15 Temmuz kahramanlarına o kadar çok borcumuz var ki…

.

  • GİRİŞ17.07.2018 07:45
  • GÜNCELLEME18.07.2018 07:36

Pazar günü 15 Temmuz kalkışmasının yıldönümüydü.

Kanal 7 de 7,5 saat süren özel yayınımızda gazileri, şehit yakınlarını ağırladık.

 

 

O menfur gecenin acılarını birlikte paylaştık.

Kanal 7 Haber merkezinin İstanbul ve Ankara ekiplerinin zengin içerikli haberlerini, dosyalarını yayınladık.

 

Söylemesi ayıp ben de biraz ağlama fobisi vardı.

Fobi dediğim normal zamanlar için değil, yayınlar süresince geçerli tabi.

Televizyon yayınları sırasında kendim ağlarsam, ya da karşımdaki konuk ağlarsa programı nasıl bitiririz diye bir korku kaplardı içimi.

Daha önce birkaç kere tam ağlamaya başlayacakken bu korku aklıma gelince yutkunarak kendimi tutmuşluğum vardır.

Bir iki kere de karşımdaki kişinin gözünden yaşlar döküldüğünü fark ettiğimde hemen hızlıca toparlayıcı cümlelerle o anların kısa sürmesini sağlamışlığım.

 

Pazar günü bu fobiyi üzerimden attım.

Hıçkıra hıçkıra değil de, hüzünlü bir şekilde ağlayarak da programın sürdürülebileceğini keşfettim.

Üstelik bunu 7,5 saatlik bir yayının belli aralıklarına sığdırarak yapabilmeyi başardım.

 

28 yaşında şehit olan Tolga’nın babası Tarkan beyle 15 Temmuz gecesine döndük.  

Dünyalık nimetlerden elini eteğini çektiğini fark ettiğim Ramazan Türkmentekin’den, yanı başında bir tankın namlusunun kafasına vurmasıyla şehit olan eşi Türkan hanımın şehadetini dinledik.

Kafasının içinde tank kurşunu ve şarapnel parçalarıyla yaşamaya devam eden Yusuf beyle, kalbinin iki santim altına isabet eden kurşunla çoktan barışmış olan Musa beyle konuştuk.

 

Konuşurken gözümde biriken, zaman zaman gözlüğümün altından yanaklarıma kadar inen yaşların ‘kalp yumuşatıcı’ etkisinden olsa gerek sesimin çatallaşmak yerine daha bir açıldığını fark ettim.

Yayın sırasında ağlama fobisiyle o şekilde barışmış oldum.

 

Almaya değil, olan kadarıyla vermeye, yük olmaya değil, yük almaya, hatta dünyalık bir karşılık beklemeden canlarını vermeye adanmış bu yüce gönüller için okuyucuyu cezbetme amaçlı cümleler kullanmak da gereksiz kalıyor.

 

Ama şunu bilelim.

Şu toprakların kokusuna hasta olan, havasından nefes soluyan, geleceğine umut bağlamış herkes olarak, hepimiz olarak bu kahramanlara ödenmesi çok zor borçlarımız var.

 

Ankara’dan memleket meselelerini izleyen bir gazeteci, 15 Temmuz sonrası ülkenin uçurumun dibinden geri geri adımlar atarak nasıl kurtulduğunu kolaylıkla fark edebilir.

15 Temmuz 2016’dan bugüne aradan geçen iki yılı gözünüzün önüne getirin.

Artık daha güvenli bir ülkede yaşadığımızı fark etmemiş olamazsınız.

İşte borçlar hanesine yazılacaklardan bir tanesi…

 

15 Temmuz başarılı olsaydı kimin başına neler gelecekti bilinmez diye düşünmeye başlayıp, başarısız olduğu için ne tür nimetlerle karşı karşıya kaldık diye sormaya başlamamız halinde ise, bu borç daha bir altından kalkılamaz hale geliyor.

 

İlk elden bir tanıklık olarak sunuyorum, bu sessiz kahramanlar hiçbir zaman biz öyle yaptık da böyle oldu demezler.

Sizin, bizim, hepimizin seslice ya da sessizce bu minnet duygusunu bir şekilde canlı tutmamız önemli olan.

Buna onların değil, duygu ayarlarını böyle bir iklime göre yapabilecek olanların ihtiyacı var.

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat