İstikamet Üzere Olmak

  • GİRİŞ30.12.2017 09:07
  • GÜNCELLEME01.01.2018 09:04

Osmanlı Devleti’ni tarih sahnesinden silmeye çalışan dış güçler ve onların içerideki işbirlikçileri Tanzimat ile başladıkları mücadelelerine aralıksız bir şekilde devam etmekteler. Cumhuriyetin inşasında temel argümanlardan biri geçmişin reddiyesi ve geçmişle olan kültürel, dini, siyasi vb. bağların koparılmasıydı. Siyasette halka rağmen halk için anlayışı içtimai hayattan, eğitim sistemine, kamu bürokrasisine ve iş dünyasına kadar her alanda uygulama sahası bulmuştu. Batı merkezli yeni bir prototip vatandaş meydana getirilmeye çalışılmış, ancak bu giydirilmeye çalışılan kostüm bin yıllık geçmişi olan bu medeniyetin üzerine dar gelmişti. Cumhuriyet’e geçiş arifesinde ülkemiz, aynı güçlerin plan ve programları çerçevesinde I. Dünya Harbi, Balkan Savaşları, Çanakkale Savaşları ve iç isyanlarla on yıllık süreçte en büyük sermayesi olan beşeri sermayesini, geleceğini kaybetti. Yüz binlerce gencimiz, meslek erbabımız bahse konu savaşlarda şehit oldu, gazi oldu, kayboldu. Bununla da yetinilmedi. Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak “Cumhuriyet’e Karşı Gelme” bahane ve gerekçesiyle, seyyar mahkemeler marifetiyle âlim-ulemâ sınıfı “darağacında” sallandı. Geçmişe dair yazılı ve görsel bütün neşriyat, binlerce eser yok edildi. Kültür ve medeniyetin hafızası silindi.  Kitap yoksa bilgi de gelecek de yoktur. Sonra geleceğimiz olan gençlerimiz ve eğitim sistemimiz hedef alındı. Tevhid-i Tedrisat kanunuyla tek tip insan yetiştirme projesine girildi. O yüzden ilk, orta, lise ve üniversite eğitimi almış insanlar; Kut’ül Amâre’den, Fahreddin Paşa’nın Medine Müdafaasından, Balfour Deklarasyonundan bihaber. Geçmiş tarihimiz, kültürümüz, iyi tahlil edilerek, geleceğin buna göre inşası yerine, sadece reddiyeyle işe koyulduk. Bu merkeziyetçi, tek tipçi, ulusçu ve batıcı ideolojik yapılanma, toplumu marjinal, cahil ve tehlikeli gördü. Bütün bunların yanında savaş yaraları daha kapanmamış halk; tekme yedi, kamçı yedi, darağacına gitti, aç kaldı, açık kaldı, susuz kaldı, kıtlık çekti, darı ve arpa ekmeğine muhtaç oldu. Elinde avucunda olanları da vergi olarak devlete verdi. Temeli bu şekilde atılan ulusçu, ırkçı yapılanma; çoğulcu, katılımcı, özgürlükçü, bilimsel, kalkınmacı bir yapıya ulaşamadı ve ahlaki değerler üretemedi. Bilgi, estetik, sanat, zanaat, ahlak, adalet ve zarafet yerini öfke, hiddet, şiddet, küfür, kin, garaz ve dedikodu gibi kötü alışkanlıklara bıraktı. Bu durum değer dünyamızı, ahlâkımızı ve verimliliğimizi yok etti. Batılı hayat tarzı “ulusçu” bir kimlikle sunuldu. Kamuda ve özel sektörde yıllardır izlenen yol; emir komuta zinciri içerisinde yukarıdan aşağıya şekillendirilmiş hiyerarşik yapı, emir ve talimatlara sadakatin ön planda tutulduğu insan kaynakları ve eğitim politikasının bu ülkeyi getirdiği noktayı hepimiz gördük. Ulusçu bir paradigmadan evrensel değerlere ulaşmak mümkün olamazdı. Bugün mevcut insan kaynakları ve eğitim politikasını eleştirenler, dün “bir uygarlık efsanesiyle işe başladılar.” “10 yılda 15 milyon genç yarattık” denildiği zaman gelinen noktada, toplumsal hayatı çekilmez hale getiren nihilizm ve kuşku değerlerimizi altüst etti.

            Hedefsiz, yorgun, bitkin, seküler, maddi değerler etrafında birleşen insan yığını oluştu. Başta televizyon ve kitle iletişim araçları bu “arsız, edepsiz ve ahlâksız savaşın” sürdürücüleri durumundalar. Gün geçmiyor ki görsel ve yazılı basına yansıyan en az beş altı taciz, tecavüz ve aldatma sebebiyle kadın ya da erkek hayatını kaybetmiş olmasın. Ne zaman iman, edep, hayâ ve ahlâktan bahsetseniz, hemen karşınıza çıkıp; “Dekolteme dokunma”, “Çıplaklığım seni ilgilendirmez”, “kürtajıma karışma” , “kıyafetime, şortuma, hayat tarzıma, tercihlerime karışma.” Ne zaman yakışıksız bir durum olsa atılan sloganlar bunlar.

Allah’ı, Kuran’ı ve Peygamber’ini dışlayan, ilimle, irfan ve ahlâkın arasını açan bir paradigma, Freud ve Darvin’e dost oldu. Hadi bakalım özgürce, çırılçıplak sahnelerde, sokaklarda, podyumlarda rahatça koşturun. Birbirinize rahatça saldırın… İçki, kumar, bonzai ve âlemlerde sınır tanımayın. Özgürleşiyorum derken köleleşen beyinler. Kendilerini hayvanlar gibi yaşamaya adamış bir ömür. Sabahleyin yolda yürürken en az dört beş kişi iki büklüm bir ağaç veya duvarın dibine sızmış gencecik yavrular… İşte yılların birikimi olan düzensizliğin, niteliksizliğin, disiplinsizliğin ve ahlâksızlığın çocuklarımızı sürükleyip getirdiği manzara bu. Bunlar 4+4+4 düzenlemesinin sonuçları mı? Eğitimde yıllardır çözüm bekleyen sorunları hangi eğitim paradigması biriktirdi? Ya bilgi ve medeniyetle mücehhez, değerlerine bağlı, vatanını, milletini seven uygarlık, medeniyet ve bilim yolunda kendini geliştiren bir gençlik, yahut yukarıda özelliklerini saydığım süfli hayatın esiri donuk kalpli, işlemeyen bir beyin. 4+4+4 sistemi ve Din Dersi ’ne emekçi sınıfı mı karşı çıkıyor yoksa bu ülkede küresel sermayenin temsilcisi olan kapitalist egemen sınıf mı? Sırtınızı dayadığınız darbeci ABD’nin savunucusu sermaye sınıfı mı? 4+4+4, Din Dersi ve diğer seçmeli dersler, halkın talebinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. “Ben çocuğumun Kur’an-ı Kerim’i okumasını istiyorum.” diyen vatandaşların talebine niçin hayır diyorsunuz? Hani  “Merdiven altı” tabiriyle söylediğiniz gizli dini bilgiler verilmesine karşıydınız?  Demek ki samimi değildiniz. Artık o çağ dışı, dogmatik ideoloji dönemi kapandı.

            Özgürlük ve medeniyetin merkezi olarak kabul ettiğiniz ABD Başkanı, âdeta vahşi, yırtıcı bir kobay gibi “Kudüs konusunda ben yaptım oldu” , “Her şey ABD’nin çıkarı için” diyen haz şişkini, egoist, çıkarcı, siyonist ve faşist bir yaklaşım içinde. Merhum Akif’in tanımlamasındaki “Tek dişi kalmış canavara” dönüştü.  Theresa May “Her İngiliz genç, Büyük Britanya değerlerine sahip olarak yetiştirilmelidir,” derken, niçin? Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Gençlerimiz medeniyet değerlerimize uygun olarak yetiştirilmelidir,” dediğinde rahatsız oluyorsunuz?

Bunun için; eğitim ve insan kaynakları yönetiminde; vazife ve sorumluluk sahibi, görevini severek, isteyerek, aşkla ve şevkle yerine getiren, işine sadakatle bağlı bir disiplin anlayışıyla gelecek 30-40 yılın muteber, vasıflı insan kaynakları politikası oluşturulmalıdır. Bu paradigmada koşul; üreten, bilgiyi sorgulayan, öz güveni yüksek, ahlaki bir erdeme sahip, tarih ve medeniyet bağı güçlü, ilim ve irfanın amaçlandığı disipline olmuş nitelikli insan gücüdür. Evrensel ölçekte yetişmiş insan kaynağı ancak bu değerlerin özümsenmesi ile mümkündür. Yöneticilerin referansı, becerileri ve ürettikleri katma değer olmalıdır. Siyaseti referans alıp güce sırtını dayamamalıdır.

Bugün eğitimin, kurumsal hizmet niteliğinin yeterli olduğunu hiç kimse iddia etmiyor. Çocuklarımızın yüz yüze eğitimden kopup, açık ilköğretim ve ortaöğretime yönelmesinin yeni bir durum olmadığını herkes bilir. 2018’de yine Milli Eğitim Bakanlığı bütçeden en büyük payı almıştır. 1990-2002 yılları arasında eğitim bütçesinde net artış ortalama 1,7 iken, 2002-2017 yılları arasında net artış ortalama 2,8 civarındadır. Tekli eğitim ve öğretim, derslik, okul sorunu, araç-gereç ve ekipman ile var olan eğitimci açığının giderilmesi bu hükûmetin 2023 stratejik hedefidir.

İslam coğrafyasının temel dinamiği ve omurgası Türkiye’dir. Bu coğrafyaya karşı sorumluluğumuzun, vazifemizin başında emanet ve adalet gelir. Emanet ve adalet yükünü taşıyacak irade sağlam olmalıdır. İlim, irfan ve marifetle yüklü, eleştirel bilince sahip, iman ve ahlak zafiyetine düşmeyen nitelikli kişilere ihtiyaç vardır. Kibirli, narsis bir bakış açısının toplumu kuşatmasına müsaade edilmemelidir. Farklılıkları ret ve inkâr ederek değil koruyarak birlikte yaşama imkânı oluşturmalıdır. Eğitim ve yönetimde disipline önem veren bir sistemi öncelemeliyiz.

Bugün gelinen noktada; ön yargılarımızı, geçmişe yönelik duygularımızı kullanmamak üzere bir tarafa bırakarak var olan farklılıklarımızı zenginliğimiz kabul edip birlikte yaşamanın; eğitimde, kültürde, sanat ve edebiyatta, eleştirel ahlakın sınırları içerisinde kalmak üzere siyasette evrensel bir paradigma oluşturmalıyız. Zengin bir felsefi düşünce ve entelektüel birikime sahip tarihimiz var. Batı ve Doğu’nun insâni olan medeniyet değerleri ile kendi medeniyet değerlerimizi mezcedip 2023, 2053 stratejik kalkınma plan, program ve hedefini gerçekleştirebiliriz.

Yönetimde kalıcı, sürdürülebilir ve şeffaf bir sistem oluşturulmalıdır. Etüt, proje ve uygulama aşamasında karar birlikte alınmalıdır. Buna “meşveret” diyoruz. Aksi durumda yönetimlerden beklenen kaliteli ve verimli iş çıkmaz. Problemler, kartopu misali çoğalır gider. Yöneticiler yaptıkları işte istismara, şüpheye, endişeye, hileye, aldatmaya ve yalana yer vermemelidirler. Şeffaf olmalıdırlar. Güven vermelidirler. Kamu hizmeti veren vali, belediye başkanı, müsteşar, genel müdür vb. herkes hizmet erbabı olmalıdır. Artık halka tepeden bakan anlayış gitti yerine hizmet veren, onlara dokunan, yardımına koşan, sofrasına oturan anlayış geldi.

Yeni kuşaklarımız akıl, bilim, irfan, ahlak, sanat ve medeniyet değerlerimizle yetişmelidir. Hz. Muhammed (s.a.v.) ve diğer peygamberler (a.s.); tutsaklık, kölelik ve gayriinsani bir hayat tarzına karşı mücadele etmişlerdir. Tarihte hiçbir peygamber statükonun ve sermaye sınıfının yanında yer almamışlardır. İnsanlar bilmediği şeylere karşı daima düşmandırlar. Peygamberler, insanlığı hiç bir şeye ihtiyacı olmayan, yaşadığımız hayatı bahşeden yalnız bir olan Allah (c.c.)’a kulluk ve ibadet etmeye, nefsi ilahlaştırmamaya çağırmışlardır. Bizlerin de bugün sonuçlarından şikâyet ettiğimiz hayat bu değil mi? Neden kibrimize ve nefsimize mağlup oluyoruz? Neden nefsimizi ilahlaştırıyoruz? Bizim sadakatimiz ilayıkelimetullahtır. Gerçek tutsaklık kula kulluktur. Allah’a kulluk ise özgürlüktür.

Yazımızı Hz. Nuh (a.s)’un ibret ve hikmet dolu sözleriyle kapatalım:

“Ey Rabbim, kavmimi gece gündüz imana çağırdım. Fakat ben davet ettikçe onlar kaçtılar… Her zaman onları bağışlaman için senin mağfiretine çağırdıysam, parmaklarını kulaklarına tıkadılar… Beni görmemek için elbiselerini başlarına geçirdiler…”(Kuran-ı Kerim)

İnsanımızı değirmen gibi öğüten, geleceklerini çalan, onurlu ve üretken hayatı yok eden, aşağılayan, dışlayan, hor gören zihniyetin, hastalıklı hâlinin devamı artık mümkün değildir. Bu hayatta ya onurlu ve şerefli bir yere sahip olacağız yahut emperyalizmin egemenliğinde yok olup gideceğiz. Biz, geleceğimizi kapitalizmin yalanına, hile ve aldatmasına teslim etmeyeceğiz.

Vesselam…

 

Yorumlar15

  • Muharrem DOĞAN 6 yıl önce Şikayet Et
    Tamamıyla günümüz Türkiye'sinin reçetesidir. Eline, diline, yüreğine sağlık.
    Cevapla
  • Meltem ensari 6 yıl önce Şikayet Et
    Çok güzel yazmissiniz hocam Allah razı olsun .
    Cevapla
  • Lokman 6 yıl önce Şikayet Et
    Sayın Müdürüm ağzınıza ve yüreğinize saglık. Allah sizin gibi şuurlu insanları rehberliğimizde eksik etmesin.(Amin) Allah'a emanet olunuz.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Ömer Osmanoğlu 6 yıl önce Şikayet Et
    Allah razı olsun. Hem sorunlar hem de çözüm önerileri güzel tespit edilmiş.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Nezir Demircan 6 yıl önce Şikayet Et
    Hocam,Makalenizi okumaya başladığım ilk paragraflarda hakikatlere parmak basmanıza rağmen üzülmeye başlamadım fiyemem.Siz mevcudun resmini çizmiştiniz.Ancak sona doğru hastalığı tedavi yolunda sunduğunuz reçete beni bir hayli ümitlendirdi ve sevindirdi.Saygılarımla
    Cevapla Toplam 2 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat