Çankaya’dan bir yiğit geçti gördün mü?

  • GİRİŞ25.07.2014 08:50
  • GÜNCELLEME26.07.2014 11:29

Dış politika ve Cumhurbaşkanlığı ilişkileri bakamından birkaç hususu tarihe not düşmek istiyorum.

Türkye birinci dönemi, Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk, İnönü ve Bayar’ın Cumhurbaşkanlığında, 1924 Anayasası’ya geçirmiştir: Amerikan etkisine girişimizi Milli Şef İsmet İnönü dönemiyle, 1940 sonrasından başlatmamız daha doğru olur. 1960’a kadar sürecek olan, içinde İkinci Dünya Savaşı’nın da bulunduğu bu 20 yıllık dönemde İnönü ve Bayar, devletler oyununda Türkiye’yi felç etmişler, son derece pasifleştirmişlerdir. Tehditler ve fırsatlar bakımından ciddi sorgulanması gereken bir süreçtir, 1940 – 60 arası dönem; devlet olmanın gereğini yerine getirmekten çok uzaklaştırılan Türkiye’yi Ali Baba’nın çiftliği olarak yönetmekten öteye gidememişlerdir maalesef..

Darbeler sonucu asker kökenli Cumhurbaşkanlarıyla, Cemal Gürsel, Cevdet Sunay, Fahri Kortürk ve Kenan Evren’le geçirdiğimiz 1961 – 92 arası 30 yıllık ikinci dönemde de maalesef iyi yönetilmedik.. Dünyada 1945 sonrası oluşturulan yapı istikrar kazanmamış, 45 yılda SSCB çökmüştür. Tehditler ve fırsatlar bakımından ciddi sorgulanması gereken bir süreçtir, 1945 – 90 arası dönem; darbelerle yönetime geçen ve bürokratik oligarşinin vesayetinde geçirilen bu tarih kesitidir maalesef. Hiçbir sosyal, ekonomik ve siyasal atılım yapılamamıştır. Bu dönemin yüz ağartan tek kazancı, Kuzey Kıbrıs Türk Devleti’yle Doğu Akdeniz’deki hükümranlığımızın kısmen korunmuş olunmasıdır.

Turgut Özal, Süleyman Demirel, Ahmet Necdet Sezer ve Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığında geçirdiğimiz 1990 sonrası çeyrek asırlık üçüncü dönemde, SSCB’nin yıkılıp Rusya’nın Balkanlarda, Kafkasya’da ve Ortadoğu’da bıraktığı boşluğu ve doğan fırsatları yeterince değerlendiremedik. Bu amaçla hareketlendiği için Turgut Özal’ı kaybettik. 14 yıllık Süleyman Demirel ve Ahmet Necdet Sezer dönemlerindeki ABD ve İsrail yanlısı pasif dış politika Türkiye’nin elini kolunu bağlamış, pek çok fırsatın kaçmasına yol açmıştır.

2007 sonrasında Abdullah Gül ile Recep Tayyip Erdoğan ikilisinin arayışları, Türkiye’yi kendine getirmiş, kalkınmada mesafe alınmış ve aktif dış politikayla bölgesel güç olma yoluna girilmiştir. Türkiye’nin ufkuna diktikleri 2023 hedefi, tek kurtuluş projesi görünmektedir. Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi, 90 yıldır ertelenen bağımsız, milli dış politikayla kalkınmış Türkiye’nin bölgesel liderliğe taşınmasını destekleyecektir. 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimiyle, 2007’ye kadar Türkiye’yi felç eden dış politikadan tamamen uzaklaşıp, vaziyet ve istikametimizi kendimizin belirlediği, devletler oyununda oyun kurucu olarak katıldığımız yeni bir tarihe yelken açabiliriz. Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasının bütün bir İslam dünyasında sevinç yaratacağından bellidir bu. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanı olmasının İslam dünyası için hiçbir anlam ifade etmemesi de eski felçli Türkiye’yi savunmasındandır.

Ekmeleddin İhsanoğlu, bir lider değildir, bir roldür; küresel güçlerin Türkiye’ye biçtiği rol. 1961’de Ali Fuat Başgil’in şakağına silah dayayıp Cumhurbaşkanı adayı olmasını kimler engellemişse, Recep Tayyip Erdoğan’ı da onlar istememektedir. Ekmeleddin İhsanoğlu, devletimizin varlığıyla yokluğu belli olmasın diye milletimizin boğazını sıkan emperyalist eli saklayan bir eldivendir. Ekmeleddin İhsanoğlu, darbelerle Çankaya’ya çıkan Cemal Gürsel ve Kenan Evren’in ardılı, Süleyman Demirel ve Ahmet Necdet Sezer tipi bir Cumhurbaşkanı adaydır; sadece bir isimdir; çünkü tabanı olmayan, yani toplumda karşılığı bulunmayan, dış güçlerin dayattığı bir projedir. Recep Tayyip Erdoğan bir baştır, baş, vücudun üst kısmıdır. Ekmeleddin İhsanoğlu, bir eldivendir, bir şapkadır, çünkü bir projedir.

“Çankaya’dan bir yiğit geçti gördün mü?” demek isteyenler, söylediklerimi rahat anlayacaklardır.. Çankaya’da bir vitrin mankeni isteyenleri ise bu yazı elbette deli edecektir.. Arada kalanlara ise iyi uykular dilemekten başka çare yoktur..

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat