Huşû

  • GİRİŞ23.07.2014 11:04
  • GÜNCELLEME23.07.2014 11:04

Çimen, çiçek göründü; tomurcuk patladı. Kuru yer, kuru dallar canlanıverdi. Yaprağın yeşili nasıl da parlıyor, baştan ayağa beyaza bürünmüş şu erik ağacı ılgıt ılgıt esen yele neler söylüyor, kuşların cıvıltısı böcek seslerine nasıl karışıyor, derecikler hangi ilahiyi mırıldanıyor? Şu sevdalı bulut nereye gidiyor?

Dağ nasıl yumuşuyor, güneş nasıl ısıtıyor, tabiat bir 'ân'dan, bir 'ân'a nasıl geçiveriyor. Bütün mahlukat nasıl nefes alıyor; nasıl hep beraber kıyama kalkıyor, rükuya varıyor, secdeye kapanıyor?

Bir mucizenin orta yerindeyim. Yalnızım.

Bir çayırı yarıp geçen patikanın orta yerindeyim. Ayakucumda karıncalar, etrafımda arılar, kelebekler.

Öylece, hareketsiz, büyülenmiş bir halde ürperiyorum. Varlığının farkında olamayacak derecede kendini karşısında bulunduğu şeyin heybet ve cazibesine kaptırmış durumdayım.

Boyun bükmüş, teslim olmuşum. Bu harikulade oluşumun her noktası, her zerresi, her görüntüsü, her salınışı, her sesi, her kokusu beni heyecan, saygı, sevgi ve korku ile sarıp halsiz bırakıyor.

İlahî 'ol' emrinin oldurduğu bu hadsiz hesapsız manzara, bu ölçüye-tartıya (dolayısıyla beşerin ilimine-bilimine) sığmayan, kavranamayan tablo beni hayretten hayrete fırlatıyor.

Huşû bu mu?

Huşû için üzerinde Allah lafzı yazan bir karpuz çekirdeğine ihtiyaç var mı? Karpuzun yaprağı, meyvesi, rayihası, rengi, tadı yetmiyor mu?

Bir damlacık su, bir kar tanesi, bir çift kiraz, bir çocuk gülümsemesi, bir kumru iniltisi yetmiyor mu?

Vakarla susan kayaların, denizde yüzen balıkların, yumurtayı çatlatıp çıkan yavruların, göçe hazırlanan göçmen kuşların; ayın, yıldızların, göldeki kamışların kalp atışları duyulmuyor mu?

Duyuluyorsa eğer.

İşte o zaman.

Yani aniden, ilahî bir hakikatin keşfen bilinmesi sırasında, kalbe gelen ürperti de duyulacaktır.

İşte huşû budur.

Sevgiden, saygıdan, hayranlıktan, hayretten, heybetten kelimelere sığmayan bir sessizlikten duyulan şey. İnsanoğlunu Rabbi ile başbaşa bırakan şey.

Hazreti Peygamber namaz esnasında sakalı ile oynayan birini görmüş ve 'Bu zatın kalbi huşû içinde bulunsaydı organları da huşû içinde olurdu' buyurmuş.

Kur'ân-ı Kerim'de de 'Namazlarını huşû içinde kılan müminler kurtuluşa ermişlerdir' (Mü'minun) buyruluyor.

Sûfiler huşû mahallinin kalp olduğunda ittifak etmişlerdir.

'Kalbim temiz' diyorum; Cenab-ı Hak temiz kılsın.

Ama yine de sokakta önüme çıkan bir dilencinin eline üç beş kuruş bıraktıktan sonra bir tedirginliktir alıyor beni. Başımı çevirip adama bir kez daha bakıyorum. 'Acaba numara mı yapıyor' düşüncesi şimşek gibi gelip geçiyor. Ve büyü bozuluyor, yani verdiğim sadaka buharlaşıyor.

Masum ve teslim olmuş tabiat her an, her saniye, her dakika, her gün, her mevsim içinden gelip geçenleri yıkayıp-arıtıyor; kendi saffeti ile biz kalbi-kara kulları tevbeye ve teslimiyete çağırıyor ya;

Hayfa!...

Eşref-i mahlukat bu çağrıya kulak tıkıyor.

Yarabbi bizi kalbi mühürlenmişlerden, kulağı tıkanmışlardan, gözü görmezlerden eyleme. Rahmetinden mahrum bırakma bizleri.

Huşû'nun ardı duadır. Duanın ardı gözyaşı.

Dua âdemoğluna en çok yakışan haldir.

Benim yüzüm yerde gerek

Bana rahmet yerden yağar

Demektir. Kibrin düşmanı, tevazuun dostudur. Huşû kalp gözünün açık tutulmasıdır. Açık duran kalp gözü kainatın her 'ân' huşû içinde elpençe divan durduğuna şahit olur.

YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat