22 yıl sonra ‘kuvvet politikasına’ dönüş

  • GİRİŞ17.02.2020 11:10
  • GÜNCELLEME17.02.2020 11:16

Geçen gün dikkatimi çekti.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Pakistan dönüşü uçakta yaptığımız söyleşide Suriye ve İdlib sorusu sorulunca, söze Adana Mutabakatı’ndan girip şöyle demişti:

“Bizim elimizde kapı gibi bir Adana Mutabakatı var. Biz oraya Adana Mutabakatı çerçevesinde gittik. Hani ‘Siz oraya nasıl gidiyorsunuz, burası Suriye’nin topraklarıdır’ gibi yaklaşım gösterenlere bir cevaptır bu.”

Adana Mutabakatı’nın hikâyesini biliyoruz.

1998’de Şam rejiminin PKK’ya verdiği destek ve Abdullah Öcalan’ı barındırması karşısında Ankara’nın sabrı taşınca, adına ‘kuvvet politikası’ denilen bir yöntem devreye girmişti.

Hedefe ulaşmak için askeri yöntemler dâhil her türlü seçeneğin açık hale getirildiği bir politika diyebiliriz buna.

Günün sonunda bu yöntem işe yaradı, Şam rejimi Öcalan’ı ülkeden çıkarmak zorunda kaldı ve bugünlerde yeniden hatırlanan Adana Mutabakatı ortaya çıktı.

Bugün itibarıyla “Adana Mutabakatı’nın İdlib’le ne ilgisi var” sorusu sorulabilir.

Doğrudur, o zamanki sürecin odağında PKK tehdidi vardı.

Ancak anlaşma metni, her durumda Türkiye topraklarının Suriye kaynaklı tehditlere karşı korunması için Şam rejimine sorumluluklar yüklemekteydi.

Neydi bu sorumluluklar?

Mutabakatın sadece birinci maddesini hatırlatmak bile yeterli olabilir:

“Suriye, mütekabiliyet ilkesi uyarınca, kendi topraklarından doğan ve Türkiye’nin güvenliği ile istikrarını tehlikeye atan hiçbir faaliyete izin vermeyecek.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Elimizde kapı gibi bir Adana Mutabakatı var” derken, muhtemelen aklının bir köşesinde o mutabakatın birinci maddesinde yer alan bu giriş cümlesi vardı.

O anlaşmayla Türkiye’nin güvenliği ve istikrarını tehlikeye atacak hiçbir faaliyete izin vermeyeceğini taahhüt eden Şam rejimi, bugün o tehdidin bizatihi ‘odak noktası’ haline gelmiş durumda.

Dolayısıyla İdlib kriziyle Adana Mutabakatı arasında ilişki kurmayı ‘zorlama’ olarak değerlendiren bakış açısı, mutabakatın içeriğine bakınca boşa düşmüş oluyor.

22 yıl sonra yani bugünkü durum şu:

İdlib’de görev yapan Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının bir hafta arayla rejim tarafından iki kere saldırıya hedef olması Ankara’nın sabır taşını bir kere daha çatlattı.

Tam da bu noktada “Bugünkü durum ile 22 yıl önceki durum aynı mıydı acaba” diye sorulabilir.

Sorunun cevabı:

“Bir yönüyle evet.”

1998’de yürütülen politikanın adı ‘kuvvet politikası’ idiyse eğer, bugün yürütülmekte olan politikanın adını da aynı ifade ile tanımlayabiliriz.

Ama fazlası var, azı yok.

O dönemde her türlü seçeneğin açık olduğu net bir mesaj ile ortaya konurken, bugün o seçeneklerin ‘kuvveden fiile geçtiğini’ görmekteyiz.

Rejime ait helikopterlerin patır patır düşürülmesinin nasıl olduğu ve ne anlama geldiği gayet açık.

Hatırlayalım, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Çarşamba günü Meclis Grup Toplantısı’nda kelimenin tam anlamıyla bir ‘ültimatom’ açıklaması yapmıştı.

Şu sözlerle:

-Askerlerimize en küçük zarar gelmesi halinde, rejim güçlerini her yerde vuracağımızı ilan ediyorum.

-İdlib’de uçan uçaklar artık rahat hareket edemeyecek.

-Şubat sonuna kadar rejimi, gözlem noktalarımızın gerisine çıkartmakta kararlıyız.

Şam rejimine dönük ‘kuvvet politikası’ Ocak sonundan itibaren İdlib bölgesine yapılan askeri yığınakla kendisini belli etmişti.

Rejimin saldırılarının ardından, geri adım atmak şöyle dursun, içerideki birliklerin durumu ağır silahlarla daha da güçlendirildi.

Bir taraftan da Türkiye’ye müzahir muhalif grupların imkân ve kapasitesi artırıldı.

Son birkaç gündür rejim helikopter kaldıramaz hale geldi.

Diğer taraftan Ankara’nın ortaya koyduğu irade, böylesi durumlarda Türkiye’nin ‘elinin ne kadar ağır olabileceğini’ göstermekten ibaret olmadığı anlamına da geliyor.

İkinci bir kararlılık noktası daha var.

O da şu:

Rejim, 2018 Eylül ayında Soçi’de çerçevesi çizilen anlaşma zeminine geri dönecek.

Buna etrafı kuşatılan TSK’ya ait gözlem noktalarının bulunduğu yerler de dâhil.

Peki, bu yapılmazsa ne olacak?

O durumda Ankara, bu işi güç kullanarak yerine getirecek.

Taviz var mı?

Cumhurbaşkanı’nın cumartesi akşamı yaptığı açıklamadan iki paylaşım yapalım, kararı siz verin.

“Bu işi dostlarımızın desteğiyle gerçekleştirebilirsek memnuniyet duyarız. Bu işi zor yoldan yapmamız gerekiyorsa ona da varız.”

“Rejim daha önceki anlaşmalardaki sınırlara çekilmezse şubat ayı bitmeden biz bu işi yapacağız.”

Yenişafak

Yorumlar5

  • tanju 4 yıl önce Şikayet Et
    ABU DABİĞDEPATLIYACAK BİR BOMBA bae çökertir
    Cevapla
  • sabır 4 yıl önce Şikayet Et
    Allah milletimizin yardımcısı olsun. Düşmanların kalbine koku salsın
    Cevapla Toplam 6 beğeni
  • selahaddin 4 yıl önce Şikayet Et
    Ya hu vurun . Sam a kadar gidin . Lazkiye dahil her tarafi vuralim millet olarak sefere cikalim
    Cevapla Toplam 9 beğeni
  • Metin 4 yıl önce Şikayet Et
    Vurun Allah için din için vurun. 1 milyonluk cihad ordusu kurun. Amerika, İran, Bae, Hindistan, Esed vs.. hepsini vurun.
    Cevapla Toplam 11 beğeni
  • SURİYE 4 yıl önce Şikayet Et
    Bölgeye adeta korona virüsü bulaşmış gibi, Suriyeye müdahale etmek istemiyoruz ama şartlar mecbur bırakıyor. Suriye adamakıllı yönetilse, komşuluk ilişkilerine dikkat edilse ne işimiz var, 4 milyon mülteci kabul etmişiz bir o kadar da gelme riski var, oradaki insanlar rahatsız edilmese, şartlar Türkiyeyi zorlamasa da keşke savaşa harcanacak parayı bölgenin kalkınmasına harcasak.
    Cevapla Toplam 20 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat