Erteleme bilinci..

  • GİRİŞ27.08.2014 07:50
  • GÜNCELLEME27.08.2014 09:29

 İnternet, sosyal medya derken sanal dünyada vakit öldürüp bugünün işini yarına değil, mümkünse ertesi güne iteliyoruz. O kadar merakla beklememe rağmen, öğlen namazıyla ikindiyi, akşamla yatsı namazını cem ettim; durum böylesine ciddi yani.

Kırk yaşından sonra oturup şöyle bir geriye bakınca, hangi işleri geç yaptığını ya da hiç yapmadığını görüp kendine itiraf edebilirse kişi,  erteleyici olup olmadığını açık bir biçimde görür. “Paniğe gerek yok, işi erteleme alışkanlığı neredeyse hepimizde var, zaman zaman harekete geçiyor..” diyor doktorlar.  Bunu baştan kabullendiğimizde rahatlama olasılığı yüksekmiş.. Güçlü suçluluk ve çaresizlik duygularına kapılmak anlamsızmış.

Ertelemenin, insanı depresyona soktuğu bilinen bir gerçek. Bugünün işini gelecek haftaya, gelecek aya, hatta gelecek yıllara bırakmaktan mustarip olmuş milyarlarca kişi gelip geçti bu dünyadan. Yapılması gereken işler yanında yapılmaması gereken bir dolu şeyle uğraşmaya başlayınca, kendisini bir erteleyici haline getirdiğini fark etmeden bu dünyadan gelip geçen çok insan olduğunu düşünmek inanın abartı değildir. Ertelenen iş ibadetler oldu mu, iyilikler oldu mu sistematik erteleyicilik adeta kanıksanır hale gelmiş. 

Bu yazıyla erteleme yüzünden depresyona girenlere bir felsefi gelişim programı hazırlamak isterdim. Bunun yerine ertelemenin nedenleri, sonuçları ve kurtuluş yolları üzerine birkaç fikrimi açıklamanın daha yararlı olacağını düşündüm. Öncelikle acelecilik ve ertelemenin insanda iki köklü duygu olduğunu belirtmeliyim. Bir seçim yaparız, yapmayı kabul ettiğimiz işleri bile bir öncelik sırasına koyarız. Acelecilik, sonra da yapılabilecek işi öne alma isteğidir. Erteleme ise, o anda yapılması gereken işi sonraya bırakma isteği. 

Aslında işler bakımından acelecilik ya da erteleme durumu bir zamanlama sorunudur.. Neleri kabul, neleri red ettiğimiz kadar; kabul ettiğimiz işlerin hangilerini hemen, hangilerini de sonra yapacağımız sorunu, öncelik sırası sorunu tamamen bilinç düzeyimizle ilgilidir. Hangi işin değeri, önemi, yeri ve sırası nedir sorusunun cevabını bildiği varsayılır, yetişkin bir kişinin.

Acelecilik ve ertelemeciliğin insan için varoluş durumuyla, bilinçle ilintisine vurgu yaptıktan sonra dünya görüşü, varlık tasavvuru ve düzen fikriyle ilişkisine geçebiliriz: İşlerin öncelik sırasını belirleyen hayatımızda tuttukları yer ve sorumluluklarımızdır diyebilirim.  Sabah, öğle ve akşam yemek yiyen bir kişi beş vakit namazı kılmıyorsa, bu boş vermişliğe varan erteleme, yemek vaktinin dışına düşen ikindi ve yatsı namazlarına kendini ayarlayamamasından dolayı değildir. 

Ailesinin ekonomik gücü olmadığından üniversiteyi çalışarak okuyan bir genç iş hayatına kendini kaptırdığında eğitiminin sona ereceğini ve asıl amacından kopup uzaklaşacağını bilir; işiyle eğitimi arasında ikincisinin lehine bir denge kurmak zorundadır, başarılı olmak için. Müslüman da, ibadetleriyle işi arasında denge kurarken, kulluk bilinciyle, işlerinde ibadetler lehine seçici ve ölçülü olmak zorundadır. Bu açıdan Müslümanlığın erteleme bilinci olduğunu söyleyebiliriz. İbadetlerden tat almak, işlerde helali haramı gözetmek ve yanlışta vicdan azabı çekmek gerekir.. İbadetleri terk etmek, helali haramı gözetmeden yaşamak, Müslümanca varolma duygusunu yitirme ve tam bir bilinç kapalılığıdır.

Erteleme bilinci dediğim şey, olumsuz bir anlam taşımıyor; sadece bazı işleri, yapılması zorunlu bazı şeylerin önüne koyduruyor. Sabah namazını kahvaltıdan, öğle ve akşam namazını da yemekten sonraya koymak gibi.. İkindi ve yatsı namazlarında da kendinizi ödüllendirebilirsiniz. 

Bilinçli erteleme, hiçbir şey yapmamak değil, aksine pek çok işi sırasını değiştirerek yapmak: Listeyi aşağıdan yukarı tırmanarak tamamlamak. Sabah namazının ve yatağa girmenin önüne kitap okumayı koymak gibi.. Büyük bir merakla ve heyecanla aldığınız kitabı, aylarca kapağını kaldırmadan yaşamaktan iyidir. 

Savsaklamanın bir mantığa oturtulması gerekiyor kısacası. Yeme isteğiniz, namaz kılma ve kitap okuma isteğinizden güçlü değilse “Yandım!” demeyin. “Kitap okumadan ve namazımı kılmadan dışarı çıkmam, işe gitmem!” diyebilirsiniz. Siz buna kendinizi kandırmama mı, miskinliği yenme, hayatı yeni bir forma sokma mı, ne derseniz deyin; ama inanın eğlenceli, dinamik bir durum. Mutlak bir ahmaklığa, tembelliğe, ihmalkarlığa, sorumsuzluğa dönüşmeden bir çaba göstermemiz gerekiyor.

Tabi kendini beğenmiş, yaşadığı hayattan memnun, büyüklenme ve gösteriş budalası, üzerinde çalıştığı işi mükemmel yaptığını sananlar var ki bu tür durumlar, tehlike çanlarının çalmasına yol açıyor. Çünkü fantezi dünyası devreye giriyor. “Ben mükemmel bir insanım.”, “Ben bir şöhretim.”, “Ben genel müdürüm.” ya da “Ben patronum.”, “Ben ustayım, elimdeki işi her zaman harika yaparım," düşüncesi, kendini ve yaşantısını kusursuz algılama bu fantezi dünyasının ana besin maddesi. Vitamini de "zaten iyi, yararlı bir insanım; ibadetlerimi, iyilikleri ne zaman olsa yaparım."

Televizyonların film ve program yayınlarında araya reklam koymaları gibi günlük hayata namaz koymak büyük bir aldanıştır. Hayat bir ibadet olmalıdır; işler de namaz aralarında ihtiyaçları karşılama fırsatı olarak değerlendirilmelidir. İşleri, namaz aralarını değerlendirmek olarak algılamak, üzerinde çalışılan işin meşru ve ölçülü olmasını sağlayacaktır. Böylece doğumumuz, yaşamamız ve ölümümüz Allah için olacaktır.

“Yapılacak ve yapılmayacak işler listesi..” başlıkla yazıyla çağdaş Müslümanın anlayışını ve günlük yaşantımızı tartışmayı sürdürmek istiyorum.

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat