Erdoğan’ın AK Partiye dönüşünün anlamı

.

  • GİRİŞ29.04.2017 12:16
  • GÜNCELLEME29.04.2017 12:16

“Adalet ve Kalkınma Partisi’ni yani aşkımı, sevdamı, tutkumu, kavgamı önce Allah’a, sonra sizlere emanet ediyorum...” Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 27 Ağustos 2014 tarihinde AK Parti Genel Başkanlığını bu sözlerle bırakmıştı. AK Parti ile resmî üyelik bağını da bir gün sonra 28 Ağustos 2014 tarihinde cumhurbaşkanlığı görevini devralmasıyla sonlandırmıştı.

Yüksek Seçim Kurulu’nun resmî sonuçları açıklaması ile Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçiş süreci başladı. Anayasa değişikliğinin önemli maddelerinden biri Cumhurbaşkanı seçilen kişinin bir siyasi parti üyesi olmasının önündeki engelin kalkmasıydı. Bu engel kalktığına göre Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AK Parti’ye üye olmasının önündeki engel de kalkmış oluyor.

Erdoğan’ın AK Parti’ye üye olması ve genel başkanlığa dönmesi için kongre takvimi netleşmeye başladı. 2 Mayıs’ta üye olmasının ardından, ramazan ayı başlamadan 21 Mayıs’ta olağanüstü kongreyle, Erdoğan tekrar AK Parti’nin başına geçecek.

3 yıl aradan sonra Erdoğan’ın partiye üye olması ve partinin genel başkanlığını üstlenmesi kuşkusuz partiye yeni bir heyecan ve dinamizm kazandırır. Erdoğan’ın karizmatik liderlik etkisi, teşkilatlanmaya yönelik tecrübesi, kendine has siyaset etme tarzı ile sorunları hızlı bir şekilde çözme becerisi, AK Parti’nin daha da güçlenmesini sağlar. İktidar yıpranmışlığı üzerinden parti çevrelerinden ve dışarıdan partiye yönelik yapılan tartışmaları azaltır.

Erdoğan, partiye döner dönmez, 15 yılın bir muhasebesini yaparak, kısa dönemli olarak 2019 başkanlık seçimlerinin hazırlık sürecini başlatır. Uzun dönemli olarak ise 2023 hedeflerine ulaşmak için Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine uygun yönetim pratiği açısından, AK Parti’nin geleceğine yönelik de bir yol haritası oluşturur.
         ***
Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi açısından, cumhurbaşkanı olan kişinin bir siyasi partinin başkanı ya da üyesi olması siyaset kurumunun istikrarı açısından önemlidir. Türkiye’de siyasi partilerin istikrarı ile ülkenin yönetilebilme açısından istikrarı arasında doğrusal bir ilişki vardır.

Türkiye tarihi açısından bakıldığında, siyasi partilerin parçalanması ve bölünmesi siyasi istikrarsızlığın en önemli kaynağıdır. Partilerin bölünmesi ise güçsüz siyasi liderlikler ve siyasetin merkezinin güçlü olmadığı dönemlere denk gelmektedir. Dolayısıyla siyasetin merkezinin güçlü olması, senaryo siyaseti ile siyasal alanda yeni partilerin ortaya çıkmasını engeller. Partiler küçük parçalara bölünmez.
Cumhurbaşkanı kendi partisinin başkanı olmadığı durumda, hem parti disiplini açısından hem de yönetilebilirlik açısından tekrar çift başlılık sorunlarının yaşanması muhtemeldir. Güçlü bir parti başkanı, partinin desteğini arkasına alarak, yürütmede cumhurbaşkanının ihtiyaç duyduğu yasama faaliyetlerinde engel çıkarır. Göreceli olarak daha zayıf bir cumhurbaşkanına kolayca etki edebilir. Ayrıca siyasi partide iki farklı aktörün bulunması seçmen eğilimlerinin bölünmesini doğurur.

Bunlara ilaveten, iki aktörün siyasal ajandalarındaki farklılık, yönetimde tıkanmalara yol açar. Başkanın güçsüz olması bürokrasinin iş tutma tarzlarına etki eder. Böylece, siyasetin bürokrasi karşısında kırılganlığı artar.
Cumhurbaşkanının partisinin başında olması, parti disiplini, milletvekili adaylık süreçleri, seçim kampanyasının daha iyi yönetilmesi ve seçmenleri sandığa götürmede etkin mobilizasyon gibi hususlar açısından da önem arz etmektedir.

Ayrıca cumhurbaşkanı adayı, kendi adaylık sürecinin kampanyasını da bir siyasal parti ile yürütmek zorundadır. Siyaset kültürü ve seçim dinamikleri göz önünde bulundurulduğunda partili olmayan bir başkan adayının seçilmesi oldukça zordur.

Erdoğan’ın AK Parti’ye tekrar genel başkan olmasını bir de bu açılardan değerlendirmek gerekiyor. Salt ideolojik yaklaşımlarla ve sırf “tarafsızlık” tartışmalarına odaklanılarak yapılan her değerlendirme burada çerçevesini çizdiğim hususların gözden kaçırılması anlamına gelir.

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat