Beyazların terörü – 2

  • GİRİŞ22.03.2019 16:20
  • GÜNCELLEME22.03.2019 16:20

Geçtiğimiz Salı günü yazdığım Beyazların Terörü başlıklı yazıda, Yeni Zelanda’da 50 kişinin canına mal olan terörün istisna olmadığını, Avrupasından ABD’sine dek tüm Batı’da, 11 Eylül’den bu yana ince ince ve mütemadiyen işlenerek kurulan İslamofobi ve yabancı düşmanlığı söyleminin sonuçlarından sadece biri olduğunu yazmıştım. Buna örnek olarak da, son 10 yılda, Müslümanlara yönelik her yıl artarak ve şiddetlenerek yükselen İslamofobik ve ırkçı katliamlardan örnekler vermiştim.

Karşı karşıya olduğumuz durum yeterince korkunç, ama insanı dehşetten iliklerine kadar titreten şey şu: Birkaç gün önce bir ibadethanede 50 masum insan bir katilin silahından çıkan kurşunla can verdi, ama Batı medyası ya verdiği haberlerde kurbanı hümanize ederek masumlaştırmayı tercih etti, ya da onu bile yapmadı, olayın şoku atlatıldıktan sonra ortak bir sessizliğe gömülerek haberi gündemden düşürdü.

Elbette hiçbir Müslüman “dünya liderlerinin” katledilen o 50 Müslüman için kolkola yürüyerek gövde gösterisi yapmasını bekleyecek kadar naif değildir; ama Yeni Zelanda katilinin Batılı medya tarafından neredeyse elçabukluğuyla gündemden bu kadar hızlı düşürülmesi, hem elimizde kalan bir parça insanlık, hem de gelecek adına hüzün verici doğrusu. İyimser ihtimal yarattıkları canavarın potansiyelinden ve şiddetin ama er ama geç karşıtını doğuracağından hala habersizler; realist ve kötümser olan ise şu, herşeyin gayet farkında olarak yaptıklarını yapmaya devam ediyorlar…

Müslümanlara yönelen ve giderek önü alınamayacak hale gelmekte olan beyaz nefretin temel sebeplerinden biri, 11 Eylül’den sonra siyasetinden medyasına ve sivil toplumuna dek Batı iktidarı tarafından dört koldan kurulan söylemdi, dedik. Sahiden de yaklaşık 20 yıldır her fırsatta tekrarlanan “İslami terör”, “ya bizdensin ya düşman” şeytanlaştırmaları; Müslümanların bir tehdit ve tehlike olarak algılanmasına neden olan düşünce enstitüsü raporları, kitaplar, karikatürler, TV konuşmaları, gazete yazıları olmasaydı; Batılı siyasetçiler ayrımcı, yabancı düşmanı, ırkçı açıklamalarla popülist kurnazlıklara başvurarak iktidara oynamasaydı; Müslümanlara yönelik saldırı ve katliamlar bu raddeye varacak mıydı sorusunun cevabı ortada...

Kimse “Bütün bunlara biraz da kendine İslami diyen terör örgütleri neden oldu” demesin; zira birincisi o terör örgütlerine her türlü desteğin hem de bazen açıktan açığa kimler tarafından sağlandığını biliyoruz, o örgütlerin bazılarının ortaya çıkmasında CIA’in rolü tüm kaynaklarda açık açık yazıyor.

Kaldı ki İslami denen o terör örgütleri tamamen yerel dinamik ve kaynaklarla ortaya çıkmış olsa bile, Ortadoğu’yu yıllardır hallaç pamuğu gibi atan, pek çok ülkenin art arda domino taşları gibi birbirinin üzerine yıkılarak parçalanmasına sebebiyet vererek tüm Ortadoğu’yu terörizm için elverişli bir bataklığa dönüştüren de aynı Batı’ydı. Yani, neresinden bakılırsa bakılsın, bu meselenin vardığı adres aynı. O nedenle Batı’yı temize çekmeye yarayan yalandan, hedef şaşırtan gerekçeleri bırakıp gerçek olan nedene, söyleme geri dönelim.

Foucault; ideolojiyle söylem ayrımı yaparken ideolojinin özneler tarafından yaratıldığını ama söylemin özneler yarattığını söyleyerek aslında temel bir ayrım yapar.

İdeolojinin ideoloji olduğunu herkes bilir, inanmak ya da inanmamak kişinin bireysel seçimine kalmıştır. Oysa söylem, doğruluk etkisi yapar ve bu doğruluk etkisi tarihsel olarak üretilebilmektedir. Yani söyleme inanmak ya da inanmamak değildir sözkonusu olan, söylem bir atmosfer oluşturur ve yarattığı doğruluk etkisi; yanlışı doğruyu doğruyu da yanlış olarak gösterebilir. Foucault’nun örneğiyle ifade edersek; söylem deliyi akıllı, akıllıyı da deli gibi gösterebilir. Ve özneler yaratır; tıpkı 11 Eylül’den sonra binlerce kez tekrarlanan “İslami terör” ifadesinin ve Müslümanları bir tehlike olarak kodlayan söylemin yarattığı, son örneği Tarrant olan Beyaz tenli terörist katiller gibi…

Eğer komplo teorilerine başvurmayacaksak, Tarrant’ın silahındaki ve manifestosundaki ifadelerin bazı istihbarat örgütleri ya da daha derin güçler tarafından yazdırılmadığını, her şeyin eğitimsiz bir Avustralyalı olan Tarrant’ın iğdiş olmuş/sapık beyninden çıktığını varsayacaksak, 50 insanın canını alan bu soğukkanlı katilin; 11 Eylül’den sonra Müslümanları hedefleyerek kurulan Batı söyleminin yarattığı bir özneleşme örneği olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Ama bu söylemi kuranların belki hesap edemedikleri, belki de ettikleri olası sonuç şu:

Her şiddet karşıtını yaratır. Öyle olmasını dilemem ve öngörümde yanılmayı çok isterim, ama ilerleyen aylarda bir Batı başkentinde Müslümanların terör eylemi yaparak masum sivilleri katlettiğini görürsem, çok üzüleceğim ama hiç şaşırmayacağım doğrusu…

YENİ ŞAFAK GAZETESİ

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat