İran'ı bekleyen Firaz'dır amma ...

  • GİRİŞ09.10.2015 12:15
  • GÜNCELLEME10.10.2015 09:46

O yazıda, MS, 613-14 yılında (yine son bahardı) İranlı Sasanilerin (Persler), Bizansı (yani Rumu= Anadoluyu)  yenilgiye uğrattığı savaşa atıfta bulunarak, “Rum yani Anadolu yenildi amma, sonunda galip gelecek ve gerçek manada gülecek olan Türkiye’dir” demeye getirdim.  Şimdi bu yenilginin katmerleştiği, Ruslar (asıl müsebbibin Batı olduğu ve Rusya’nın Batı adına taşeron hizmeti gördüğü unutulmamalı!) sayesinde İran’ın, küstahlığını zirveye taşırdığı şu günlerde bu yazıyı yenileme ihtiyacı duydum… Çünkü mesele artık Suriye’ye bir çare bulmaktan çıktı, Türkiye’nin yalnızlaştırılmasına dönüştü…

(Evet, Suriye’de İran, önünde sonunda mağlup olacak, Batı ile ittifakı da onu kurtarmayacak. Ancak Tayyib beyin de derin bir yalnızlaşmaya itildiği, eski tüm dostlarının onu yalnız bıraktığı gözden kaçırılmamalı! İran’ın bu oyunda gönüllü rol alması, kendisi için uluslararası arenada bu kadar çaba harcamış Tayyib beye bunu yapması şık değil! Sayın Cumhurbaşkanımız, Putin dahil eski tüm dostlarının onu neden yalnız bıraktıklarını muhakkak ki değerlendiriyordur!

Kur’an’ın Mucizesi

Ben size kısaca MS 614’da başlayıp 632’ye kadar devam eden Pers ve Rum savaşlarından söz edeyim ki işin, önünde sonundu Allah’a ait olduğuna bir kere daha kanaatiniz gelsin.

Hz. Peygamberin (asv)’in üç veya dördüncü nübüvvet yılıydı. Mekkeli müşrikler fakir ve kimsesiz Müslümanlara Mekke dışında bir tecrit uygulamışlardı. İnananlar açısından son derece zor ve umutsuzluk dolu yıllardı. Açlık ve sefalet hâkimdi. Müşrikler böyle yaparak, onların, Hz. Muhammed’e (sav) inanmaktan vaz geçeceklerini umuyorlardı. Nübüvvetin 3üçüncü yılını 4düncü yılına bağlayan sonbahardı.

Persler (İran), iki koldan Bizans üzerine yürüdüler. Biri Suriye ve öteki Kafkaslar olmaz üzere iki koldan Bizans (O zamanki Rum)  topraklarına girdiler ve Bizans’ı per perişan ettiler(MS 614). Ateşperest İran’ın galip kumandanları, zafer sarhoşluğuyla şöyle bir barış teklifinde bulundular Rum’a:

“İmparator, İranlılar tarafından istenecek her şeyi verecektir. (Bugünün imparatorları da İran’a istediğini verdiler. Hem dostluk elini uzattılar hem de 140 milyar dolarını serbest bıraktılar. Amaç Müslümanlara zarar vermek olunca Batı ile İran daima ittifak etmiştir. Birkaç satır sonra anlatacağım)  Bu cümleden olarak bin yük altın, bin yük gümüş, bin yük ipek, bin at, bin kadın teslim edecektir…”

Bizans, bütün bu aşağılayıcı şartları kabul etmiş, bu esaslar üzerinde barışı imzalayacak delegeler göndermişlerdi. Bu delegeler, İranlıların yanına vardıkları zaman Pers Hükümdarı Husrev, şu sözleri de söylemişti: "Bu yeterli değildir. Bizzat imparator Hirakl[1], karşıma zincirler içinde gelerek, ‘asılıp çarmıha gerilmiş ilâhına’ karşılık ateşe ve güneşe tapmalıdır."

İşte İran, Rum’u böyle utançlı (bugün Türkiye’nin içine düşürüldüğü hal gibi) bir yenilgiye uğratmıştı. Rum’un, birkaç yıl –bid’a sinîn- içinde toparlanıp, İran’ı yeneceğini hiçbir akıllı insan söyleyemezdi!

İran’ın bu zaferi, sadece İranlıları zıvanadan çıkarmamıştı, onun Mekkeli yandaşları olan Müşrikleri de sevindirmişti (İktidarın içine düştüğü durumdan kendilerine övünç çıkaran bugünkü muhalefetimiz gibi). Bu durum, zaten zor bir çaresizlik içinde bulunan bir avuç Müslümanı üzmüş ve morallerini de bozmuştu. Çünkü müşrikler, “Nasıl ki bizim gibi müşrik olan İran sizin gibi ehli kitap olan Hristiyanları tepelemişse biz de sizi tepeleyip, yok edeceğiz” diyorlardı. Müslümanlar da Resulluah da söylenenlerden rahatsızlık duyuyordu… İşte Rum suresinin ilk beş ayeti tam o sırada indirildi. Şöyle deniyordu ayetlerde:

“Elif, Lam, Mim[2]. Rumlar yakın bir yerde mağlup oldular. Ama bu yenilgilerinden sonra galip gelecekler. Birkaç yıl içinde. Çünkü işleri karara bağlama yetkisi, başında da sonunda da Allah’a aittir. O gün, müminler de, Allah’ın verdiği zafer sayesinde sevinecekler. Allah dilediğini muzaffer kılar. Zira O, Azîzdir, Rahîmdir (mutlak galiptir, sınırsız merhamet ve ihsan sahibidir.) Bu, Allah’ın va’didir. Allah verdiği sözden caymaz, fakat insanların ekserisi bunu bilmezler."(Rum, 30/1-5)

Bu ayetler inince Müslümanlar sevindiler. Hatta Hz. Ebubekir ünlü müşrik Übeyy bin Halef ile iddiaya girdi. Ayette geçen ve 3 ila 9 yıl arasında bir zamanı temsil eden ‘bid’a sinîn’ ifadesini 3 yıl olarak tahmin eden Hz. Ebubekir, Rumların üç yıl içinde İran’ı mağlubiyete uğratacağını iddia etmiş ve iddiası çıkmazsa 10 deve vereceğini taahhüt etmiştir. Übeyy de “eğer sen doğru çıkarsan ben sana 10 deve vereceğim” demiş.

Sonra Hz. Ebubekir Resullahı bu durumdan haberdar edince Peygamberimiz, Hz. Ebubekir’e, “git süreyi dokuza, develeri de 100’e çıkar” buyurdular. Übeyy bu teklifi de kabul etti…

Ünlü İngiliz tarihçi Gibbon’un “Kuran’ın Mucizesi” başlığı altında anlattığı hadiseyi, ben size özetleyeceğim:

Bizans kralı Hirakl bu ağır yenilgiden sonra hayatını düzene sokmaya başlar. İşreti, eğlenceyi bırakır. Ordusunun başına geçer ve tam bir disiplin içinde askerini eğitir. Hakikaten de 9 yıl sonra İran’ın üzerine yürür ve onu tar u mar eder. İran’ın mağlup olduğu günlerin aynı tarihlerinde Müslümanlar da müşrikleri Bedir’de ağır bir hezimete uğratırlar.  Ayette geçen “o gün müminler de Allah’ın verdiği zafer sayesinde sevinecekler” ifadesi de tam haber verildiği şekilde tahakkuk eder!

İslam’a Karşı İlk İran ve Batı İttifakı

MS. 613 ten başlayıp 627 yılına kadar devam eden bu Rum ve Pers savaşları sonunda  Rumlar, tüm kayıplarını geri aldılar ve Fırat yeniden iki ülke arasında sınır çizgisi haline geldi. Fakat bu arada başka bir gelişme oldu. Artık bu coğrafyanın, inşallah ta kıyamete kadar sürecek hakiki sahipleri; Müslümanlar, sahnede görülmeye başladılar. Müslümanlar muazzam bir iman ve mücadele azmi ile hem Bizans’ı hem de Persleri tehdit etmeye başlamışlardı.

Ve ne oldu biliyor musunuz?

Asırların bu düşman güçleri Pers ve Bizans, (tıpkı bugün olduğu gibi) Müslümanlara karşı ittifak ettiler. (O gündür bugündür, Batı ne zaman Müslümanlar karşısında bir zorluğa düşse, veya pozisyonunun kaybedecek olsa Şii İran onun imdadına koşmayı görev bilmiştir. Haçlı seferleri sırsısında da Haçlılara bu hizmeti sunmaktan geri durmamışlardır! Tabi Bizans (Batı ittifakı) da İran’ı asla yalnız bırakmaz. İşte gördünüz, nasıl da unuttular atom matom bahanelerini ve İran’la ‘kanki’ oldular kısa sürede Avrupa ve Amerika!) Aşağıdan yukarıya doğru tırmanan İslam orduları karşısında -tıpkı bugün de Türkiye karşısında işbirliği yaptıkları gibi- işbirliğine gittiler.

MS 633 yılı itibarıyla Müslümanlar, hakimiyet alanlarını Fırat vadisine kadar genişletmişlerdi. Fakat vadide Pers İmparatorluğu'nun ileri karakol olan Firaz garnizonu da bulunuyordu. ‘Allah’ın Kılıcı’ unvanını hak etmiş ünlü sahabi komutan Halid bin Velid (ra), Persleri bu noktadan olabildiğince uzağa sürmeye karar vermişti. Bu amaçla Firaz'a doğru 15 bin kişilik ordusuyla yola çıktı. 633 yılının Aralık ayının ilk haftasında bölgeye ulaştı. Firaz, Pers İmparatorluğu ve Bizans arasında bir sınır bölgesiydi. Persler kadar Bizanslılar da orada konaklıyorlardı. Müslümanların bölgeye yaklaştığını gören Bizans garnizonu, Pers garnizonuna yardım etmeye karar verdi.

Pers, Bizans ve bölgenin Hıristiyan Araplarından oluşan koalisyon güçleri Müslümanlardan sayıca on kat fazlaydı. Koalisyonun ezici üstünlüğü ve gücüne güvenen Bizans generali, Halid bin Velid'e “kayıtsız şartsız teslim olma”yı öneren kibirli, aşağılayıcı bir mesaj gönderdi. Halid bin Velid, elçilere iyi davrandı. “Generalinize selam söyleyin, Cevabı savaş meydanında vereceğim!” dedi.

İslam’a karşı Batı, İran’ın ve yerli işbirlikçilerinin ilk ittifakı olan bu Firaz Savaşı’nda Halid bin Velid’in askerleri 15 bin kadardı. Halid (ra), her zamanki dehşet verici süratiyle 140 bin kişilik ‘Batı, İran ve yerli işbirlikçi ittifakı’nı birkaç saat içinde bozguna uğrattı. Bizans ordusunun askerleri dehşetten kurtulmak için kendilerini Fırat suyuna attılar ve çoğu da boğularak öldüler. Pers ordusu –(ki zaten birkaç yıl sonra Pers-Sasani/İran diye bir şey kalmayacak, çünkü İran, bütünüyle İslam toprakları olacaktı)-  nerede ise imha olmuştu.

Batı Ligi İçinde Kalarak Mazlumlara Çare Olunmaz

Bugüne gelince… Rusya’nın durumu sizi şaşırtmasın… Rusya yanlış yerde değil. Türkiye yanlış yerde duruyor. Buna emin olun. Evet, Rusya’nın masum insanları vurması kabul edilebilir değildir. Ama unutmayın başta bizim ve İslam dünyasının şu hale düşmesi Rusya’nın eseri değildir. Batının eseridir. Ve yazık ki Türkiye hala o ittifakın içinde yer alıyor, kendini oradan çıkaramıyor! Türkiye, Rusya’nın da aynı oyunun içinde olduğunu bilmez gibi, ‘Batı’ yanında yer alıp Rusya’ya ültimatom veriyor.

Osmanlının yıkılmasını sağlayan Batıdır. Suni şekilde Müslümanlar arasına şu sınırları çizen Batıdır. Başlarına kendi işbirlikçilerini getirip bu halkları birbirine kırdıran Batıdır. İsrail’i getirip orada zorla ibate ve ihya eden Batıdır. İslam dünyasının tüm imkanlarını iki yüz yıldır sömüren Batıdır. Türkiye’yi son 35-40 yıl içinde gerek PKK karşısında gerekse dış politikasında zora düşüren açığa düşüren Batıdır... Suriye ile son derece iyi ilişkiler içinde bulunan Türkiye’yi şu hale düşüren de Batıdır ve Türkiye’nin Batıya olan -artık utanılacak boyutlara ulaşan- güvenidir veya zorunluluğudur!

Evet, Osmanlının yıkılışında Batı, Rus ayısının gücünden epey yararlanmıştır amma İslam dünyasının bugünkü keşmekeşliğinin müsebbibi Rusya değil Batıdır. Hatta Rusya olmasaydı belki Batılılar Müslümanların elinde bu kadar da imkân bırakmayacaklardı!

“Rum yenildi amm…” başlıklı yazımda şu satırlara da yer vermişim (16 Eylül 2013):

“… insanlığın kurtuluşuna medar olacak zemin yine Anadolu'dur. Anadolu Rum'dur. Rum, bir kere daha Suriye'de yenilmiştir. Yine arka planda İran vardır. Bu şu demektir, İran'ın Suriye meselesinde takip ettiği mevcut politika, Türkiye'nin takip ettiği acil yaklaşımları mağlup etmiştir. Ama bu uzun sürmeyecektir. Rövanşı gelecektir. Ancak bunun için Rum'un, yani Türkiye'nin behemehâl safını ve duruşunu gözden geçirmesi gerekmektedir.

Esasında Türkiye'nin Asya ligi içinde yer almasının zamanı da geldi. Çünkü Osmanlı mağlup edildiğinde, biz mazlumlar safına geçmiştik. Eğer o gün Almanlarla birlikte biz galip gelseydik, şu zalim ve insan tabiatıyla ters batı medeniyetinin Asya'daki temsilcisi biz olacaktık. O savaşta yenilerek, mazlumlar safına geçtik. Onlara müşevveş bir mazi düştü bize parlak bir gelecek! Ancak bizim o geleceğin varisi olabilmemiz için, Batı'nın kapı kethudalığından kurtulmamız lazım.

Yazık ki Türkiye, aklını bir türlü devşiremiyor. Hadi diyelim Cumhuriyetin ilk yıllarında Batı'nın etkisinde kalmamız normaldi. Mağlup olmuştuk ve bize bir yığın şey dayatmışlardı. Devletimizin devamı ve bağımsızlığımız karşılığında dinimizi rüşvet vermeyi kabul ettik. Peki ya şimdi? Neden hala eş başkanlıklara falan soyunalım ki. Türkiye artık safını tutmalıdır. Sayın Erdoğan'ın, Şanghay Beşlisi konusunda yaptığı çıkış fevkalade yerinde idi… Artık Türkiye kendi coğrafyasına dönmeli. Avrupa ve Batı, bize eski hasta adam gibi davranmaktan vaz geçmiyor. Bizim taleplerimizi ve taahhütlerimizi kale almıyor. Türkiye Avrupa'nın ipiyle indiği her kuyuda boğuldu. Akıllanmıyor. Veya bağımsız hareket etmesine fırsat verilmiyor.

Irak'ta hezimete uğrayan Türkiye oldu. Şimdi görüyorum ki Suriye'de de kelimenin tam anlamıyla hezimete uğradık. Muhalefetin hep yaptığı gibi, bunun sebebini sadece Ak Parti'ye ve onun politikalarına yıkmak insafsızlıktır. Zira Türkiye'nin ta Lozan'a ve Birinci Dünya Savaşı’na dayanan gizli taahhütleri vardır. Ve yazık ki, geçen 90 yıl boyunca gelen hükümetler bu gizli bağları çözmeye yetecek irade ve ekonomik varlık gösteremediler.  Tayyip Bey örneğinden görülüyor ki, liderin bireysel cesareti de yetmiyor. Türkiye'nin bilim ve üretim açısından da yeterli hale gelmesi gerekiyor.

Türkiye, Batı Ligi içinde kalarak Asya'da sözünü dinletemiyor. Esasında Batı müsaade etmiyor, etmeyecek. Onlar bizim, kendi kapılarında uşak kalmamızı yeğlerler. Kader de bizi zorluyor ki ‘efendi’ olalım.

Defolarca yazdım, medeniyete sahiplik etmek bir doğuya geçmiş bir batıya. Şimdi Doğu'nun sırası geliyor. Eğer Türkiye ciddi pozisyon almaz ve vaktinde davranmazsa, Asya Medeniyetinin ana kurucuları arasında yer alamayacak. Bu, İsrail'i çok sevindirir.

İsrail'in çıkarları bizim Batı bloku içinde kalmamızı gerektiriyor. Çünkü biz onlara bağlı kaldıkça İsrail için sıkıntı yok demektir. Nitekim de öyle oluyor.

Türkiye artık Asyalı olduğunu, Müslüman olduğunu ve Simurg'u oluşturan kuşlara katılıp bu mazlum milletleri geleceğe uçurması gerektiğini anlamalıdır. Bunu yapmak zorundadır. Çünkü Rum Suresi bir kere daha tahakkuk edecektir.” (16 Eylül 2013)

Türkiye Doğru Yerde Değil!

Ama Türkiye yazık ki hala, kendisini felakete götüren, ecelini hazırlayan batı ittifakı ile birlikte hareket ediyor. Onlarla birlikte bildirge yayınlıyor.

Sanki Suriye’yi bu hale getiren onlar değil. Sanki Türkiye’ye rağmen Esed’i ayakta tutan onlar değil. Sanki Irak’ı parçalayıp İran’a peşkeş çeken onlar değil. Sanki İslam dünyasını terörist örgütlerle tar u mar eden batı değil. Türkiye yazık ki “katiline âşık olan kurban” psikolojisinden çıkamıyor!

Adamların en büyük derdi Sensin! Çünkü Türkiye olarak sen ayakta kaldıkça ve direnç gösterdikçe diğer mazlum halklar da direnebiliyor. Bunu görüyorlar.

Arabistan da Tezgaha Alındı

Şimdi Arabistan’ı da çembere almaya başladılar. Çünkü yeni kral Selman, Sünni ittifakına ve İslam ittihadına önem veren biri… 

Bugüne kadar korudukları Arabistan’a yani Kral Salman’a şimdi neden yükleniyorlar?

Çünkü Selman, tamamen Batının boyunduruğundaki Arabistan’ı ve onun güçlü sermayesini -en azından bir kısmını- kendi bölgesine ve Türkiye’ye yöneltmek istedi. Geldiğinden bu yana hakikaten İslam lehine bir şeyler yapmaya çalışıyor. O yüzden İran’ı Yemene musallat ettiler. Yemen üzerinden Arabistan’ın sinir uçlarına dokunmaya başladılar. Kebenin avlusunda yaşanan vinç olayı, Minada yaşanan ve nerede ise kasıtmış gibi görünen kazalar hiç maksatsız değildir.

Cengiz Hanı İslam dünyasına saldırmaya mecbur eden Otrar faciasıdır malum. Harizmşahların Otrar valisi, Harizimşah Alaeddin Tekiş’i Celaleddin Harzemşahı veliahd tayin etmekten vaz geçirmek için böyle bir düzen yapmıştı. Alâeddin Tekiş’i içeriye ve dışarıya karşı zora sokmak için, Cengiz Hanın dostluk adına Harzemşah ülkesine gönderdiği 400 tüccarı bir gece baskını ile kılıçtan geçirmişti. O olaydı, islam medeniyetini zir u zeber eden Cengiz istilasını Müslüman yurtlar üzerine çeken!

Tıpkı o olaya benzer hadiselerin Arabistan’da yaşanması sizi hiç şaşırtmasın. Bu yaşanan olaylar da -içerdeki işbirlikçileri sayesinde- Batı tarafında istenmeyen Kral Selman’ı zora düşürmek amacını taşımaktadır. İran’ın, ‘4 bin kişi öldü’ şeklindeki yalancı ciyaklaması da bu yüzdendir. Şii İran, tarih içinde kemal-i sadakatle batıya hizmet etmiştir ve görülüyor ki bu gün dahi ediyor!

O gün nasıl Otrar faciası masum Harzemşahları ve Alaaddin Tekiş’i kabahatli hale düşürme operasyonu idiyse bugün de Arabistan’da yaşananlar öyledir. Çünkü Batı, Türkiye’ye destek veren herkes gibi Kral Selman’ı da cezalandırmak istiyor tıpkı Katara yaptıkları gibi!

Tuzak üstüne tuzak kuruyorlar. Bizim ahmaklıklarımız da tuzu biberi. Ama inşallah Firaz Savaşı çok yakındır. Bir Halid bin Velid çıkar ve İran Bizans ve Yerli İşbirlikçi İttifakına haddini bildirir.

Allah Nurunu Tamamlayacaktır

Şunu unutmayın. Allah nurunu tamamlayacaktır. Bu muhakkak olacaktır. Yeter ki biz ona layık olalım.

Mamafih bu millet hıza o liyakate doğru gidiyor. İdarecilerimiz de yeterince ferasetli olsa gayeye varmak daha da hızlanacak.

Bakın şu kadar masum can telef oluyor. İslam dünyasında kan ve göz yaşı dinmiyor. Bunlar bir bedelin ödenmesi ise, önünde sonunda bedel bitecek. Ve İslam âlemi, kader nezdinde masum ve temiz hale gelecektir. Çünkü bu kanlar islam toplumlarının manen de temizlenmesine hizmet ediyor.

Bu manevi temizlenme gerçekleştiğinde iş biter. Meşhur bir anekdottur: Hülagu, Bağdatı yakıp yıktıktan sonra bir İslam alimine sorar, “ Bizi buraya getiren, size musallat eden nedir?” diye.

O zat “Sizi buraya getiren günahlarımızdır!” der. Hülagu bu sefer de “Peki” der, “Bizi buradan nasıl göndereceksiniz?”  Cevabı nettir:

-Biz ahlakımızı ve hayatımız Kur’an’a uydurmaya başladığımızda siz gidersiniz veya bize tabi olurusunuz!

İşte mesele bu!

[1] Hirakl, Peygamberimizin mektubunu ve elçilerini hoş karşılayan Herakliyustur! (MAB)

[2] Bu üç harf ile ilgili küçük bir izah için bak (http://www.haber7.com/yazarlar/mehmet-ali-bulut/1074494-rum-yenildi-amma)

Yorumlar13

  • Mahi 8 yıl önce Şikayet Et
    Allah sizi başımızdan eksik etmesin! İki cihanda aziz olun inşaallah hocam!...
    Cevapla
  • cahil 8 yıl önce Şikayet Et
    hocam bu yazi eksik. herkeze rol bicmissiniz ama hikayede eksik kisimlar kalmis. sizin akliniz bilginiz bu hataya manidir. demekki diliniz varmamis ve sirf bunun icin de mesulsunuz. kabul edin veya kendinize makul sebep uretin ama sizi takip eden bu kadar insanin vebalide sizin uzerinizde.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Uyan Müslüman 8 yıl önce Şikayet Et
    Allah razı olsun hocam daha sık yazın diyeceğim ama aynı tadı vermez mi diye düşünüyorum açıkcası
    Cevapla
  • Hatıra 8 yıl önce Şikayet Et
    Hergün yazdınızmı diye bakıyorum inanın son günlerde içimii yazılarınız ferahlatıyor inşallah sonumuz iyi olacak hocam
    Cevapla Toplam 3 beğeni
  • Yaşar AKÇAY 8 yıl önce Şikayet Et
    Amin. İnşallah...
    Cevapla Toplam 2 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat