AYM Kararının İnfazı

Anayasa Mahkemesi 1. Bölümü’nün 16.07.2014 tarihli ve 2013/6319 numaralı bireysel başvuru ile ilgili verdiği kararının 138. ve 141. paragraflarında;

  • GİRİŞ31.10.2014 08:13
  • GÜNCELLEME03.11.2014 08:15

"Mevcut başvuruda etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkını ve işkence ve eziyet yasağını düzenleyen Anayasanın 17. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için dosyanın ilgili Savcılığa gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

Başvurucu tarafından manevi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, ihlalin tespitinin yanı sıra kararın gereğinin yerine getirilmesi için dosyanın ilgili Savcılığa gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun ihlal iddiası açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu kanaatine varıldığından, başvurucunun manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir." gerekçesine yer verilmiştir.

6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin 1. ve 2. fıkralarına göre; "Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi halinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.

Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hallerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir".

Somut olayda, itiraz mercii olan Manavgat Ağır Ceza Mahkemesi’nin hukukilik denetiminden geçip kesinleşmiş kovuşturmaya yer olmadığına dair karar bulunmaktadır. Bu kararın ne şekilde kaldırılıp iddianame düzenlenmesi suretiyle kamu davası aşamasına geçilebileceği, CMK m.172 ve m.173'de öngörülmüştür. Bizce, bu hükümler işletilmeksizin kesinleşen takipsizlik kararı kaldırılamaz.

Anayasa Mahkemesi kararı incelendiğinde; yaşam hakkının, işkence ve eziyet yasağının etkili soruşturma yürütme yükümlülüğü yönünden ihlal edildiği tespit edilerek, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla dosyanın ilgili Savcılığa gönderilmesine, ihlalin tespitinin yanında, kararın gereğinin yerine getirilmesi amacıyla dosyanın ilgili Savcılığa gönderildiğinden bahisle, başvurucunun ihlal iddiası açısından yeterli bir tazmine kavuştuğu, bu sebeple başvurucunun manevi tazminat talebinin reddedildiği anlaşılmaktadır.

6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesi uyarınca, tespit edilen ihlalin bir mahkeme kararından kaynaklanıp da, bu durumun yeniden yapılacak yargılama ile ortadan kaldırılması halinde başvuru lehine tazminata hükmedilemez. Bu sonuca, ilgili hükmün mefhum-u muhalifinden varılmaktadır. Bizce, başvurucunun genel hükümler çerçevesinde maddi veya manevi tazminat talep edebilme hakkı bulunmakla birlikte, gerek 50. maddenin birinci fıkrası ve gerekse ikinci fıkraları açısında ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasının mümkün olduğu hallerde Yüksek Mahkeme, başvurucu lehine ayrıca tazminata hükmedemez. İlk bakışta ulaşılan bu sonuç tuhaf gelse de, 50. maddenin lafzı bu anlamı taşımaktadır. Bu sebeple Anayasa Mahkemesi’nin, somut olayda ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla dosyanın ilgili Savcılığa gönderilmesinin yanında, başvurucunun tazminat talebinin 50. maddenin açık hükümleri uyarınca reddi gerekirken, maddi tazminat talebini kanıtlayan belge sunulamadığından ve manevi tazminat talebi yönünden de kararın gereğinin yerine getirilmesi için dosyanın ilgili Savcılığa gönderilmesinin yeterli olduğu gerekçesi isabetli değildir.

Anayasa Mahkemesi, net bir şekilde tespit ettiği ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasını ilgili Savcılıktan istemiştir. Savcılığın hak ihlaline yol açtığı kabul edilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı idari bir karar ise, bu meselenin 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin birinci fıkrası kapsamında halledilmesi gerekir. Ancak bu karar bir yargı kararı ve 50. maddenin 2. fıkrasının ifadesi ile “mahkeme kararı” ise, bu durumda mümkün olduğu takdirde yeniden yargılama yapılması gerekecektir.

Cumhuriyet savcısının yargı mensubu olduğu ve kararlarının da “yargı tasarrufu” kabul edilmesi gerektiği tartışmasızdır. Ancak 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin 2. fıkrasının ilk cümlesinde “mahkeme kararı” denildiğinden, cumhuriyet savcısının kovuşturmaya ter olmadığına dair kararın mahkeme kararı olmadığı, bu sebeple de 50. maddesinin 2. fıkrası kapsamında değil, 1. fıkrası kapsamında “idari karar” olarak değerlendirilmesi gerektiği ileri sürülebilir.

Anayasa m.148’in 3. fıkrasının son cümlesinde, bireysel başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmesi şartı aranmıştır. 6216 sayılı Kanunun “Bireysel başvuru hakkı” başlıklı 45. maddesinin 2. fıkrasına göre, “İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir”. Bu hükümlere göre, tüm olağan kanun yolları tüketilmeden hak ihlali iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulabilmesi mümkün değildir. “Cumhuriyet savcısının kararına itiraz” başlıklı CMK m.173’de, 6545 sayılı Kanundan önce ağır ceza mahkemesi ve bu Kanunla yapılan değişiklikten sonra da sulh ceza hakimliği kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapılan itirazı inceleyip sonuçlandırmakla yetkili kılınmıştır. Sulh ceza hakimliğinin, itiraz üzerine verdiği red kararı kesindir. Etkili soruşturma yürütülmediği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvuru, her ne kadar savcılık kararına karşı gözükse de, esas itibariyle red kararı vererek etkili soruşturmanın önünü açmadığı ileri sürülen mahkeme kararını hedef almaktadır. Bir başka ifadeyle başvurunun konusu, yalnızca kovuşturmaya yer olmadığına dair karar değil, o kararın hukukilik denetimini yapan mahkeme kararıdır.

Mahkemenin red kararı, Anayasa Mahkemesi’ne yapılacak bireysel başvurunun olmazsa olmazıdır. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karara usule uygun itiraz edilmediği müddetçe, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolu da kapalıdır. Başvurucu, savcılık makamının kararına itiraz etmediği veya şartlarına ve süresine uymayarak itiraz ettiği takdirde, başvurucunun Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuru esastan incelenmeksizin kabul edilemezlik kararı verilerek reddedilecektir.

Özetle, somut olayla ilgili Anayasa Mahkemesi kararını 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin 2. fıkrasına göre değerlendirmek gerekir. Bu durumda, tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla dosyanın gönderildiği Savcılığın re’sen hareket etmemesi, yani Anayasa Mahkemesi kararını esas alıp kendiliğinden hareket etmek suretiyle iddianame düzenlememesi gerekir. Bu konuda yetki, şu an itibariyle ilgili Sulh Ceza Hakimliğindedir.

Kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapılan itiraz incelemesi, tipik bir kamu davası, kovuşturma veya duruşma olarak görülemez. İtiraz incelemesi usulü, CMK m.268 ila 271’de düzenlenmiştir. Bu noktada, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin 2. fıkrasında öngörülen ve usulü CMK m.311 ila 323’de düzenlenen “yargılamanın yenilenmesi” adlı olağanüstü kanun yolunun uygulanıp uygulanamayacağı tartışılabilir. İlk bakışta, somut olayda kesinleşen hükümle sonuçlanmış bir dava olmadığı için yargılamanın yenilenmesi usulünün burada uygulanamayacağı ileri sürülebilir.

Bizce bu görüş iki nedenle doğru değildir. İlkine göre, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin 2. fıkrasında “yargılamanın yenilenmesi” yerine “yeniden yargılama” kavramı kullanılmış, nev’i şahsına münhasır bir yöntem öngörülmüş ve en önemlisi de CMK m.311’de Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru kararları hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi nedenleri arasında sayılmamıştır. İkincisi ise, CMK m.173/6’da bulmak mümkündür. Bu hükme göre, “İtirazın reddedilmesi halinde; cumhuriyet savcısının, yeni delil varlığı nedeniyle kamu davasını açabilmesi, önceden verilen dilekçe hakkında karar vermiş olan sulh ceza hâkimliğinin bu hususta karar vermesine bağlıdır”. Bu hükümde, reddedilen itiraz sonrasında kamu davasının nasıl açılabileceği ifade edilmiştir. Bu sebeple, Anayasa Mahkemesi kararının ilgili Savcılık tarafından ilgili Sulh Ceza Hakimliğine gönderilmesi, bu konuda da Hakimliğin karar vermesi gerekir. Bir anlamda, Yüksek Mahkemenin kararı “yeni delil” niteliğini taşımaktadır.

Ancak her iki düşüncenin isabetli olmadığı, Anayasa Mahkemesi kararının emredici olduğu, tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının sonlandırılması bakımından ortada infaz edilmiş mahkeme kararı olmadıkça, CMK m.173/6 ve 311 ile bağlı olmaksızın somut olayda ilgili Savcılık tarafından bir an önce iddianamenin düzenlenip ilgili Mahkemeye gönderilmesi gerektiği savunulabilir. Bu düşünceye göre, tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılıp bireysel başvuru kararının gereğinin yerine getirilmesinin mümkün olduğu durumda, Anayasa Mahkemesi kararının yerine getirilmesi geciktirilemez ve bu karar tartışmaya açılamaz. Yalnızca ihlale sebebiyet veren mahkeme kararının infaz edildiği veya yeniden yargılama yapılmasında hukuki yararın bulunmadığı durumda, yeniden yargılama yolu işletilemez. Bu yolun işletilmesinin mümkün olabildiği her durumda, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararlarının şarta bağlı olarak yerine getirilmesini öngören CMK m.311/1-f’den farklı olarak 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin 2. fıkrasında öngörülen özel yöntemin tatbiki, yani Anayasa Mahkemesi kararının doğrudan yerine getirilmesi gerekir.

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat