Emperyalizme karşı tavrımız nasıl olmalı?

  • GİRİŞ27.05.2017 12:31
  • GÜNCELLEME29.05.2017 07:09

I. Dünya Savaşı sonrası birçok ülkenin demografik, coğrafi ve siyasi yapısı değişmiştir. Bu değişim dönüşüm kendiliğinden arz-talep dengesiyle oluşmamış, baskın devletlerin istek ve talepleri doğrultusunda gerçekleşmiştir. Bin yıllık tarihi ve kültürel geçmişi olan Osmanlı aynı plan ve strateji doğrultusunda parçalanmış, yerine ihdas edilen Cumhuriyet’in yapı taşları yabancı devletlerin etkisiyle şekillenmiştir. Fransız Devrimi sonrası dünyayı sarmalayan liberalizm, komünizm, sosyalizm, kapitalizm gibi kavramların, sınırları küçültülmüş yeni devletlerin idari, ekonomik ve siyasi yapısında rol model olması amaçlanmıştır. Milliyetçilik ve Batıcılık akımının da etkisiyle ulusçu bir yapı inşa edilmiştir. Daha doğru ifadeyle Türkiye bu kalıba sokulmak istenmiştir. Farklı renkleri, karakterleri, milletleri, dinleri ortak bir paydada buluşturan kozmopolit yapıya sahip olan ve düşmanlarının bile övgüsüne mazhar olan Osmanlı ve onun bakiyesi Türkiye’ye giydirilmek istenen bu gömlek dar gelmiştir. Bu gün Ortadoğu’da ve diğer İslam ülkelerinde ABD ve Batı tarafından gerçekleştirmek istenen plan ve proje 300 yıllık bir stratejik hedefin devamıdır. Türkiye’yi sadece sınırları bağlamında değerlendirmek, jeostratejik, jeopolitik, geçmiş kadim medeniyetinden ayrı düşünmek, gündüz gözlerini kapatıp gece oldu diye, iddia etmekten farksızdır. Türkiye geçmişte bağları olan, ortak değerlere sahip, birçok ülkenin hamili ve abisi olmuştur ve olmaya devam edecektir.   

Türkiye bu coğrafyada kadim medeniyetimizin tarihî mirasçısıdır. Sömürgeciler tarafından ezilen, sömürülen topluluklara karşı bir sorumluluğu vardır. Myanmar’dan Bingazi’ye, Fas’tan Yemen’e, Filistin’den Şam’a, Bağdat’a ve balkanlara kadar 22 milyon km2 toprak üzerinde tarihi, kültürel, sosyal ve ahlaki bir sorumluluğu vardır. Terk etmek mecburiyetinde kaldığımız bu toprakların acıları, ıstırapları, sürgünleri ve ölümleri bizi yakinen ilgilendiriyor. Ekmeğimizle, aşımızla, aşk, şevk, gönül ve akıl dili ile yanlarında olduk, olmaya devam edeceğiz. Bu azim, kararlılık ve cesaret milletimizde mevcuttur. Tarihsel gerçek ülkemizin bu sorumluluğunu göstermektedir.

Dün; Batı menşeili İttihat ve Terakki, Jön Türklerle yapılmaya çalışılan, bugün Apo/PKK, DAEŞ, PYD, FETÖ ve diğer çıkar ve sömürü odakları ile işbirliğini sürdürmektedir.  

Dün Türk ırkçılığı ile sahneye konulan parçalama gayreti, bugün de Kürt ırkçılığı ile karşımızda. Her ikisi de Batı projesidir. İslam dünyasının kronik hastalıklarından en büyüğü ırkçılık, Batıcılık ve cehalettir. Dün farklı argümanlarla ortaya konulan zehirli fikriyat bu gün dinler arası diyalog, medeniyetler ittifakı gibi kamuflajlarla sürdürülmek istenmektedir.  Yüzyıllardır sömürü üzerine konmuş “beyaz adam” siyahlarla aynı otobüse binmemiş, aynı okula gitmemiş, seçme ve seçilme hakkı olmayan siyah derili adamı “insan” yerine koymamıştır. Devşirilmiş, evcilleştirilmiş kendini “USA” varlığına adamış Pentegon paşaları ve siyahi Obama’dan bahsetmiyoruz. Bunlar Afro-Amerikalılardır. Ama Malkom X, Muhammed Ali gibiler hapisle ya da canıyla bunun bedelini ödemişlerdir. Siyahi adamların siyah beyaz resimleri ya Paris’in metroları ya da “USA” demiryollarında, madenlerde, en ağır işlerde görüntülenebilmiştir.

Bu düşüncenin bizim medeniyetimize sirayeti ile hoşgörü ortamı erozyona uğramış, “pis köylü, göbeğini kaşıyan adam, zenci, arap saçı” gibi sıfatlarla ortak değerlerimizi ötekileştirilmiştir.

İşte umumi manada pis zenci budur. Bu zulüm Yunan – Roma – Germen Medeniyetinin mirasıdır. ABD yeni Roma’dır. Osmanlı tebaanın en seçkinleri içinde Afrikalı, Cezayirli, Ortadoğulu ve Anadolu’dan değerler vardır. Bütün bunların bileşeni Çanakkale’dir. “Zenci” kavramının kendi gibi olmayan Müslümanlara verilen bir “ad” olduğunu unutmayalım. Bu görüş sahiplerine göre Ceberut oligarşi düzene ve emperyalizme karşı çıkan, itiraz eden, 12 Eylül’ün anti Amerikancı solcuları, ülkücüleri, MTTB’lileri ve samimi Müslüman Türk ve Kürtlerin hepsi “zencidir”, “pis köylüdür” , “göbeğini kaşıyan adam” ve “dağdaki çobandır”. Bu manada zenci, Afrikalı siyah derili adam değildir. Sosyolojik ve psikolojik manada derisinin renginden soyutlanmış daha derin bir kavrama karşılık gelmektedir. Ezilen, sömürülen, hor görülen, evleri, toprakları savaş alanına çevrilen kimyasal silahların test edildiği, insanların Akdeniz’in sularına gömüldüğü, gemilerle Afrika’dan Avrupa’ya taşınan milyonlarca insanın ölümü, yıkılan, yakılan, işgal edilen mazlum coğrafya demektir. İşte dünyanın bütün zencileri bunlardır.

Nasıl “zenciler”  ifadesi sosyolojik bir kavramsa, “Beyaz Türkler” “Boğaziçi Aşireti” de “Afro-Amerika” gibi sosyolojik bir kavramdır. Küresel kapitalist-sosyalist sistemin ideolojik kurbanları bizler, yani “zencilerdir”. Kendi medeniyetini aşağılayan hak, hukuk ve insani bütün erdemleri Batı’da gören sömürgeci kafalar “zihinsel bir hastalığın müptelasıdırlar.” Bu cenah; Müslümanlara “cahil, geri zekâlı, yobaz, ilkel inançlılar” dediği sürece tarafımızdan Emperyalizmin kolonyalistleri ve uşakları olarak anılacaklardır. Bunlar aynı zamanda, bu temiz nehrin nasipsizleridir.

Ah benim Kürt kardeşlerim, ne zaman anlayacağız bu jakoben sınıfın, derin Afro-Amerika’nın, üstün ırk İsrail ve Batı’nın sözüm ona özgürlük kavramını ilan edip Apo’nun Nemrut gibi putlaştırdıkları bir proje olduğunu! Batı ve ABD’nin taşeron evladı olduğunu ne zaman anlayacağız? Ne zaman anlayacağız, sinema, tiyatro yoluyla dilimizle, yaşayışımızla ve kültürümüzle alay ettiklerini? Ne zaman anlayacağız, bu zihniyetin darbeden yana Kürtleri kanalize ettiklerini? Ne zaman anlayacağız, batının Kürt ya da Türk derdi olmadığını? Unutmayalım! Bunlar karşımıza çıkıp, “bütün bunlar geri kalmışlığın zavallılığı” diyecekler. Bu Coğrafyayı kan-revan içinde bırakan ABD, Batı ve Rusya’yı vaftizleyecekler. “Hukukun üstünlüğünü” diline pelesenk yapan Avrupa, en büyük insan hakları ihlalcisi ve sömürü düzenine hizmet eden kavram kargaşasından başka bir şey değildir.  

Biz; Hz. İbrahim (as)’den Hz. Muhammed (sav)’e zulme rıza göstermeyen, başkaldıran vahiy dilinin sevdalısıyız. Halkla hemhal olan, onların dertlerini dert edinen, sevinçlerine ortak olan hayat dili, dilimizdir. Müslümanların izzet, şeref, haysiyet ve onurunu ayaklar altına alan onları kurşunların hedefine koyan gözlerini kırpmadan öldüren işgalcilere karşı direnen onurlu duruşun yanındayız.

Küfür, hakaret, tehdit ve aşağılayan dil bizim lügatimizde yoktur. Çünkü biz ilahi uyarıya kulak tıkayamayız: “sen onların dinine küfredersen onlar da senin dinine küfreder.”

Peygamberimiz: “Allah katında en kötü kusur ağzının bozukluğundan dolayı insanların kendisiyle buluşmayı ve görüşmeyi terk ettiği kimsedir.” (Buhari, Edep, 48)  Buyurmaktadır. İnsanı inciten kaba, çirkin söz ve davranışlardan uzak, naif, edep ve nezakete uygun bir dili tercih ederiz.

Dedikodu, gıybet, iftira, suizan, aldatma, hakaret gibi çirkinliklerle ruhumuzu ve dünyamızı kirletmeyiz. Toplumumuza, çevremize ve insanlığa güzellik, huzur ve ferahlık verecek zarafet ve letafet olgun söz ve davranış bizim dünyamızın aynasıdır. Sadi Şirazi “iki şey akıl hafifliğini gösterir diyor: “Söyleyecek yerde susmak, susacak yerde söylemek.”

Bu salgın hastalıklardan kurtulmak için; birbirimize daha fazla yaklaşacağız, tevhid inancını hayatımıza hâkim kılacağız. Dünyamızda şeytana yer vermeyeceğiz. Kardeş olacağız, ırkçılık, batıcılık, cahillik ve Fetöcülük belasına müptela olmayacağız. Çünkü ilah emirde  “müminler ancak kardeştirler” denilmektedir. Derisinin rengi ne olursa olsun Müslümanlar kardeştir. Rahmetli Muhammed Hamidullah, İhsan Süreyya Hocamıza hitaben yazdığı mektupta “İhsan İhsan; Müslüman’ın kötüsü yok iyisinin iyisi vardır.” (Mektuplar- İhsan Süreyya Sırma Beyan Yayınları) diyor.  

Güzel sözün inancı, makamı, statüsü ne olursa olsun tesiri çok büyüktür. Keza Hz. Musa’ya (as.), kibri çok yüksek olan Firavun’u yumuşak sözle iman etmeye çağırması emredilmiştir. Ayet-i Celile’de Allah (cc) “Sen ve kardeşin (Harun) ayetlerimi götürün bana imana çağırmakta gevşeklik etmeyin. Firavun’a gidin çünkü o azdı. Ona yumuşak söz söyleyin. Belki bir öğüt alır veya korkar. Dediler ki: “Ey bizim Rabbimiz onun bize taşkınlık etmesinden yahut iyice azmasından korkuyoruz. Korkmayın dedi, ben sizinle beraberim, işitir ve görürüm. (Taha suresi 43-46) buyurmaktadır.

İnanmayan bir zalime dahi önce yumuşak dil kullanılmalı. Allah (cc) Peygamberimize “Ey Resulüm Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz Rabbim kendi yolundan sapanları ve hidayete kavuşanları en iyi bilendir.”  Buyurmaktadır.

Bu kadim medeniyetin mirasçıları olan bizler; zalimden merhamet dilenmeyeceğiz. Merhamet dilenen dile değil, direnen, dik duran, doğru yolda olan, devrimci asil bir dile sahip olacağız.

Selam Allah’ın yoluna tabi olanların üzerine olsun.

Vesselam. 

Yorumlar9

  • TAHA 6 yıl önce Şikayet Et
    Bizi bu konuda aydınlattığınız için çok teşekkür ederim. O kadar çok beğendim ki iki defa okudum. Değerli Hocam, yeni yazınızı heyecanla bekliyorum.
    Cevapla
  • Hasan SARIGÜL 6 yıl önce Şikayet Et
    Allah razı olsun fazlasıyla istifade ettim Elhamdülillah
    Cevapla
  • Ahmet sarıhan 6 yıl önce Şikayet Et
    Sayın mehmet doğan yüreğine sağlık çanekaleyi geçemediler türk miletin güğsünde iman gücü var bizleri bülemezler birimiz hepimiz hepimiz birimiz reisin yolunda sayğılarımla
    Cevapla
  • Mustafa Budak 6 yıl önce Şikayet Et
    En güzel şekilde açıklamışınız abi.İslam düşmanları haçlı zihniyeti bu.Allaha emanet olun
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Hüseyin çetiner 6 yıl önce Şikayet Et
    Çok yerinde bir makale
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat