Yeni müfredat programı ve evrim teorisi

  • GİRİŞ24.03.2017 08:44
  • GÜNCELLEME25.03.2017 09:12

Yeni Müfredat programıyla ilgili tartışma ve önerilerde “Evrim Teorisi ya da Darwinizm” konusu sanki müfredat programının “olmazsa olmazıymış” gibi bazı çevrelerce ön plana çıkarıldı.

Evrim teorilerinin ortaya atıldığı dönemlerden bu yana bilim dünyasında çok büyük gelişmeler yaşandı, çok şeyler değişti. O zamanlar, canlı vücutlarındaki farklılıkların, organlar seviyesinde tesadüfen meydana gelen ve milyonlarca sene boyunca birbiri üzerine eklenen küçük değişmelerle cereyan ettiği, fazla itirazla karşılaşmaksızın ileri sürülebiliyordu. Günümüzde ise, canlı varlıkların vücudundaki en küçük bir değişmenin bile organlar değil, molekül seviyesinden başlamak üzere son derece ince, programlı ve hataya tahammülü olmayan farklılaşmaları icap ettirdiği çok iyi bilinmektedir.

Darwin özetle diyor ki: “İnsan başlı başına bir varlık olmayıp başka bir canlı türden (maymundan) türemiştir”.

Biyoloji bilginleri yeryüzünde 1 milyonun üzerinde canlı türü, 300 binin üzerinde bitki çeşidi tespit etmişlerdir. Bu sayının, gün geçtikçe yeni bulgularla artması muhtemeldir. Evrim teorisi, bu kadar canlının ortaya çıkışını “tesadüfe” bağlıyor. Darwin “canlılarda rastgele, şansa ve tesadüfe bağlı olarak meydana gelen değişimler, değişik canlı türlerin ortaya çıkmasını sağlamış, tabiatta ‘zayıf ve dayanıksız’ olan canlılar ‘Tabii Seleksiyon’ sonucu ayıklanıp gitmişlerdir” demektedir. Paris Üniversitesi Biyoloji Enstitüsü müdürlerinden Prof. Dr. Etiene Rabud, bu konuda: “Darwin’in düşünceleri doğru çıkmıyor. Zira hayat kavgasında güçlülerin seçilip zayıfların ayıklanması diye bir durum yoktur. Örneğin bahçe kertenkelesi uzun dört ayağı ile hızlı koşar. Ayakları sayesinde çok çeviktir. Oysa ayakları çok kısa, sanki sürünen, kendini zor taşıyan kertenkelelerde vardır. Hele bir kertenkeleden başka bir şey olmayan köryılanın ayakları hiç yoktur. Bu üç kertenkele tipi ayaklarına varıncaya kadar aynı vücut yapısına sahiptirler. Aynı gıdayı alırlar. Aynı hayat şartları içinde, aynı ortamda yaşarlar. Bu hayvanlar çevrelerine uymuş olsalardı, organların bu derece birbirlerinden farklı olmaması gerekirdi. Bahçe kertenkelesi, ortam ve gıda şartları aynı olduğu halde, ötekileriyle karşılaştırılınca daha çok uygun durumdadır. Yaşamaya daha kabiliyetlidir. Diğerleri ise organlarının izin vermeyişine rağmen yok olup gitmemişler, Tabii seleksiyona uğramamışlardır”(1) demektedir.

Darwin, “Dinazor” gibi güçlü bir hayvanın “Tabi Seleksiyona” uğramamasını izah edebilir mi? Canlılar hareket etmek zorunda oldukları için mi ayaklara sahiptirler? Yoksa ayakları olduğu için mi hareket etmek zorundadırlar? Canlıların görmek için mi gözleri vardır? Yoksa gözleri olduğu için mi görmektedirler? Bu soruları çoğaltmak mümkündür.

Rahmetli Prof. Dr. Ayhan Songar, “tekamül olayını Dünyamız hazırlandıkça yeni yeni canlı cinsleri yaratılmış, her gelen nesil her yaratılan tür, kendisinden sonrakilerin yaşaması için gerekli olan vazifesini yapmış, ömrü bitince de bu dünyadan kaybolup gitmiştir.” şeklinde açıklama yapmıştır.(2)

Evrim Teorisi’nin aklıselim batılı bilim adamları tarafından dahi çürütüldüğü bir dönemde maalesef bu konuyu gündemde tutan, hatta gazetelerdeki köşesine taşıyan; batıdan da batıcı sözde aydınlarımız mevcut. Doksan yıllık eğitim-öğretim hayatımızda “evrim teorisi” okutuldu. Okutulmakla kalmadı bir tez olarak savunularak ideal bir düşünce haline getirildi. Gelinen nokta da bu tartışma ve dayatmaların birey ve topluma ne gibi katkısı olmuştur? Evrim teorisinin bilimsel yaklaşım ve akılla ilgisinin olmadığı gibi, inanç sistemimiz ve değerlerimizle de hiçbir alakası yoktur. Tecrübe, deney, sağduyu ve en önemlisi akıl bu teorinin anlamsızlığını ifade etmektedir. Dışarı bakan insan tefekkür eder tahayyül eder, ancak kendine bakan insan uyanır, kendinin ve yaradılışının farkına varır.

Batıdaki eğitimin dîni temellerden soyutlanarak akla ve bilime dayanan değerler üzerinde geliştiği söylemi tamamen aldatmacadır. Dîni eğitimin yasaklanarak akıl ve bilimi önceleyen hiçbir batı ülkesi mevcut değildir. Bunun tek istisnası Türkiye’dir. Ama bu anlayış son yıllarda değişmeye başlamıştır.

Darwinizm’in Marksist ideolojiye desteği güçlüdür. Karl Marks, “Rönesans”ın ürünüdür. Rönesans, Hıristiyanlığa acımasız bir savaş açmıştır. Tahrif edilmiş Hıristiyanlık düşüncesinde, eleştirilere alan açan yanlışlıklar vardır. Ancak Marks, buradan hareketle genel olarak dine karşı tasarlanmış bir projenin Darwin’den sonra önemli bir ayağını oluşturmaktadır. Marks, “Doğanın, toplumun ve tarihin yasaları aynıdır,  doğadaki çatışma ve ayıklanma, toplumda sınıfsal çatışmaları ortaya çıkarır” diyerek, “insanı, ekonomik bir hayvan” olarak ele almış, “iktisadi işler temelli, alt yapıdır” demiştir.

Engels de “bilim bize doğada diyalektik evrim süreçlerinin olduğunu” söylüyor. Sömürücü seküler batı medeniyetinin “arka bahçesi” sadece Marks, Darwin, Engels değildir. Bu konuda, birbirini tamamlayan bir diğer ayak Sigmund Freud “insanın ruhi-manevi boyutlarını inkar” etmekle işe başlar ve her şeyi “bedensel işleyiş” ve “cinsel ilişki” ile izah eder.

Pozitif bilgilerin toplandığı bütünsel doktrini, pozitivizm olarak ifade eden August Comte, biraz daha ileri bir adım atarak “pozitivizmi” bir insanlık dini olarak önerir.(3) 19 yy. pozitivizmi Spencer ve S.S Will gibi düşünürler de Comte’nin açtığı çığırdan devam etmişlerdir.

Descartes, sisteminde bilim “ideolojik bir kavramla, ilahi hakikatin karşılığı olarak kullanılmıştır. Yani “bilim dışında hakikatin olmadığını” ifade eder. Bu ironik ifadelerle Batı seküler ideolojilerin bilimsel (!) içeriklerine değindik. Oryantalizmin zihinsel egemenliği altında bulunan sözüm ona bazı bilginler! Neredeyse bilimi dine paralel bir otorite kabul ederek zihinsel bir köleliğe imza atmışlardır.

İsmet Özel, “…. oysa atomların matematik kanunlara uyması veya uymaması, termodinamiğin ikinci kanununun yaratılışa şu ve bu yorumu getirmesi inanç açısından bakılırsa birer safsata olmalıdır. İmanı kendi kaynakları dışında aramak benim görüşüme göre esaslı bir haddini bilmezliktir” diyerek zihinsel kölelere gerekli cevabı vermiştir.

Din-Bilim çatışması, seküler Batı medeniyetinin sorunudur. Galile’nin engizisyon önünde yargılanması, Kopernik’in kovuşturmaya uğraması, Newton’un kitabını yayınlamaktaki endişe ve korkusu; Batıdaki Din-Bilim çatışmasının somut örnekleridir. Yukarıda ifade ettiğim zihinsel köleler, seküler batının yaşadığı zihinsel buhranı, hiçbir ciddi araştırma ve inceleme yapmadan İslam’la özdeşleştirmeye çalıştılar. Oysa İslam’da Din-İlim çatışması yoktur. Aksine Müslüman bilginler, Batıda bilimin gelişmesine ve ilerlemesine hep kaynak olmuşlardır. İbn-i Heysem’den Harezmi’ye, Biruni’den İbn-i Sina’ya daha birçok bilgin buna örnektir.

Karl Marks, “Din afyondur ve sömürünün aracıdır” diyor. Oysa İslam tarihinde Peygamberlerin hayatına şöyle bir göz attığımızda bütün Peygamberlerin mevcut statükoya ve egemen sınıfa karşı mücadele ettiği görülür. Hz. İbrahim Nemrut’a, Hz. Musa Firavun’a, Hz. İsa Roma’nın yöneticilerine, Hz. Muhammed (SAV) Mekke’deki statükoya karşı amansız bir mücadele vermiştir. Hiçbir Peygamber, yerleşik düzenin ve mevcut statükonun aracısı olmamıştır.

Tahrifata uğramış Hıristiyanlıkla, batı medeniyeti bilimi, pozitivizmi (!) din olarak kabul edip sömürü düzenini devam ettirmek istemektedir. Maymunların ait olduğu takım primatlardır. Bin bir çeşit maymun vardır. Ama birden fazla insan çeşidi yoktur. Yani “Evrim Teorisi” olmadan da canlılar dünyası incelenmiştir, incelenmeye devam edilecektir.

Evrim, seküler paradigma üzerine kurgulanmış maddeci ideolojinin dünya görüşü olarak ifade edilmektedir. İnsan yerde yürüyen maymundan mı, ağaçlarda dolaşan maymundan mı, kertenkeleden mi, balıktan mı türediği gibi benzetmelere ve ütopyaya hiç gerek yoktur.

Allah önce Hz. Âdem’i topraktan yarattı, O’ndan da Havva anamızı yarattı. Allah (cc)’ın (toprak+hava+su+güneş=balçık) şekil verip, ruh ile canlı kıldığı ilk insan Hz. Adem (as)’dir. Ve O, bütün insanlığın babasıdır. İnsan, Âdem ve Havva’dan çoğalmıştır. İddia edildiği üzere biyoloji, fen bilimleri, coğrafya ve tarih gibi dersler adaptasyon, mutasyon, modifikasyon ve evrim teorisi kavramları olmadan okutulamaz, düşüncesi doğru değildir. Zaten taslak müfredat programında evrim hariç, mutasyon, modifikasyon ve adaptasyon yer almaktadır.

İnsanın yaratılış konusunda Tevrat, İncil ve Kur’an-ı Kerim birbirlerinden farklı bilgiler ihtiva etmemektedir. Konfüçyüs, Brahmanizm, Budizm ve Şintoizm gibi Uzakdoğu coğrafyasına ait dinlerde de “insanın yaratılışı” anlatılmaktadır. Kadim kültürler, farklılıkları yok sayan tektipleştirici bir yapıya sahip değildir. Asıl evrimcilik öğrencilerin tarih algısını alt üst etmektedir. Bundan 500 sene önce yaşayan insanın, tabiatı, evreni kavraması ile şimdiki bir mi? Değişen ve gelişen, insanın fikir yapısı ile üretilen araç ve gereçlerdir.

İnsanlık tarihi incelendiğinde şunu görmekteyiz: “Tek tanrı fikrinden çok tanrıcılığa doğru bir sapma olması sebebiyle, Allah zaman zaman peygamberler göndererek insanları “Tek Allah” yani “Tevhid” inancına davet etmiştir.

Aydınlanma, ilahi kitaplarla başlamıştır ve gelişmiştir. Kaynağı İlahi bir öğretiye dayanmayan hiçbir bilgi yoktur. Tarihi yöntemler her zaman analiz ve tartışmaya açıktır. Ancak “Evrim Teorisi”ne kodlananlar evrimi bir din gibi sunmaktan vazgeçemediler.

Allah (cc), “Biz her şeyi bir düzen içinde yarattık” buyuruyor. Evreni, canlı varlıkları ve insanı Allah’tan bağımsız ele almanız mümkün değildir. Evrendeki sistem; güneş, dünya, ay ve yıldızları, suyu, toprağı bilim adamları yaratmadı. Güneş’in, Ay’ın ve Dünya’nın dönmesiyle, günler, mevsimler ve ayların meydana geldiğinin keşfi yapıldı. Bu sonuca yaratma denemez bu bir tanımlamadır. H2O=Su, su vardı. Suyun H2O birleşenlerinden meydana geldiği bilim insanları tarafından bulunmuştur. Suyu yaratan Allah’tır.

İslam’ın bilgi sistematiği içinde bilginin merkezi ilahidir ve buna “Sünnetullah” denir. Bu, kainattaki düzen ve intizamı ifade eder. İnsan biraz önce ifade ettiğim üzere sistemi keşfediyor, günlük hayatta kullanıyor. Bu keşif ve icat süreci insanlık tarihi boyunca devam etmiştir/edecektir.

Evrimci bakış, seküler bir paradigma ile aklı, “tanrı”, bilimi de “din” yerine koyar. Yani, yeni bir din üretildi. Uslu, şöyle der: “Belli bir ontoloji ve epistemoloji tarihinin belli bir metot ile işletilmesi yolu, bilginin tek kaynağı kabul edildi. Bu yolla elde edilen hipotez, önerme ve teorilerle bilime dinin ayetleri muamelesi yapıldı. En ufak bir şüphe, eleştiri, sorgulamaya karşı argüman hızlıca ve tavizsizce aforoz edildi.”(4)

Bilimi ilahlaştırmak modernitenin çıkmazlarındandır. Bizim bu çıkmazda, kısır döngüde vakit kaybetmemizin bir anlamı yoktur. Bırakalım birileri atalarına maymun desinler. Bizim atamız Hz. Adem (as)’den başlayarak “ahsen-i takvim” düsturundan yaratılmış, “eşref-i mahlukat” ilahi tanımlamasıyla şerefli ve haysiyetli kılınmıştır. Devletin okullarında, inançlarına, vatanına, milletine, değerlerine sahip “faydalı insan” yetiştirilmesine çalışılmalıdır. Edep, irfan, ahlak ve bilgi insanı diğer canlılardan farklı kılan en temel değerlerdir. Aklımızı, yaratılmışların ideolojisi doğrultusunda değil asıl ve tek yaratanın razı olduğu alanlarda kullanmalıyız.

Yeni Müfredat programında “Evrim teorisinin” kaldırılmasıyla “eğitim ve öğretim” ideolojik ve akıl dışı bağnazlıktan kurtarılmış olacaktır. İnsanın en büyük keşfi ve ilmin en yücesi, yaratıcısını ve kendisini tanımasıdır. Vesselam.

 

Dipnotlar:

(1) Prof. Dr. Etiene Rebaud, Fenalar mı yoksa iyiler mi kalıyor? Bilim ve Teknik Haziran-1978, s.43-44.

(2) Prof. Dr. Ayhan Songar, Enerji ve Hayat s:37.

(3) La Cate’chisme Positiviste İlhan Kutluer, Bilimsellik Üzerine s:21.

(4) Cennet Uslu, Eğitimde Bilimcilik Bağnazlığı Makalesi 12.10.2016-Yeni Yüzyıl Gazetesi.

Yorumlar16

  • Esra kurtoglu 7 yıl önce Şikayet Et
    Kaleminize saglik.Cok tesekkurler...
    Cevapla
  • SEHER ERDEM 7 yıl önce Şikayet Et
    Bizlere katmis oldugunuz bu bilgilerden dolayi cok tesekkur ederim Ellerinize saglik Allah razi olsun
    Cevapla
  • Veysel yılmaz 7 yıl önce Şikayet Et
    Evrim teorisini çürüten bir makale olmuş. Allah razı olsun
    Cevapla
  • Halil arık 7 yıl önce Şikayet Et
    Muhteşem... kaynak gösterilecek bilimsel bir yazı. Tebrikler teşekkürler ve başarılar
    Cevapla
  • Ferit YÜCETÜRK 7 yıl önce Şikayet Et
    Pozitif bilgilerin toplandığı bütünsel doktrini, pozitivizm olarak ifade eden August Comte, biraz daha ileri bir adım atarak “pozitivizmi” bir insanlık dini olarak önerir.(3) 19 yy. pozitivizmi Spencer ve S.S Will gibi düşünürler de Comte’nin açtığı....... Yazınızla ilgili katkı sunmak amacıyla söylemek isterimki; okumaktan uzaklaşmış, neredeyse yılda 1 kitap bile bitiremeyen ve toplumun ekseriyesini oluşturan bu kitlelere bu neviden, akademik yönü ağır basan yazılar yerine, yalın, öznesi belli ifadeler seçilmeli. Sizin yazılarınzı beğeniyle takip etmekteyiz. Lakin son yazınızın biraz zor ve kolay anlaşılır olmadığını belirtmek isterim. Affınıza sığınarak bunları söylemek isterim.
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat