Hazır Olmayan Tanığın İfadesi ile Mahkumiyet

Kovuşturma aşaması alenidir, sanığın, yani müdafaanın yüzüne karşı yürütülür, suçlamayı içeren iddianame ve deliller mahkeme huzurunda yapılan duruşmada ortaya koyulup tartışılır.

  • GİRİŞ17.11.2015 07:53
  • GÜNCELLEME18.11.2015 08:44

 İddia ve savunmayı dinleyen, toplanan delilerin ortaya koyulup tartışılması sağlayan mahkeme, yaptığı bu yargılama sonucunda bir karara varır. Mahkemenin kararı; şüphesini yüzde yüz yenmişse mahkumiyet, tersi durumda ise beraat olur.

  Kovuşturma aşamasında, prensip olarak deliller ile sanık ve müdafiinin arasına bir mesafe veya engel koyulmaz. Gerek “silahların eşitliği” ve gerekse de “delillerin doğrudan doğruyalığı” ilkeleri uyarınca sanık; delilere ulaşabilir, görebilir, dokunabilir, onları inceleyebilir, hatta inceletebilir, tartışabilir, “beyan deliller” olarak adlandırılan tanıklara soru sorabilir ve tanıklarla yüzleşebilir. Elbette bu haklar, sanığın müdafii tarafından da kullanılabilecektir. Yargılamada benimsenen itham sisteminin maddi hakikate ve adalete ulaşma amacında kabul ettiği usul, davanın tarafların katıldığı duruşmada delillerin yüz yüze ve doğrudan doğruya tartışma ve değerlendirmeye açılmasıdır.

Delilerin duruşmada ortaya koyulup tartışılmasının istisnası olarak, gizli tanığın ve duruşmaya getirilmeyen tanığın beyanlarının yargılamada kullanılıp kullanılamayacağına, nasıl kullanılabileceğine ve mahkumiyete esas alınabileceğine değinmek isteriz. Esasında gizli tanıklığı değil tanık korumayı, ölüm veya ifade veremeyecek derecede hasta olmanın dışında tanığın sanık ve müdafiinin yokluğunda alınan beyanlarının geçerli olmaması gerektiğini savunduğumuz halde, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile İnsan hakları Avrupa Mahkemesi kararlarının bu konuda istisnalara yer verdiğini görmekteyiz. Ancak yeri gelmişken belirtmek isteriz ki; suçlamanın dayanağı sadece bir veya birkaç gizli tanığın beyanlarından ibaret olduğunda, başka delillerle gizli tanığın beyanları desteklenmedikçe mahkumiyet kararı verilmemelidir. Aksi halde, dürüst yargılanma hakkı deyim yerinde ise rafa kaldırılmış olur. Kovuşturmada, gıyapta, yani yoklukta yapılan yargılamadan elde edilen delillerle mahkumiyet hükmü kurulamaz.        

Konumuzla ilgili Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerini; CMK m.58/3, 201/1, 206, 210/1, 211 ve 217 olarak sıralayabiliriz. CMK m.58/3 ve 211 tanımlanan istisnalara uyan ve somut gerekçeleri gösterilen haller dışında; tanık olarak dinlenmeleri gereken şikayetçi, sanığın suç ortağı olarak suçlanan kişi ile suça konu eylem hakkında görgüye veya duyuma dayalı bilgisi olan kişilerin duruşma harici dinlenmeleri veya duruşma öncesinde alınan beyanlarının sanığın mahkumiyetine esas alınması, yani mahkumiyet kararında yegane veya belirleyici veya dayanak delil olarak kullanılması doğru değildir.

Ancak bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili tatbiki mümkün olabilen gizli tanıklığı öngören CMK m.58/3’e göre;

“Hazır bulunanların huzurunda dinlenmesi, tanık için ağır bir tehlike teşkil edecek ve bu tehlike başka türlü önlenemeyecekse ya da maddi gerçeğin ortaya çıkarılması açısından tehlike oluşturacaksa; hakim, hazır bulunma hakkına sahip bulunanlar olmadan da tanığı dinleyebilir. Tanığın dinlenmesi sırasında ses ve görüntülü aktarma yapılır. Soru sorma hakkı saklıdır”.

Gizli tanıklık şartının varlığının mahkemece somut olarak tespit edilmemiş, duruşma tutanağına ve gerekçeli karara yazılmamışsa; sanığın savunma hakkı kapsamına giren tanığa doğrudan soru sorma, onunla yüzleşme haklarının kısıtlandığı ve dürüst yargılanma hakkının ihlal edildiği tespit edilmelidir. Bu konuda genel geçer sözler ve Kanunun basmakalıp sözleri yeterli olmayıp, mahkemece gerekli araştırma yapılmalı ve neden tanığın eski beyanlarının duruşmada okunması ile yetinilmek zorunda kalındığı hususu duruşma tutanağına kaydedilmelidir.

Doğrudan soru sorma yöntemi” başlıklı CMK m.201/1’e göre;

“Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hakim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine, mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer yeniden soru sorabilir”.

“Delillerin ortaya konulması ve reddi” başlıklı CMK m.206’ya göre;

“(1) Sanığın sorguya çekilmesinden sonra delillerin ortaya konulmasına başlanır. Ancak, sanığın tebligata rağmen mazeretsiz olarak gelmemesi sebebiyle sorgusunun yapılamamış olması, delillerin ortaya konulmasına engel olmaz. Ortaya konulan deliller, sonradan gelen sanığa bildirilir.

(2) Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı hallerde reddolunur:

a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse.

b) Delil ile ispat edilmek istenilen olayın karara etkisi yoksa.

c) İstem, sadece davayı uzatmak maksadıyla yapılmışsa.

(3) Cumhuriyet savcısı ile sanık veya müdafii birlikte rıza gösterirlerse, tanığın dinlenmesinden veya başka herhangi bir delilin ortaya konulmasından vazgeçilebilir”.

“Duruşmada okunamayacak belgeler” başlıklı CMK m.210/1’e göre; “Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez”.

Hükümde geçen “bir tanığın açıklamalarından ibaret ise” sözü; sayısal olarak bir tanığı değil, suça konu eylemin delilinin yalnızca tanık ifadelerinden oluşması şeklinde kabul edilmelidir. Aksi halde, suça konu eylemin delillerinin iki veya üç tanık beyanından oluşması durumda, bu tanıkların duruşmada dinlenmeyebileceği veya esasa müessir olsa da bir kısmın daha önce tutanağa kaydedilmiş ifadesinin okunması ile yetinilebileceği gibi tuhaf bir sonuca ulaşılabilecektir ki, kovuşturma evresinin ilkelerine aykırı düşen bu yöntemin kabulü mümkün değildir.

“Duruşmada okunmasıyla yetinilebilecek belgeler” başlıklı CMK m.211’e göre;

“(1) a) Tanık veya sanığın suç ortağı ölmüş veya akıl hastalığına tutulmuş olur veya bulunduğu yer öğrenilemezse,

b) Tanık veya sanığın suç ortağının duruşmada hazır bulunması, hastalık, malullük veya giderilmesi olanağı bulunmayan başka bir nedenle belli olmayan bir süre için olanaklı değilse,

c) İfadesinin önem derecesi itibarıyla tanığın duruşmada hazır bulunması gerekli sayılmıyorsa,

Bu kişilerin dinlenmesi yerine, daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanaklar ile kendilerinin yazmış olduğu belgeler okunabilir.

(2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanık veya müdafii birinci fıkrada belirtilenlerin dışında kalan tutanakların okunmasına birlikte rıza gösterebilirler”.

211. maddede, hangi zorunlu durumlarda tanığın daha önce verdiği ifadesinin duruşmada okunabileceğine dair üç durum sayılmıştır. Bu nedenlerden birisinin gerçekleştiği mahkemece somut olarak tespit edilmemiş, duruşma tutanağına ve gerekçeli karara yazılmamışsa; sanığın savunma hakkı kapsamına giren tanığa doğrudan soru sorma ve onunla yüzleşme haklarının kısıtlandığı, dolayısıyla da dürüst yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmalıdır. Genel geçer sözler ve Kanunun basmakalıp sözleri yeterli olmayıp, mahkemece gerekli araştırma yapılmalı ve neden tanığın eski beyanlarının duruşmada okunması ile yetinilmek zorunda kalındığı hususu duruşma tutanağına kaydedilmelidir. Yukarıda da işaret ettiğimiz üzere bu usul, CMK m.58/3’de öngörülen ve aslında net bir biçimde savunma hakkına kısıtlama getiren gizli tanıklık hakkında da mutlaka uygulanmalıdır. İnsan hakları Avrupa Mahkemesi’nin görüşü de bu yöndedir.

“Rıza” şartını arayan 211. maddenin 2. fıkrasına geçen “birinci fıkrada belirtilenler dışında kalan tutanakların” ibaresi, bir görüşe göre diğer tanıkları kapsamayıp sair tutanaklar anlamına gelir ve bir başka görüşe göre ise, m.211/1’e uymayan tanıkların eski beyanların duruşmada okunması ile yetinilmesi, pekala tarafların duruşma tutanağına kaydedilen ortak olurları ile mümkündür. Taraflardan birisinin tutanağın duruşmada okunmasına itiraz etmesi veya sanığın veya müdafiinin bu konuda sessiz kalması halinde, CMK m.211/2’nin aradığı “birlikte rıza” şartı gerçekleşmiş sayılmaz.

“Delilleri takdir yetkisi” başlıklı CMK m.217/1’e göre; “(1) Hakim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hakimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilir.

(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir”.

Konu; İHAS m.6/3-d’de düzenlenmiş, fakat bu hükümde tanık beyanlarının duruşma dışında alınma veya eski beyanların duruşmada okunması ile yetinilmesine dair istisnalara yer verilmemiş olup, bu istisnalar İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin kararları ile şekillenmişlerdir[1].

“Adil/Dürüst yargılanma hakkı” başlıklı İHAS m.6’nın konumuzla ilgili hükümlerine göre;

“1. Herkes davasının, ... cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan ... bir mahkeme tarafından, ... hakkaniyete uygun olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir. ...

3. Bir suçla itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir: …

d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek; …”.

 

  • İHAM 2. Dairesi’nin 23.03.201 tarihli Orhan Çaçan - Türkiye kararına göre;

“İHAM’ın görevi; hiçbir şekilde tanık ifadelerinin adaletin iyi idaresi bakımından kullanılıp kullanılmadığını incelemek değil, fakat bütün olarak ele alındığında -ki bunlara kanıt araçlarının sunulması da dahil- yargılama sürecinin hakkaniyete uygun bir yapıda gerçekleşip gerçekleşmediğini değerlendirmektir.

Bu konuda İHAM, çekişmeli yargı açısından kanıt unsurlarının halka açık bir duruşmada başvuranın huzurunda sunulması gerektiğini anımsatır. Bu ilke istisnai bir durum içermez, ancak savunma haklarına yönelik olarak kabul edilebilmektedir, Genel bir kural olarak İHAS’ın 6. maddesinin 1 ve 3 (d) paragrafları sanığa; iddia tanıklarına itiraz etme, onları dinleme ve dinletme haklarını içermektedir. Bu amaçla, sanığın ilke olarak ifadenin verildiği sırada veya sonrasında aleyhteki tanıkları sorgulama ve bunlara itiraz etme hakkına sahip olmalıdır. Bununla birlikte, sanık konumundaki bir kimsenin ifadelerine dayanan ve bu ifadeleri ne ön soruşturma kapsamında ne de duruşmalar sırasında sorgulama ve sorgulatma imkanının bulunmayışı ölçüsünde, savunma haklarının kısıtlanması esasına dayanan bir mahkumiyet kararı 6. madde ile öngörülen güvenceler ile bağdaşmamaktadır.

Sanığın veya yasal temsilcisinin yargılamanın herhangi bir aşamasında aleyhte olan tanığı sorgulama olanağının yokluğunda İHAS m.6, bu beyanlara dayanarak mahkumiyet kararına hükmedilmesinde takip eden gerekçelerin izlenmesini öngörmektedir: Öncelikle tanıkla yüzleştirme olanağının bulunmadığı hallerde yetkili makamların bu kişinin bulunması için etkili bir araştırma sürdürmeleri; ikinci olarak, bu tanıklığın mahkumiyetin dayanak noktasını oluşturması zorunluluğu bulunmaktadır.

İHAM bu davanın koşullarında, davanın kilit konumunda olan görgü tanığının yeniden Mahkemede dinlenmesi gerektiğine itibar etmektedir, zira bu tanık verdiği ifadeyi açıkça geri almış ve ciddi şüphelere yol açacak şekilde dava olaylarına ilişkin beyanlarını değiştirmiştir. İHAM ayrıca, AD’nin de aynı şekilde verdiği ifadesine geri döndüğünü ve tanıklığı sırasında kimseyi öldürmek için adam tutmadığını gözlemlemektedir.

 İHAM kuşkusuz prensip olarak, başvuranın suçlu olup olmadığı veya hükümlerin inandırıcı olup olmadığı hususunda görüş bildirme niyetinde değildir. Bununla birlikte, başvuranın suçluluğuna dayanak oluşturmada Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin Yargıtay’ın da onadığı kararında CT’nin aleyhte verdiği ifadelerin belirleyici olduğu görülmektedir. Başka bir ifadeyle, bu başvuruda AD olaylara dair beyanlarını değiştirmiş, başvuranın mahkum edilmesinde belirleyici olan tek unsur dava sürecinde tanık ifadesini aleni olarak değiştiren CT’nin beyanlarıdır.

İHAM aynı şekilde; CT’nin Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından yeniden ifadesine başvurulmamasının ve başvuranın ilke olarak ihtilafa yol açan bu tanıklığa dayanılarak mahkum edilmesinin, başvuranın savunma haklarına yönelik adil yargılanma gereklilikleri ile bağdaşmayan bir sınırlama getirdiği kanaatine varmaktadır.

Bu nedenle, İHAS m.6/1 ve 3-d hükümleri ihlal edilmiştir”.

Somut olayda, mahkumiyet hükmü kurulurken ifadesine belirgin ölçüde dayanılan tanığın önce aleyhe, sonra da lehe beyanda bulunduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu, bu şahsın ifadesinin netleştirilmesi için Yerel Mahkeme huzurunda tanık olarak dinlenmesini talep etmiş, şahsa ulaşılmaya ve tebligat yapılmaya çalışılmıştır. Tanığa ulaşmada başarısız olunması üzerine Yerel Mahkeme, bu şahsı tanık olarak dinlemekten vazgeçmiş, ancak başvurucu hakkında mahkumiyet hükmü kurarken beyanına dayanmıştır. İHAM da bu yaklaşımın dürüst yargılanma hakkını ihlal ettiğine karar vermiştir.

  • Çalışma konumuzla ilgili ilke kararlarını ortaya koyan İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Büyük Dairesi’nin 15.12.2011 tarihli Al-Khawaja (26766/05) ve Tahery (22228/06) - Birleşik Krallık kararına göre;

İki başvurucu da İHAM önünde; mahkumiyetlerinin belirleyici bir şekilde duruşmada karşı sorguya çekemedikleri tanıkların ifadelerine dayanmasından şikayet etmiş ve bu nedenle de, adil bir yargılamadan mahrum edildiklerini iddia etmiştir. İlk incelemeyi yapan İHAM 4. Daire 20 Ocak 2009 tarihli kararında; iki davayı birleştirmiş ve oybirliğiyle başvurucuların çok önemli tanıkları karşı sorguya çekmelerinin imkansızlığının yargılamada etkili bir şekilde telafi edilmediği gerekçesiyle, AİHS’nin 6/ 3 (d) bendiyle bağlantılı olarak 6/1. fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varmıştır.

Hukuk: 6/ 3 (d) bendiyle bağlantılı olarak 6/1. fıkrası: 6/3 (d) bendinde düzenlenen tanıkları sorgulama hakkı, bir sanığın suçlu ilan edilmesinden önce, çekişmeli bir duruşma yapılması amacıyla, aleyhindeki bütün delil unsurlarının, prensip olarak, kamuya açık bir duruşmada ve sanığın önünde, sunulması gerektiği ilkesine dayanmaktadır. Bu ilkenin istisnaları vardır, ancak bu istisnaları, savunmanın haklarının saklı tutulması kaydıyla kabul edebiliriz; kural olarak bu haklar, sanığa, aleyhe tanıklıklara itiraz etmek ve bu tanıkları, ifadenin alındığı sırada ya da daha sonra, sorgulamak için, yeterli ve uygun bir olanak verilmesini gerektirir. Bu genel ilkeden iki tane sonuç çıkmaktadır.

İlk olarak, bir tanığın hazır bulunmaması ciddi bir nedenle gerekçelendirilmelidir. Tanığın ölmüş olması veya sanık veya onun hesabına çalışan insanlardan korktuğu için duruşmaya gelmek istememesi böyle bir nedene örnek olarak gösterilebilir. Bu son durumda, sanık 6/3 (d) bendinde güvence altına alınan hakkından vazgeçmiş sayılmalıdır. Tanığın duruşmada hazır bulunmamasının, doğrudan sanığın veya onun hesabına çalışan insanların tehditlerinden kaynaklanmayan, daha genel bir korkuya dayandığı durumlarda, bu korkunun somut öğelere dayanan nesnel gerekçelere dayanıp dayanmadığına karar vermek için uygun bir tahkikat yapmak yargıca düşer. Yargıç, bir tanığı duruşmaya gelmekten korktuğu için, duruşmada hazır bulunmaktan muaf tutmadan önce, tanığın kimliğinin gizli tutulması veya diğer özel tedbirler dahil, diğer olasılıkların yürürlüğe koyulmalarının imkansız olduğunun veya uygun olmadıklarının kanıtlandığına karar vermelidir.

İkinci olarak; bir mahkumiyet kararı sadece veya belirleyici bir düzeyde, hazır bulunmayan ve sanığın soruşturma veya yargılama sırasında sorgulama olanağı bulamadığı bir tanığın ifadesine dayandığı bir durumda, savunmanın hakları 6. maddenin güvenceleriyle uyuşmayacak bir şekilde sınırlandırılmış olabilir (‘yegane veya belirleyici’ delil kuralı). Ancak bu kural kesin değildir ve katı bir şekilde veya ilgili hukuk düzeninin özelliklerini tamamen ihmal ederek uygulanmamalıdır: Böyle bir uygulama, bu kuralı, kör ve her türlü esneklikten yoksun olan ve İHAM’ın yargılamanın genel olarak adil olup olmaması meselesini incelerken uyguladığı, adaletin düzgün işlemesini sağlama konusundaki kamu yararı ile savunma ve mağdurun çıkarlarını dengeleme geleneksel metoduyla hiçbir alakası olmayan bir araç haline getirecektir. Böylece, sadece bir tanığın başkasından duyduğuna bakarak yaptığı tanıklığa veya belirleyici bir düzeyde böyle bir tanıklığa dayanan mahkumiyet, otomatik olarak, 6/1. fıkrasını ihlal etmez. Bununla birlikte İHAM, mahkumiyet kararının sadece veya belirleyici düzeyde hazır bulunmayan tanıkların ifadelerine dayandığı durumlarda yargılamayı en katı ilkeler çerçevesinde incelemelidir. Başkasından duyulanlara bakılarak yapılan tanıklıklara özgü riskler gözönünde bulundurulduğunda, böyle bir delilin bir karar için yegane veya belirleyici olması, yargılamanın genel olarak adil olup olmamasını değerlendirirken dikkate alınması gereken çok önemli bir faktördür. Bu tip delillerin bir davada kabul edilmeleri, özellikle sağlam usul güvenceleri gibi, yeterli unsurlarla dengelenmelidir. Her davada, tanıklığın güvenilirliğini doğru ve adil bir şekilde değerlendirmeyi sağlayacak tedbirler dahil, yeteri kadar denkleştirici unsurların bulunup bulunmadığına bakılmalıdır.

İHAM her iki davada da; ilk olarak, hazır bulunmayan tanıkların ifadelerinin kabul edilmesinin gerekli olup olmadığını, ikinci olarak, bu tanıkların doğrulanmamış tanıklıklarının başvurucunun mahkumiyeti için yegane veya belirleyici bir temel oluşturup oluşturmadığını, bu tanıklıkların kabul edilmesinin, özellikle sağlam usul güvenceleri gibi, inceleme konusu yargılamanın bir bütün olarak adilliğini sağlamaya yetecek unsurlarla dengelenip dengelenmediklerini inceler.

a) Birinci başvurucu hakkında: ST’nin ölümünün, tanıklığının dikkate alınması için, yazılı ifadelerinin kabul edilmesini gerekli kıldığına itiraz edilmemiştir. Dahası, yargıç bu ifadelerin öneminin altını açıkça çizmiştir (‘bu ifadeler yoksa birinci suç ithamı olmayacaktır’). Dolayısıyla, bu ifadeler belirleyici kabul edilmelidir. Bu böyle olmakla birlikte, bu ifadelerin inandırıcılıkları, ST’nin polise verdiği ifadeyle iddia konusu olaylardan hemen sonra, yargılamada tanıklık yapan, iki arkadaşına anlattıkları arasında sadece küçük farklılıkların olmasıyla desteklenmiştir. Özellikle de, iddia konusu saldırının ST tarafından yapılan tasviri ile diğer şikayetçi tarafından yapılan tasviri arasında önemli benzerlikler vardı. Bu iki kişi arasında gizli bir anlaşma olduğuna ilişkin hiçbir bulgu yoktur. Bir doktorun hastasıyla baş başa olduğu tedavi sırasında hastasına karşı giriştiği cinsel saldırı durumunda, diğer bütün tanıklar duruşmada dinlendiklerine ve inandırıcılıkları karşı sorgulamayla test edildiğine göre, sunulan unsurların daha nasıl inandırıcı ve uyumlu olabilecekleri düşünülememektedir. İstinaf Mahkemesi’nin, yargıcın jüri üyelerine yaptığı tavsiyelerin kusurlu olduklarını düşündüğü doğrudur, ancak İstinaf Mahkemesi, bu tavsiyelerin ST’yi görmediklerinden ve duymadıklarından dolayı, ST’nin tanıklığına daha az değer vermeleri gerektiğini, jüri üyelerinin açık bir şekilde anlamalarını sağlaması gerektiğini belirtmiştir. Bu unsur ve itham makamı tarafından sunulan ST’nin ifadelerini destekleyici unsurlar dikkate alındığında İHAM, jürinin birinci başvurucuya karşı ST’nin ifadesinde geçen suçlamaların güvenirliklerini adil ve doğru bir şekilde değerlendirebildikleri kanısındadır. Bu koşullarda İHAM, yargılamanın bir bütün olarak adil olması gerektiğini düşündüğünde, bu olayda ST’nin ifadesinin kabul edilmesini denkleştirecek yeterli unsurların bulunduğu kanaatindedir.

Sonuç: İkiye karşı on beş oyla, İHAS m.6/1 ve 3 (d) ile ilgili ihlal bulunmadığına karar verilmiştir.

b) İkinci başvurucu hakkında: Yargıç, T’nin korkusunun nesnel gerekçelere dayanıp dayanmadığını belirlemek için, uygun bir soruşturma yapmış ve özel tedbirlerin alınmasının bu korkuları yatıştırıp yatıştıramayacağını değerlendirmiştir.

T, olayı gördüğünü söyleyen tek kişi idi. Dolayısıyla, onun doğrulanmayan görgü tanıklığı başvurucuya karşı tek delil, yoksa en azından belirleyici delildi. Ağırlığı olan bu delil olmasaydı bir mahkûmiyet olasılığı açıkça daha düşük olacaktı. Ne yargıcın, T’nin tanıklığının kabul edilmesinin yargılamanın adilliğini ortadan kaldırmayacağını, çünkü başvurucunun bu tanıklığa itiraz edebileceği ve duruşmada kendisinin veya başkalarının yapacakları tanıklıkla T’nin tanıklığını çürütebileceği yönündeki kararı ve ne de yargıcın jüri için hazırladığı özette yaptığı uyarılar, savunmanın, doğrulanmamış bu tanıklığın kabul edilmesinden kaynaklı karşılaştığı engelleri yeteri kadar telafi etmeye yetmiştir. Her ne kadar başvurucu şahsen dinlenmiş ve olayları inkar etmişse de; T’nin samimiyetine ve güvenirliğine, karşı sorgulama yoluyla itiraz edememiştir. Görünüşe göre, T tanıklık yapan veya gördüklerini anlatabilecek tek kişi olduğundan, savunma onun tanıklığının tersini göstermek için dinletecek başka tanık bulamamıştır. Dahası jüri üyeleri için hazırladığı özetinde yargıç; karşı sorguya çekilmemiş bir kişinin tanıklığına inanmanın riskli olduğu konusunda jüri üyelerini açıkça ve hararetle uyarmışsa da, bu durum T’nin aleyhe tek tanık olduğu ve onun tanıklığının başvurucuyu doğrudan suçlayan tek unsur olduğu gerçeğini değiştirmez.

T’nin tanıklığının belirleyici niteliği ve dosyada onu destekleyecek başka sağlam delilin bulunmaması, jürinin bu tanıklığın güvenirliğini doğru ve adil bir şekilde değerlendiremediği sonucuna varmayı gerektirir. İHAM, yargılamanın bir bütün olarak adil olması gerektiğini düşündüğünde, T’nin ifadesinin kabul edilmesinin neden olduğu zorlukları telafi etmesi beklenen unsurların yeterli olmadıkları kanaatindedir.

Sonuç: Oybirliği ile İHAS m.6/1 ve 3 (d)’nin ihlal edildiğine karar verilmiştir”.

  • İHAM 2. Dairesi’nin 23.06.2015 tarihli Balta ve Demir - Türkiye kararına göre;

36. Mahkeme, Sözleşmenin 6. maddesinin 1. fıkrası bağlamındaki bir şikayeti incelerken, esasen ceza davasının bir bütün olarak hakkaniyete uygun bir nitelik taşıyıp taşımadığını belirlemesi gerektiğini hatırlatmaktadır. Bu karara varırken Mahkeme, davayı bir bütün olarak gözönüne almakta ve yalnızca savunma tarafının haklarına değil, aynı zamanda kamunun ve suçun failleri gerektiği gibi yargılanıncaya kadar mağdurların menfaatlerine ve gerektiğinde, tanıkların haklarına saygı gösterilip gösterilmediğini denetlemektedir. Mahkeme aynı zamanda bu bağlamda, delillerin kabul edilebilirliğinin, ulusal hukuk ve ulusal mahkemelerin görev alanına giren bir konu olduğunu ve görevinin, davanın hakkaniyete uygun olarak görülüp görülmediğini belirlemekten ibaret olduğunu hatırlatmaktadır.

37. Mahkeme ayrıca, Sözleşmenin 6. maddesinin 3. fıkrasının (d) bendinin, sanığın suçlu bulunmasından önce çekişmeli bir duruşma yapılması amacıyla aleyhteki bütün unsurların, prensip olarak kamuya açık bir duruşmada ve sanığın önünde sunulması gerektiği ilkesine dayandığını hatırlatmaktadır. Bu ilke istisnasız işlemeyecektir; ancak bu istisnalar yalnızca savunma tarafının haklarının saklı tutulması kaydıyla kabul edilebilecektir; genel kural olarak, savunma tarafının hakları, sanığa aleyhte tanık ifadelerine itiraz etmek ve bu tanıkları hem ifadelerinin alınması sırasında hem de daha sonraki aşamada sorgulamak için uygun ve yeterli bir olanak verilmesini gerektirmektedir.

 

38. Mahkeme 15.12.2011 tarihli Al-Khawaja ve Tahery kararında, duruşmada hazır bulunmayan tanığın ifadesi ile ilgili olarak yargılamanın hakkaniyete uygun olup olmadığı sorununun ortaya çıktığı davalarda uygulanması gereken kriterleri belirtmiştir. Mahkeme, bu tür bir şikâyetin üç noktada incelenmesi gerektiği kanısına varmıştır,

 

39. Öncelikle Mahkeme, savunma tarafının bir iddia tanığını sorgulama veya sorgulatma imkânına sahip olmamasının, makul bir gerekçeyle haklı gösterilip gösterilmediğini teyit etmelidir. Ardından, tanığın sorgulanmaması makul bir gerekçeyle haklı gösterildiğinde, Mahkeme, duruşmada hazır bulunmayan tanıkların ifadelerinin aleyhte yegane delil ya da belirleyici delil teşkil edip etmediğini araştırmalıdır. Son olarak, savunma tarafının sorgulama imkânı bulamadığı bir tanığın aleyhte yegane unsur veya belirleyici unsur teşkil eden ifadesinin delil olarak kabul edilmesi, kendiliğinden Sözleşmenin 6. maddesinin 1. fıkrasını ihlal etmemektedir: Bu tür bir delilin güvenilirliğine ilişkin doğru ve hakkaniyete uygun değerlendirme yapabilmek için sözkonusu delilin kabul edilmesine bağlı sakıncaları giderebilecek yeterli unsurların bulunması halinde, dava bir bütün olarak hakkaniyete uygun olarak değerlendirilebilmektedir.

 

40. Dolayısıyla Mahkeme, mevcut davada bu üç şarta uyulup uyulmadığını incelemelidir.

 

 

 

1.Başvuranların tanığı sorgulama ya da sorgulatma imkanlarının bulunmaması makul bir gerekçe ile haklı gösterilmiş midir?

 

44. Mahkeme; (yukarıda anılan) Al-Khawaja et Tahery kararında Büyük Dairenin, tanığın duyduğu korku sebebiyle duruşmada hazır bulunmaması hususunu incelediğini hatırlatmaktadır. Mahkeme, iki tür korkunun öngörülebilir olduğunu belirtmiştir: Sanığın veya sanık hesabına çalışan kişilerin tehditlerine veya diğer hilelerine bağlı olarak duyulan korku ve duruşmada sorgulama olayının meydana getirebileceği sonuçlara dayalı daha genel bir korku. Tanığın hissettiği korku, sanıktan ya da sanık hesabına çalışan kişilerden kaynaklandığında, hâkimin sanığa ya da temsilcilerine, tanığı çapraz sorguya tabi tutma imkânı vermeksizin ya da tanığı şahsen huzuruna çıkmaya zorlamaksızın ve söz konusu ifadenin sanık aleyhine yegâne ya da belirleyici delil teşkil etme ihtimali olsa bile, duruşma sırasında tanığın ifadesinin okunmasına izin verdiği anlaşılabilmektedir. Bununla birlikte, tanığın duruşmada hazır bulunmaktan muaf tutulması için korkusunun doğrudan sanığın tehditlerinden kaynaklanması gerekli değildir. Mahkemenin içtihadı, çoğu zaman ifade verecek tanıkların duydukları korkunun doğrudan sanığın veya sanık hesabına çalışan kişilerin tehditlerinden kaynaklanmadığını göstermektedir. Bununla birlikte, tanık tarafından duyulan her türlü kişisel korku, tanığı duruşmada hazır bulunmaktan muaf tutmak için yeterli değildir. Hâkim, öncelikle tanığın hissettiği korkunun objektif gerekçelere dayanıp dayanmadığını ve ikinci olarak, bu objektif gerekçelerin somut unsurlara dayanıp dayanmadığını tespit etmek amacıyla uygun araştırmaları yürütmelidir.

 

45. Oysa somut olayda 16 Eylül 2009 tarihli ifade tutanağından anlaşıldığı üzere, tanığın ifadelerini alan yargıç, tanığın gizliliğinin korunmasını haklı gösteren nedenleri veya diğer yandan, savunma makamının yokluğunda tanığı dinlemesinin sebeplerini açıklamamıştır. Yargıç herhangi bir açıklama sunmaksızın, CMK m.58 ve 5276 sayılı Kanun uyarınca tanığın kapalı duruşma sırasında dinlendiğini belirtmekle yetinmiştir. Dosyadan, bu hakimin gizli tanığın objektif gerekçelere dayalı bir korku yaşayıp yaşamadığını belirlemeye çalışmadığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda Mahkeme; ifade tutanağı okunduğunda, gizli tanığın herhangi bir tehditten bahsetmediğini veya genel biçimde bir korkusunu veya misilleme endişesini dile getirmediğini kaydetmektedir.

 

46. Mahkeme akabinde; yargılamayı yürüten ceza mahkemesinin, kendisini tanığın gizliliğini korumaya ve tanığı savunma tarafının huzurunda dinlememeye iten sebepleri de ileri sürmediğini saptamaktadır. Ağır Ceza Mahkemesinin gerekçeli kararından anlaşıldığı üzere; savunma tarafının tanığın dinlenmesine ilişkin talebini reddetmek amacıyla sözkonusu Mahkeme, başka herhangi bir açıklama sunmaksızın, gizli tanığın kimliğinin ifşa edilemeyeceğini ve tanığın ifadesinin, kendi bakış açısına göre yargılama usulüne uygun olarak istinabe yoluyla alındığını belirtmekle yetinmiştir. Dosyadan, bu Mahkemenin tanığın endişe duyup duymadığını, şayet endişe duyuyorsa, bu endişelerin objektif gerekçelere dayanıp dayanmadığını belirlemek amacıyla araştırmalar yürütmediği anlaşılmaktadır.

 

47. Hükümet, gizli tanığın, terör örgütü üyesi olduklarından şüphelenilen kişiler aleyhine ifade vermesi sebebiyle, misillemeden korkmak için haklı sebeplerinin bulunduğunu vurgulamaktadır. Mahkeme, bu tür bir tehlikenin varlığını küçümsememektedir ve gizli tanığın kimliğinin ifşa edilmesinin, muhtemelen bu tür bir tehlike oluşturabileceğini düşünmek hukuka uygundur. Bununla birlikte bu durum yerel mahkemeleri, hangi sebeplerle tanığın kimliğinin gizli tutulduğunu ve tanığın savunma tarafının huzurunda dinlenmediğini araştırma yükümlülüğünden kurtaramayacaktır. Dolayısıyla somut olayda, Mahkeme ve hakimlerin bu nedenleri araştırdıklarını ortaya koymamaları sebebiyle, başvuranların tanığı sorgulama ya da sorgulatma imkânına sahip olmamalarının makul bir gerekçeyle haklı gösterildiği kanaatine varılamayacaktır.

 

48. Bu sonuca rağmen Mahkeme, diğer kriterlerin incelenmesi gerektiği kanısına varmaktadır.

 

2.Başvuranların mahkum edilmesinde gizli tanığın ifadesinin önemi ne olmuştur?

 

49. Bu noktada Mahkeme, başvuranların suçlu olduğu sonucuna varılan kararda gizli tanığın ifadesinin öneminin ne olduğunu belirlemeli ve özellikle ihtilaf konusu ifadenin yegane ya da belirleyici delil teşkil edip etmediğini araştırmalıdır. Al-Khawaja ve Tahery kararının 131. paragrafında Mahkeme “belirleyici delil” kavramına ilişkin şunları ifade etmiştir: ‘… belirleyici ifadesi, ispatlayıcı ifadesinden daha güçlü bir anlam taşımaktadır, yani delil bulunmaksızın mahkum edilme ihtimalinin beraat etme olasılığından daha düşük olmasının süreklilik arz etmesi yeterli değildir. ... Gerçekte belirleyici kelimesi, dava hakkında karar verilmesini sağlayacak derecede önemi bulunan bir delile işaret ederek, dar bir anlamda kullanılmalıdır. Şayet duruşmada hazır bulunmayan bir tanığın ifadesi diğer unsurlarla desteklenirse bu ifadenin belirleyici niteliğine ilişkin değerlendirme, diğer unsurların ispat gücüne bağlı olacaktır’.

 

50. Böylelikle; itiraz edilen delilin önemini değerlendirmek için, mahkemeler tarafından incelenen delillerin tamamının dikkate alınması yeterli değildir, mahkumiyet kararının fiilen hangi delillere dayandırıldığını ve dolayısıyla sanığın mahkum edildiği suçu ve sanığın cezai sorumluluğunu oluşturan farklı unsurların neler olduğunu araştırmak gerekmektedir.

 

51. Somut olayda Mahkeme, ulusal mahkemelerin başvuranları yasadışı örgüte üye olma suçundan mahkum etmek amacıyla pek çok delil unsurunu gözönünde bulundurduklarını tespit etmektedir. Mahkeme, gizli tanığın ifadesinin mahkumiyet kararında aleyhte yegane delil teşkil etmediğini kaydetmektedir. Bu bağlamda Mahkeme, aleyhte olan tek delilin gizli tanığın ifadesi olduğu ve bu ifadenin destekleyici nitelikteki diğer delil unsurları bulunmadan suçluluk tespitine varılmasını sağlayamayacağı gerekçesiyle, başvuranların suç ortaklarından birinin beraatına karar verildiğini kaydetmektedir.

 

52. Böylece gizli tanığın ifadesi; başvuranların mahkumiyetlerinde aleyhte yegane delil teşkil etmese bile, belirleyici delil teşkil etmektedir. Mahkeme bu bağlamda, ilgililerin yasadışı örgüte mensup olma suçundan mahkum edildiklerini kaydetmektedir. Oysa başvuranlar ile yasadışı örgüt arasındaki organik bağın varlığının, esasen gizli tanığın ifadelerine dayandırıldığı tespit edilmektedir.

53. Mahkeme dolayısıyla, yerel mercilerin savunma tarafının maruz kaldığı güçlükleri gidermek amacıyla yeterli tedbirleri alıp almadıklarını denetlemelidir.

 

3.Savunma tarafının maruz kaldığı güçlükleri gidermek amacıyla yeterli usul güvenceleri bulunmakta mıydı?

 

54. Duruşmada hazır bulunmayan tanığın ifadesi ile ilgili olarak yargılamanın hakkaniyete uygun olup olmadığı sorununun ortaya çıktığı her davada, tanığın ifadesinin kabul edilmesiyle savunma makamının maruz kalacağı zorlukları giderebilecek yeterli unsurların, özellikle de bu tür bir delilin güvenilirliğini doğru ve hakkaniyete uygun şekilde değerlendirme imkanı veren sağlam usul güvencelerinin bulunup bulunmadığının, en titiz şekilde inceleme yapılarak bilinebileceğini hatırlatmak gerekmektedir. Bu sorunun incelenmesi, duruşmada hazır bulunmayan tanığın ifadesinin davadaki önemi dikkate alındığında, bu ifadenin yeterince güvenilir olup olmadığının teyit edilmesine olanak sağlamaktadır (Al-Khawaja ve Tahery kararı paragraf 147 ve 161).

 

55. Mahkeme bu bağlamda, aleyhte tanıkları sorgulama veya sorgulatma hakkının, adil yargılanma hakkının bir güvencesini oluşturduğunu; zira bu hakkın, yalnızca iddia makamı ile savunma makamı arasında silahların eşitliği ilkesinin sağlanmasını amaçlamadığını, aynı zamanda savunma makamına ve adli sisteme, ihtilaf konusu ifadelerin inandırıcılığını, güvenilirliğini ve suçlamaların esasını denetlemeye yönelik temel bir araç sunduğunu tespit etmektedir.

 

56. Mevcut davada Mahkeme; gizli tanığın ifadelerinin, kapalı duruşma sırasında hakim tarafından istinabe yoluyla alındığını kaydetmektedir. Mahkeme dahası, tanığın kimliğini bilen bu hakimin, tanığın inandırıcılığını ve muhtemelen kovuşturmanın yapıldığı Mahkemeye bu hususta bilgiler sunmak amacıyla ifadesinin güvenilirliğini teyit etmediğinin anlaşıldığını kaydetmektedir.

 

57. Tanığın davayı gören Mahkeme huzuruna çıkarılmaması sebebiyle kovuşturmayı yürüten hakimler, tanığın ifadesinin inandırıcılığını ve güvenilirliğini doğrudan değerlendirme imkanı bulamamışlardır. Gizli tanığın duruşmada hazır bulunmaması; davanın esasına bakan hakimlerin, tanığın ifadesinin alınması sırasında davranışlarını, gözlemlemelerini ve dolayısıyla tanığın inandırıcılığı konusunda kendi fikirlerini oluşturmalarını engellemiştir. Ağır Ceza Mahkemesinin gizli tanığın ifadesinin güvenilirliğinin sağlanması konusunda yeterli özeni gösterdiği kanaatine de varılamayacaktır. Sözkonusu Mahkemenin kararında, gizli tanığın inandırıcılığının, ifadesinin güvenilirliğinin veya tanığı gerçeğe aykırı ifade vermeye itebilecek olası sebeplerin değerlendirilmesi ile ilgili herhangi bir kayıt yer almamaktadır. Gizli tanık olduğunu ileri süren bir kimsenin duruşmada hazır bulunmasının ve bir yazı göndermesinin ardından bile Ağır Ceza Mahkemesi, gerçekten gizli tanığın sözkonusu olup olmadığını ve tanığın dinlenme kararını gönüllü olarak verip vermediğini teyit etmeye çalışmamıştır. Oysa gizli tanık olduğunu ileri süren kişi tarafından davayı gören Ağır Ceza Mahkemesine gönderilen yazı, bu kişinin ifadesinin güvenilirliği hakkında şüphe oluşturabilecek niteliktedir.

 

58. Mahkeme ayrıca; başvuranlar ve avukatlarının, yargılamanın hiçbir aşamasında gizli tanığa soru sorabilme ve tanığın inandırıcılığına itiraz etme imkanı bulamadıklarını saptamaktadır. Bu tanıkla yüzleştirilmeyerek başvuranlar ve avukatları, tanığın ifadelerinin güvenilir olup olmadığını hissetmelerini sağlayabilecek şekilde, tanığın sorulara verdiği tepkileri doğrudan gözlemleme imkanına sahip olmamışlardır. Bununla birlikte, tanığın gizliliğini koruma yönündeki meşru menfaat gözönünde bulundurularak bunu yapmak mümkündür. Mahkeme savunma makamının yokluğunda tanığın dinlenmesine izin verdiğinde, CMK m.58/3, gizli tanığın ses ve görüntüsünün aktarılması yöntemiyle duruşma salonundan başka bir salonda dinlenebilmesini ve sanıkların kendisine sorular sorabilmesini öngörmektedir. Ağır Ceza Mahkemesi, iç hukukta öngörülen bu yöntemi uygulamamış ve bu konuda herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Böylelikle, savunma makamı açısından doğrudan yüzleştirme yapılmaması yönündeki engeli gidermek için gizli tanığın ifadelerine başvurma durumunda iç hukukta kabul edilen usul güvencelerinin uygulanmasını öngörmediği anlaşılmaktadır.

 

59. Son olarak Mahkeme, ulusal mahkemeler tarafından verilen kararlarda kabul edilen gerekçeden, mahkemelerin, daha az kısıtlayıcı tedbirlerin gizli tanığı koruma amacına ulaşmak için yeterli olup olmadığını araştırmadıklarının anlaşıldığını saptamaktadır. Böylelikle bazı durumlarda, tanığı koruma amacına bu tanığın kimliği ifşa edilmeyerek ulaşılabilmektedir. Diğer durumlarda, tanıma riski nedeniyle sanığın tanığı görmesinin engellenmesi gerekebilmektedir. Yine diğer durumlarda; tanığın dinlenmesi sırasında yalnızca sanığın değil, aynı zamanda savunma makamının da duruşmada hazır bulunmasının engellenmesi gerekebilmektedir. Genel olarak; savunma tarafının haklarını kısıtlayan her türlü tedbir, kesinlikle gerekli olmalı ve şayet daha az kısıtlayıcı bir tedbir yeterli ise, bu tedbirin uygulanması gerekmektedir. Bununla birlikte belirtildiği üzere, Ağır Ceza Mahkemesinin kararının gerekçesinden, daha az kısıtlayıcı tedbirlerin öngörüldüğü ve yetersiz olarak değerlendirildiği anlaşılmamaktadır.

 

60. Şüphesiz Hükümet, gizli tanığın ifadesinin Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan duruşma sırasında okunduğunu ve ilgililerin böylelikle bu tanığın ifadelerini yorumlama imkanına sahip olduklarını ileri sürmektedir. Bununla birlikte Mahkeme, aynı imkanın yerine tanığın mahkeme huzuruna çıkarılamadığını ve doğrudan dinlenemediğini yinelemektedir. Başvuranlara sağlanan tanığın yazılı ifadelerini reddetme ya da çürütme imkanı, savunma makamının karşılaştığı ve gizli tanığın sözkonusu olmasıyla artan zorlukları giderebilecek bir nitelik taşımamaktaydı; zira savunma makamı çapraz sorgu aracılığıyla tanığın samimiliğine ve güvenilirliğine itiraz edecek bir durumda olmamıştır.

 

61. Dolayısıyla somut olayda, merciler önünde sürdürülen yargılamanın, başvuranlara savunma makamının karşılaştığı engelleri giderebilecek nitelikte güvenceler sunduğu kanısına varılamayacaktır.

 

62. Mahkeme yargılamanın adilliğini bir bütün olarak değerlendirerek, başvuranların savunma haklarına adil bir yargılamanın gereklilikleriyle bağdaşmayan bir sınırlama getirildiği kanısına varmaktadır. Sözleşmenin 6. maddesinin 3. fıkrasının (d) bendiyle birlikte 6. maddesinin 1. fıkrası ihlal edilmiştir”.

 

Sonuç olarak;

Prensip olarak İHAM, suçun ispatında “delil” olarak gösterilen tanıkların duruşmada, yüzyüze ve “delillerin doğrudan doğruyalığı” ilkesine uygun şekilde dinlenmelerini, kendilerine soru sorulmasını, gerekli yüzleştirmenin yapılmasını ve diğer deliller gibi beyan delillerinin de mahkeme huzurunda tartışılmasını istemektedir. Bazı istisnalara bağlı olarak gerçekleşen aksi durumlarda İHAM; mahkumiyet kararının sadece ve belirleyici düzeyde duruşmada hazır bulunmayan tanık veya tanıkların ifadelerine dayandığı durumlara ilişkin yargılamaları en katı ilkeler çerçevesinde incelemektedir. Tanığın; bir başkasından veya ölen mağdurdan duyduğunu anlatması veya zorlayıcı bir nedenle duruşmaya katılamaması halinde, bu eksikliğin, yani “silahların eşitliği” ilkesinin sanık aleyhine bozulan yanının sağlam usul güvenceleri ile dengelenmesini öngörmektedir.

Bu şartlar altında İHAM;

a) Duruşmada hazır bulunamayan tanıkların ifadelerinin kabulünün mümkün olup olmadığı, bunun için ölüm veya korku hallerinin varlığının araştırılıp tespit edilip edilmediğine, bu konuda somut gerekçelerin ortaya koyulup koyulmadığına, tanığı korkutan durumun sanık veya onu destekleyen birilerinin tehdidinden kaynaklanıp kaynaklanmadığının veya bu korkunun somut bir gerekçesi olan genel bir korku olduğunun tespit edilip edilmediğine,

b) Duruşmada hazır edilmeyen tanıkların doğrulanmamış tanıklıklarının, başvuranın mahkumiyeti için “yegane” veya “belirleyici” nitelikte mahkumiyet kararının temelini oluşturup oluşturmadığına,

c) Bu tanıkların kabulü halinde, özellikle sağlam usul güvenceleri ile somut yargılamanın bir bütün olarak dürüstlüğünü temin edecek unsurlarla dengelenip dengelenmediğine,

Bakar ve gerçekleşen şartlara göre yargılamada bir bütün olarak sanığın dürüst yargılanma hakkının ihlal edilip edilmediğine karar verdiği görülmektedir.

Yargılama eksikliklerinden hiçbirisinin yalnız başına bir sorun çıkarmadığı düşünülse dahi, kümülatif etkilerinin dürüst yargılanma hakkını ortadan kaldırdığı gözardı edilmez. Burada tartışılan, yargılamanın günlük konuşma dilinde karşılık bulan “adil” olup olmadığı değildir. İfade etmeye çalıştığımız husus, güvencelerin ortadan kaldırılması ile yapılan yargılamanın İHAS m.6/1’i ihlal edip etmediğidir. Belirlenen bazı istisnalar ve bunların varlığını gösteren somut nedenler dışında kalan hiçbir gerekçe, İHAS ve “hukuk devleti” ilkesinin temel direği olan dürüst yargılanma hakkının ortadan kaldırılmasının dayanağı olamaz.

Sanığın ve avukatlarının; gerek “yargılamanın yüzyüzeliği” ve gerekse “silahların eşitliği” ilkelerine uygun yargılamanın tecellisi ve maddi hakikate ulaşılması kapsamında mahkumiyet hükmünün esaslı dayanağı olan tanıkların duruşmada dinlenilmelerine dair talepleri, yukarıda bahsettiğimiz istisnalar kapsamına girmeyen bir nedenle reddedilemez.

 

İHAS m.6’nın metninde ifade edilen dürüstlük, sanık ve iddia makamının eşit şartlarda karşılaşmasının sağlanmasıdır. Bu şartlar, usul kuralları ile güvence altına alınır ve “çekişmeli yargılama” ilkesi olarak somutlaşır. Bu ilkeler, ceza yargılaması açısından 6. maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarında öngörülen güvencelerle güçlendirilir.

 

[1] Aşağıda yer alan karar özetlerinin Türkçe çevirilerinde, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin http://hudoc.echr.coe.int/eng# sitesinden yararlanılmıştır.

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat