamasına uygun bir yapılanmaya tabii tutulmasından geçer.

Yani demek istiyorum ki, bu kurumların ehliyet, liyakat ve yeterlilik ölçüleri doğrultusunda her vatan evladına açık tutulması gerekir.

Bu denge gözetilmediği zaman, ele geçirilmiş mevzilerden ya Kemalizm çıkıyor, ya da FETÖ…

Yorumlar1

  • Vurucu 5 yıl önce Şikayet Et
    Harika bir yorum teşekkürler...
    Cevapla Toplam 3 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat